Star
Açık Görüş’ün geçen haftaki nüshasında bir sosyolog akademisyen,
“İslâm’da Müncî Yok Mehdî Var” başlıklı bir yazı yazdı ve yazısında 15
Temmuz darbe teşebbüsünden bu yana toplumsal ölçekte giderek tiksinç
hâle gelen her tarafa FETÖ çamuru sıvama âdeti mucibince bu pis çamuru
KURAMER’in “Beklenen Kurtarıcı İnancı” sempozyumuna da sıvadı. Söz
konusu yazının sahibine göre “Beklenen Kurtarıcı İnancı” sempozyumu,
vaktiyle FETÖ ile iş birliği yapan ilahiyatçıların günah çıkarmak için
hakikatin üzerini örtmeye çalışmalarının ibretlik misaliymiş… Güya tarih
boyunca sahte mehdî ve mesihlerin çıkışı, Mehdî-Mesih beklentisinin
asılsızlığının ispatıymış… Kırk dereden su getirerek inkârı küfrü
gerektiren zarûrât-ı dîniyeden Mehdî-Mesih akidesini çürütmeye çalışmak,
“Hadislerden Mehdî çıkmaz” diye Allah’tan korkmadan mütevatir hadisleri
yok saymak… Nasıl göz göre göre Rasûlullah’ı yalanlamaya cüret
edebiliyorlar?
***
“FETÖ ile Abant
Konsülünde iş birliği yapan ilahiyatçıların günah çıkarmak için
gerçekleri karartmaya yönelmesinin ibretli misali Mehdî konusudur” diyen
sosyolog akademisyene öncelikle şunu hatırlatmak gerekir: FETÖ ile
Abant Konsülü’nde iş birliği yapanlardan dem vururken en son bakacağın
adres KURAMER ve Mehdi meselesi olmalı. Madem ABANT konsülü ve iş
birliği diyorsun ve bu konuda bir nevi dedektifliğe soyunmuş
görünüyorsun, o zaman evvela bürokrasi, siyaset ve siyasi danışmanlık
gibi alanlarda konuşlanmış birçok zevatın ABANT sicillerini araştırmakla
işe başlamak durumundasın. ABANT toplantılarının en sonuncuna da davet
edilen ve fakat bu toplantıların hiçbirine dinleyici olarak dahi iştirak
etmeyen biri olarak evvelen şunu açıkça söylüyorum ki FETÖ çamuru
KURAMER’in “Beklenen Kurtarıcı Sempozyumu”na yapışmaz. Saniyen de Aliya
İzzetbegoviç’ten nakille diyorum ki “Mehdi, bizim tembelliğimizin
adıdır.”
Yakın gelecekte uzay
boşluğuna koloni kurma hesaplarının yapıldığı bir dünyada içimizden
birilerinin hâlâ mehdi ve mehdilik mitolojisinden dem vurması, üstelik
bunu “inkârı küfrü gerektiren zarûrât-ı dîniyeden” sayması içinde
bulunduğumuz hâl-i pür melalin acıklı bir göstergesidir. Yerel ve
küresel ölçekte ahlak, hukuk, adalet, siyaset, çatışma, savaş, zulüm
gibi birçok kritik alanla ilgili sorunları çözmek için birey, toplum ve
ümmet olarak atılması gereken ilk ve esaslı adım, mehdi denilen
mitolojik kahramanın zuhurunu beklemek yerine Kur’an ve Sünnet’teki
“emir bi’l-ma’ruf” ve “nehiy ani’l-münker” ilkesi uyarınca iyi bir
şeyler yapma iradesi sergilemek ve bu iradeyi eyleme dönüştürmektir. Tek
başına bu ilke dahi bütün dünyayı adaletle mamur kılacak bir mehdi
beklentisinin İslâmî inanç ve anlayış açısından ham hayal olduğuna kâfî
delildir. Kaldı ki neredeyse tarihin şafağından beri Hinduizmdeki
“Kalki”den Mecûsîlikteki “Şaoşyant”a kadar sayısız mehdi beklendiği
hâlde bunlardan hiçbiri şu vakte kadar zuhur emaresi göstermiş değildir.
Özellikle bu topraklarda sarahaten veya zımnen, “Ben mehdiyim” diye
ortaya çıkan tipler ise milletin ve devletin başına çorap örnekten başka
bir işe imza atmış değillerdir. Bu vesileyle belirtmek gerekir ki İbn
Haldûn’un kendi dönemindeki mehdi anlayışlarına dair tespitlerini okumak
sosyolog akademisyenimize iyi gelebilir.
Sünnî İslam
dünyasındaki cemaatler ve tarikatlarda mehdi inancının fazlaca
önemsenmesi aslında her bir cemaat ve tarikatın kendi liderine şu veya
bu şekilde mehdilik atfetmesiyle ilgili olsa gerektir. Çünkü bu
sıfat/unvan dini genellikle dindar kitlelere ya da birbirlerine anlatma
ve aynı zamanda rakiplerinden bir adım öne çıkma çabasıyla tebarüz eden
her bir cemaate imtiyaz sağlamaktadır. Mehdi olduğuna inanılan bir
kişinin önderliğindeki cemaatin geniş halk kitlelerinden daha fazla
taraftar edinme hususunda büyük avantaj sağlayacağı da kuşkusuzdur. Bir
dinî grup veya cemaatin başındaki kişinin dinî ilimler alanında birikim
sahibi olması durumunda mehdilikten önce mücedditlik gibi daha esnek ve
yumuşak sıfatlar kullanılır. Mücedditlik, Sâhibüzzaman gibi sıfat ve
unvanlar aslında mehdilik noktasına tırmanıştaki alt basamaklardır.
Mehdilik sıfatı ise bir bakıma adı konulmamış nübüvvet iddiasıdır. Mehdi
unvanına sahip olduğu kabul edilen kişi ismet sıfatıyla muttasıf gibi
algılanır. Çünkü mehdinin Allah tarafından gönderilmiş ve/veya
görevlendirilmiş bir kişi olduğuna inanılır. Ayrıca teşrii nübüvvetin
Hz. Muhammed’le son bulduğu kabul edilse bile mehdinin üstlendiği misyon
bir bakıma peygamberlikten farksızdır.
***
Sonuç olarak, mehdi
inancı hem zihnen ve fikren reşit olmamanın hem ataletin ve hem de
müslüman toplumun kendini elden ayaktan düşmüş bir aciz ve kötürüm gibi
algılamasının bariz göstergelerinden biridir. Bütün bir İslam âleminin
kendine gelip rüştünü ispatlamasının öncelikli şartlarından biri, dinî
düşünce alanında köklü bir aydınlanma tecrübesi yaşamasıdır.
Aydınlanmanın önemli parametreleri ise mehdilik gibi mitolojik
tahayyüllerin kadim tarih müzesine kaldırılmasını da gerektiren işlevsel
akıl ve iradeyle mücehhez birey olmanın farkına varılması ve aynı
zamanda okuma, anlama, sorgulama kültürünün yaygınlık kazanmasıdır.
Hâsılı kelam, “Mehdi gelecek, dertler bitecek” diye bekleyip durmak
yerine aklımızı başımıza devşirmek ve kendimize gelmek lazımdır.
Prof. Dr. Mustafa Öztürk - 10 Kasım 2018
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder