Son zamanlarda
Türkiye’deki genç kuşakların deizm, ateizm, agnostisizm gibi düşünce
akımlarına karşı gözle görülür bir ilgi ve eğilim gösterdiğinden söz
edilmektedir. Burada söz konusu olan eğilimin yoğunluk düzeyini şu an
için tam anlamıyla tespit etmek zor olsa da genç kuşağın kurumsal dinden
ve geleneksel din söyleminden hiç hoşlanmadığını, hatta skolastik ve
dogmatik karakterli egemen din anlayışından çok soğuyup uzaklaştığını
söylemek mümkün görünmektedir. Nitekim bu olgu ailemizdeki ve yakın
çevremizdeki gençlerin protest tavır ve tutumlarından rahatlıkla
gözlemlenebilir mahiyettedir. Sosyal olaylar ve olgular çoğunlukla
multifaktöriyel olarak şekillenip geliştiğinden, bunların bir tek faktör
veya sebebe bağlanarak izah edilmesinin sağlıklı sonuçlar vermeyeceği
kesindir. Bu yüzden, genç kuşağın kurumsal dinden ve geleneksel dinî
söylemden giderek uzaklaşmasının arka planında birçok faktör bulunduğunu
söylemek gerekir.
***
Klasik kelam ilminin çağdaş insanın
zihnindeki ontolojik ve teolojik sorulara yeterli cevaplar sunamaması,
dolayısıyla müslümanların modern zaman diliminde varlık, eşya ve hayata
dair yetkin bir dünya görüşünden mahrum olması, genç kuşakların kurumsal
din ve dinî söylemden uzaklaşmalarının önemli sebepleri arasında
sayılabilir. Kelam temelde İslam’ın inanç ilkelerini konu edinen bir
ilim olmakla birlikte müslümanca dünya görüşüne ilişkin ölçütler
belirleme işlevine de sahiptir. Özellikle yirminci yüzyılın başlarından
itibaren gerek natüralizm, pozitivizm gibi fikir akımlarına mukabelede
yetersiz kaldığı gerekse modern döneme kadar dayandığı ilmî-felsefî
muhtevanın artık sakıt olduğu düşüncesiyle kelam ilminde yenilik arayışı
denebilecek bir yönelim zuhur etmiştir. Nitekim Muhammed Abduh’un Risâletü’t-Tevḥîd, Şiblî Nu’mânî’nin el-Kelâm, Şehbenderzâde Ahmed Hilmi’nin Üss-i İslâm: Hakâik-i İslâmiyye’ye Müstenid Yeni İlm-i Akâid ve İsmail Hakkı İzmirli’nin Yeni İlm-i Kelam
gibi eserleri modern çağdaki felsefî akımların vahye dayalı inanç ve
değerleri tehdit etmesi ve dini dışlayan bu akımların İslam dünyasındaki
aydınları etkilemesi gibi sorunlar üzerine telif edilmiştir. Ne var ki
kelamda yenilik arayışlarının devamı gelmemiş, bu yüzden de hâlen
İlahiyat fakültelerinde okutulan kelam dersleri gerçek hayatta hemen
hiçbir karşılığı bulunmayan zat-sıfat, isim-müsemma, cevher-araz gibi
tartışma konularına mahkûm olagelmiştir.
Genç kuşakların kurumsal dinden
uzaklaşmalarının arka planındaki en önemli sebeplerden biri de
kerametleri kendilerinden menkul denebilecek tarzda genelde İslam’ın
özelde Ehl-i Sünnet’in resmî sözcülüğüne soyunan birtakım çevrelerin
ortaya koydukları çirkin temsil örnekleridir. Son günlerde el altından
dolaşıma sokulan “Dinî-Sosyal Teşekküller, Geleneksel Dinî-Kültürel
Oluşumlar ve Yeni Dinî Yönelişler” başlıklı raporda -ki bu raporun
Diyanet İşleri Başkanlığı bünyesinde hazırlandığı ileri sürülmektedir-
özellikle “Gelenekçi ve Geleneksel Dinî Kültürel Oluşumlar” bölümünde
değerlendirilen dinsel kimlikli figürler ve cemaatlerden pek çoğunun
faaliyetleri ve söylemlerine göz atıldığında “çirkin temsil” derken neyi
kastettiğimiz rahatlıkla anlaşılır. Din, kendilerini dinin
muhafazasıyla vazifeli olarak gören insanlar tarafından farklı dinî
görüş ve anlayışları dışlayan bir tutumla temsil edildiğinde, bu
insanların temsil tarzını onaylamayan gençler en azından kendi özel
dünyalarında daha özgür ve insancıl olabilmek için kurumsal dinî
yapılardan ve bu yapıların dışlayıcı ve kışkırtıcı diskurlarından nefret
edip uzaklaşıyor. Bizim de katıldığımız bir değerlendirmeye göre
dışlayıcı dil ve söylem tarzının temsil ettiği kurumsal din, saf haliyle
dine bağlanma ihtiyacı duyan gençlerde geri çekilme tepkisine yol
açıyor. Bu tepki her ne kadar açıkça dile getirilmese de çoğu kez “Din
buysa ben o dinden değilim” cümlesinde ifadesini bulan bir duygu olarak
gençlerin iç dünyasına yerleşiyor.
***
Bu açıdan bakıldığında deizm, ateizm ve
agnostisizm gibi akımların Türkiye’deki gençler arasında yaygınlaşmasını
bilinçli bir inanç tercihine yönelişten öte, kurumsal din ve geleneksel
dinî söylemin yetersizliği ve arkaikliği karşısında sergilenen protest
bir tavır olarak değerlendirmek sanki daha makuldür. Bu noktada Haniflik
ve Hanifleşme diyebileceğimiz yeni bir yönelimden söz etmek de
mümkündür. Hanîf kelimesi Kur’an’da Hz. İbrahim’in yerleşik şirk inancı
karşısındaki reddedici tavrını ifade etmek üzere müşrikliğin karşıtı
olarak kullanılır. Ayrıca Hz. Muhammed’e ve ona uyanlara hanîf olarak
tevhid inancını (ed-dîn) benimsemeleri gerektiği vurgulanır (Yûnus
10/105; Rûm 30/30). Habeşçe, Süryanca, İbranca gibi dillerden Arapçaya
geçen “hanîf” kelimesi yerleşik inanç sistemine göre “mülhid, sapkın
konumda olan kişi” gibi bir anlam taşır. Dolayısıyla Haniflik muayyen
bir inanç sistemi olmaktan öte, müesses ve muharref dinî yapılar ve
anlayışlara karşı sergilenen protest bir tavrı anlatır. Hanifliği hem
şirk inancına hem de Ehl-i Kitab’ın inanç tarzına aykırı bir tavır
olarak niteleyen Kur’an aslında insanlara hiç bilmedikleri bir şeyler
öğretmek veya kendilerine yepyeni dinî kimlikler vermek için değil, öz
kimlikleriyle özdeş olması gereken kulluklarını hatırlatmak için
seslenir. Kur’an’ın kendi nüzul ortamında “yaratılış”a (fıtrat) uygun
dinî tutumun temsilcileri olarak gördüğü Haniflere karşı dikkat çekici
olumlu tavrı da bu bağlamda çok manidar olsa gerektir. Hâsıl-ı kelam,
günümüz Türkiye’sindeki genç nesiller geleneksel dinî söylemdeki
sakillik ve arkaikliğe karşı isyankâr bir tavır sergilemekte ve
dolayısıyla bilinçli bir tercih olarak deizm, ateizm gibi akımlara
rağbetten ziyade Haniflik kavramında ifadesini bulan protest bir tavır
takınmaya yönelmiş görünmektedir.
Prof. Dr. Mustafa Öztürk - 13 Nisan 2019
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder