Yazan: Doç. Dr. Nihat Uzun
Bir kıymetli üstadımız tarihselciliği çökertmiş.
Kendisini
ziyadesiyle tebrik ediyor, daha nice İslam düşmanı (!), genç zihinleri
ifsad eden (!) yıkıcı ve yakıcı (!) akımları çökertme hususunda Cenab-ı
Vahibü'n-Ni'am'dan nusret niyaz ediyoruz.
Durum şundan ibaret: Bu
güne kadar doğru düzgün anlama girişiminde bulunmadığı, aslında
anlamaya niyeti de olmadığı, önyargıdan başka bir şey beslemediği için
hep kendine kadar okuyup anladığı fikirler/yazılar karşısında herhangi
bir sadra şifa sözü olmadığından, nihayet "Allah'ın ahlakiliği", "bu
âyetler lafzen Allah'a ait olamaz" gibi sözleri işitince, "Allah'ım sana
şükürler olsun ya Rabbim. Sen bizim imdadımıza yetiştin de sonunda
vuracak bir yer bulduk. İşte şimdi çökerttim seni tarihselcilik. Sen
bittin" narasıyla ortaya çıkmış üstadımız.
Ortaya çıkınca ne yapmış peki?
Eskiden beri söylenen ne varsa, bir kısmını da yanlış biçimde, tekrar
edip durmuş. Sanki onları tekrar etmeyi başkaları bilmiyor gibi. Sanki
eski şeyler aynen tekrar edilince kafadaki sorular cevaplanıyor da
hiçbir sorun kalmıyor gibi! Hocam tarihselci dediğin adamlar o
tekrarların çözmediği veya eskiden çözse de şimdi artık çözmediği
sorunlarla boğuşuyor farkında mısın? Mesela mevrid-i nasta içtihada
mesağ yoktur diyorsun, eyvallah da, bir de Prof. Mehmet Erdoğan Hocama
kulak verelim:
“Söz gelimi hırsızlık suçu işleyene ceza olarak
tek seçenek el kesme diyorsan, şeriatçı, yok mesela Osmanlı’nın yaptığı
gibi “At, katır ya da merkep uğurlayanın elin keseler yahut şu kadar
akça cürüm alına!” diyorsan yani buna bir araç değer olarak bakıp onun
yanına ya da onun yerine başka şeylerin de ikame edilebileceğini, bunu
zaman ve zeminin, Müslümanların genel maslahatının belirleyebileceğini
söylüyorsan işte o zaman senin din ve imanla hiç bir ilişkin kalmıyor
demektir. Tabii, biz İslam fıkhını hayatın içinde yaşamıyoruz,
kitaplarda okuyoruz. Kitaplar da daha çok hicrî altıncı yedinci asırlara
ait. Daha önceki ve sonraki tarihlere ait olanları da var. O vakit aynı
zamanda hayatın içindeki hukuk da olan hükümler, kitaplara derc edilmiş
ve satırlarda aynen yazıldığı gibi duruyor. Oysa hayat hariçte devam
etmiş. Olguların kimisi sabit kalmış, kimisi değişmiş. En yakınımıza ait
Osmanlı dönemi altı yüz yıllık bir huzur ve istikrarın adı olmuş. Peki,
bunca farklı coğrafyada ve asırlar boyu bunlar bu işi nasıl
götürmüşler. el-Mergînânî’nin yazdığı hal üzere mi? Hayır. Yeri geldiği
zaman “elin keseler yahut…” diyerek evet “yahut” diyerek bunu
başarmışlardır.”
Eskide ne varsa aynen tekrar etmek ilmi cevap mı
oluyor yani sevgili Hocam? Maalesef öyle düşünüyorsunuz. Bir de bu son
tartışmalarla ilgili “ümmeti modernistlerin ve projelerin şerrinden”
kurtarmaya azmederek ilmi cevap yazan arkadaşlara bakıyorum, ya bildik
şeyleri aynen tekrar ediyorlar, ya edebiyat parçalıyorlar ya da tuhaf,
bıktırıcı birtakım deliller falan serdetmeye çalışıyorlar ki insanın
okuyası gelmiyor. Neden böyle? Çünkü zorlama yazılar yazıyorlar.
Üstadımız yazısının sonunda bir de tarihselcilik tarifi yapmış kendince.
Peki öyle kendince tarif yapmak oluyor muymuş? Tarihselciliğin ne
demeğe geldiği öyle kafaya göre tanımlanabiliyor muymuş? Eğer öyleyse
niye başkalarını "tamamen yeni, daha önce hiç söylenmemiş" şeyler
söylüyor diye eleştiriyorsunuz? Var mı öyle kurnazlık? Ömer Özsoy Hoca
tarihselciliğin ne olduğunu, nasıl anlaşılması gerektiğini enfes bir
fikir işçiliğiyle yazmış kitabında. Okudunuz mu acaba? Sanmıyorum.
Bir de şu "evvel yoğ idi bu yeni çıktı" serzenişinize bir şey demek
istiyorum. Acaba geçmiştekilerin, bütün düşündüklerini bi hakkın ifade
edebildiklerini size düşündürten nedir mirim? Acaba bugün söylenen bazı
şeyler geçmişte hiç kimsenin aklına gerçekten gelmemiş mi? Sonuçta
tarihselcilik olsun vahyin mahiyeti olsun tamamen yeni tartışmalar
olamaz, bunların geçmişte kökleri, benzerleri elbette ki var. O halde
onlar neden bir yere kadar geliyorlardı da orada duruyorlardı sizce? Ben
söyleyeyim: Mahalle baskısı. Hatta tam olarak kılıç korkusu, kelle
kaybetme korkusu. Mesele bundan ibarettir. Sanki geçmişte her şey güllük
gülistanlıkmış gibi, "aha bak, geçmiş alimlerin hiçbiri bunu
söylememişti, ilk kez bu zındıklar söylüyor" diye ortaya atılmanın alemi
yok. Razi'yi biliyorsunuz sanırım. Burhan-ı kâtı' (!) gösterildiği için
susmuştu. Ene'l-hak diyeni parça parça ettiler. Kur'an mahluktur
demeyene dünyayı dar ettiler. Sonra diyene dar ettiler. Geçmişin toplum,
siyaset, din anlayışları, bunların birbiriyle ilişkisi, Ortaçağların
meseleleri algı biçimi, kavgalar, çekişmeler, tekfirler… incelenmeden
“geçmişte yoktu şimdi çıktı, o zaman proje bu” demek yanlıştır. Tabi
eğer ortada kasıt yoksa yanlıştır. Kasıt varsa zaten bir şey söylemeye
gerek yok.
“Allah’ın ahlakiliği” ifadesine takmışız kafayı. Evet
ilk okunduğunda sansasyonel durmuyor değil. Fakat kardeşim, yani bir
ilim adamının buna tavrı Mehmet amcadan farklı olmalı değil mi? Bu
ifadeyi alıp da “ahlakın kaynağına ahlak öğretiyorsunuz” gibi çocukça
bir saldırıya geçmek yakışıyor mu yani? Bakınız, Mu'tezile'nin "aslah
alellah vacib" fikrini, "Allah şerri yaratmaz" fikrini daha güncel ve
biraz da sansasyonel ifadelerle söyleyin, aynı kapıya çıkar. Buralarda
Allah’a haşa ahlaksız demek yok, O’nu tenzih etme düşüncesi var. Bunu
anlamak zor değil. Ayrıca Mu’tezile’nin bu fikirlerini âyetler üzerinden
düşündüğünüz zaman neredeyse "bu bedduaları Allah söylemiş olamaz"a
çıkar. Sonuçta geçmiştekiler ne söylerse söylesinler, hiç birisi
Allah'ı, peygamberi, onun vahyini inkâr etmiş değillerdi. Sadece
soruların tatmin etmeyen veya istismar edilen cevaplarını yeterli
görmüyorlar, başka cevap bulmaya çalışıyorlardı. Hiçbirisi "proje"
değildi. Hiçbirisi "genç dimağları ifsad" için konuşmuyordu.
Şimdikilerin de onlardan farkı yok. Ama tutturmuşsunuz bir "proje",
adamlar ne kadar "yok yahu, ben de senin gibi müslümanım, mü’minim;
fakat nesh meselesine, ahkam meselesine, vahyin mahiyeti meselesine
senin gibi bakmıyorum" dese de sizin için kâfi gelmiyor.
Ne diyelim!
Doç. Dr. Nihat Uzun - 5 Ocak 2018
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder