Yakın
geçmişte ve günümüzde kimilerince “ölüm ilanı” verilen, kimilerince de
en kısa sürede ölmesi gerektiği düşünülen İslamcılık, 1960’lı yıllardan
itibaren Mevdûdî, Hasan el-Bennâ, Seyyid Kutub, Ali Şeriatî gibi
müslüman düşünürlerin tercüme eserlerinden istifadeyle ümmetçilik ideali
etrafında kurgulanan ve İslam’ın devlet, siyaset, ekonomi gibi
alanlarda da söyleyecek sözü bulunduğuna bu sayede muttali olan Türkiye
İslamcılığı olsa gerektir. 1970 yılında Milli Nizam Partisi ile başlayıp
bugün AK Parti ile devam eden hareket birçok kimse tarafından Türkiye
İslamcılığının siyasi sürümü olarak kabul edilir. Fakat hem Milli Görüş
ve hem de AK Parti çizgisince benimsenen genel dinî söylem Mevdûdî,
Seyyid Kutub, Şeriatî gibi fikir adamlarının anlatmaya çalıştıkları
İslam ve İslamcılıktan ziyade, Necip Fazıl, M. Şevket Eygi gibi
isimlerin dil ve ifade tarzlarında karşılık bulan ve her ne kadar
retorikte “asr-ı saadet”, “ümmet” gibi dinî motifler belirgin olsa da
temel gıdasını Selçuklu ve bilhassa Osmanlı’ya dair zengin
tahayyüllerden alan bir millî muhafazakârlığa karşılık gelir. Merhum
Necmettin Erbakan’ın Milli Nizam Partisi’nin tanıtım toplantısında (8
Şubat 1970) yaptığı konuşmada, “Açıkça ilan ediyorum ki bizim partimizin
kurucuları Sultan Fatih Hazretleri, Sultan Yıldırım Hazretleri, Sultan
Murad… Sultan Abdülhamid’dir” demesi bu konuda az çok fikir verir.
***
Cumhuriyet döneminde
Kemalist merkezin öteden beri din ve dindar kitlelerle başı pek hoş
olmadığından, Erbakan Hoca’nın liderlik ettiği siyasi hareket birçok yol
kazası yaşadıktan sonra laik rejimle didişmenin faydadan ziyade zarar
ürettiğini anlayınca mümkün mertebe rejimin sinir uçlarına dokunmamak ve
bu konuda çok hassas davranmak durumunda kalmıştır. Özellikle 28 Şubat
sürecinde Milli Görüş’ün derin yaralar alması bu siyasi hareketin
kendini sorgulamasına yol açmıştır. Bu kritik sorgulama parti bünyesinde
gelenekçi-yenilikçi ayrışmasını doğurmuş ve sonunda yenilikçi kanat
bağımsızlığını ilan edip Adalet ve Kalkınma Partisi olarak siyaset
sahnesindeki yerini almıştır. AK Parti dönemi birçokları tarafından
İslamcılığın iktidarla imtihanı gibi algılanmıştır. Fakat İslamcılıkla
ilgili en son tartışmalar bağlamında, AK Parti’nin yönetim kadrosuna
yakın oldukları bilinen bazı yazarlar bunun yanlış bir algı olduğunu,
çünkü Ak Parti’nin kuruluş günlerinden bu yana kendisini hiçbir zaman
İslamcı bir parti olarak tanımlamadığı gibi İslamcılık düşüncesiyle de
herhangi bir irtibatının bulunmadığını açıkça vurgulamışlardır.
Aynı camiaya mensup
diğer bazı yazarlara göre ise AK Parti döneminde iktidar tecrübesini
yaşayan eski İslamcılar bir kriz içerisine girerek İslamcılığı faydalı
bir öteki olarak araçsallaştırmış ve reddedilmesi gereken bir olgu
olarak görmüşlerdir. Bu iktidar tecrübesi geçmişte maruz kalınan
engellemeler ve kısıtlamalardan kurtulmanın yolunu liberal ve demokratik
söylemler etrafında şekillenen tezlerde aradığı ve bulduğu için,
İslamcılık dilinde sessizleşme ve fakirleşme yaşanmış, İslâmî
referanslar siyasal bir dil kaybına maruz kalmıştır. Her ne kadar
İslamcı aktörlerin yaşantısında dinî unsurlar görünse de siyasal ve
entelektüel dilde İslâmî referansların pek kullanılmaması ve bu dilin
gittikçe suskunlaşması iktidar pratiğinin İslamcılığı zaafa uğrattığı
kanaatine argüman oluşturmuştur.
Bu tespitlerin yabana
atılmaması gerekir. Zira AK Parti’nin ilk zamanlarında Erdoğan’ın
bireysel düzeyde İslam’ı referans gösterirken siyasî referans olarak da
demokrasiyi telaffuz ettiği bilinmektedir. Yine aynı süreçte partinin
muhafazakâr demokrat çizgiyi takip edecek bir parti olarak tanımlandığı
da bilinmektedir. Bu tanımlama, bir değerlendirmeye göre jakoben
Kemalist geleneğin mabetler ve vicdanlara hapsetmek istediği dinî
görünürlüğü siyasal alandan çekerek bireysel ve toplumsal alanda
kristalize etme gayretidir. Bu arada İslam depolitize edilerek dinin
toplumsal alandaki görünürlüğü muhafazakârlığa yedirilmiştir.
Dolayısıyla AK Parti’nin muhafazakârlık söylemi temelde siyasi meşruiyet
kaygısıyla belirlenmiştir. AK Parti’nin muhafazakârlık söylemi Kemalist
merkeze yönelik olarak, “Siyasal İslamcılıkla ilişkimiz yok” mesajı da
içerir.
***
Muhafazakârlık,
Cumhuriyet tarihindeki rolü itibariyle İslamcılığa meşru dil servisi
verebilecek en işlevsel ve risksiz söylemdir. Çünkü bu söylem katı
laikçi Cumhuriyet ideolojisi açısından İslamcılığın radikal talepler ve
beklentilerinden vazgeçtiği teminatı anlamına gelirken, birçok
İslamcının hâlâ İslamcı bir parti olarak görmek istediği AK Parti
açısından da kendi varlığını riske etmeme stratejisini ifade etmektedir.
Nitekim dinin muhafazakârlık düzeyinde toplumsallaştırılması hem geniş
toplumsal tabanın dinî hürriyet havasını teneffüs etmesine, hem de “din
devleti” korkularının giderilmesine önemli katkılar sağlamıştır. AK
Parti’nin “yeni muhafazakâr demokratlığı”na ilişkin dikkat çekici bir
analize göre geçmiş siyasi çizgisini sahiplenmeyen ve bu tutumu
“değişim” diye ifade eden bir siyasi hareketin “muhafaza etme”yi temel
değer olarak kodlayan muhafazakârlıkta karar kılmasının beraberinde
getirdiği ironi herhalde Türk siyasetinin “sui generis”lerinden biri
olmaya adaydır. Değişimden veya en azından mutedil tempoda olmayan hızlı
değişimden haz duymamakla maruf olan muhafazakârlığın reel politik ve
pratik düzlemde değişimi vaktiyle sembolleştiren bir siyasi partiye
ideoloji olarak seçilmesi Kemalist obskürantizmin dayattığı sinikliğin
bir tezahürü olsa gerektir.
Prof. Dr. Mustafa Öztürk - 17 Haziran 2017
Kaynak: http://www.karar.com/yazarlar/mustafa-ozturk/islamcilik-ve-muhafazakar-demokratlik-4255
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder