İyi Hâl Kâğıdı


Din İşleri Yüksek Kurulu’nun TOKİ ve ev kredisiyle ilgili fetvası üzerine geçen hafta bu köşede yayımlanan “Diyanet, TOKİ, faiz” başlıklı yazımız ve yine aynı konuyla ilgili bir televizyon programındaki konuşmamız vesile kılınarak yeni bir linç kampanyasının hedefine oturtulmuş durumdayız. Bu yeni kampanya, “Kur’an günümüze yazılı metin olarak gelmeseydi...” diye başlayan bir ifademin önü-arkası kesilerek sosyal medyaya servis edilmesi ve ardından müslüman mahallesinden birilerinin harekete geçip “Falanca, Kur’an yazılı metin olarak günümüze gelmeseydi daha iyi olurdu, dedi.” başlıklı linç kampanyasını hayata geçirmesi şeklinde cereyan ediyor. 

15 Ocak 2016 tarihinde Hadis Meclisi’nin davetlisi olarak Ankara İlahiyat Fakültesi’nde yaptığım “Sünnet’in Ehemmiyet ve Evleviyeti” konulu birkaç saatlik konuşmamın içerisinden yanlış anlaşılmaya müsait bir-iki dakikalık fragmanı kesip sosyal medyada servis edenler, kendilerini “ateist” diye tanımlayan bir grup... Kanımca bu grubun insanlık soruşturmasından iyi hal kâğıdı alması pek mümkün değil... Kuşkusuz, bir insan kendini “Allahsız” olarak tanımlayabilir; Allah’a inanmak ya da inanmamak kişinin tercihidir. Bizim inancımıza göre Allahsızlık tercihinin hesabı bizzat Allah tarafından görülecektir. Bu yüzden, biz “hukukullah”a taalluk eden meselelerle pek ilgilenmeyiz; dolayısıyla kendimizi “iman bekçiliği” gibi bir yükümlülükle de mükellef görmeyiz. Ama eğer her birimiz birer insan evladı olarak birbirimiz üzerindeki hak ve sorumluluklara riayet etmemizi mucip toplumsal hayatın birer parçası isek, kişi hakkına özen göstermemiz en temel insani ve ahlaki ödevimizdir. Bu anlamda ahlaki davranmak için dindarlık gibi bir şart söz konusu değildir. Ne yazık ki söz konusu ateist grup, benim konuşmamı hiç de kastedilmeyen bir anlam çerçevesine oturtup paylaşmakla gayr-i ahlakiliğin kusursuz temsillerinden birini icra etmiştir. Öte yandan, bu grubun manipülatif ve provokatif paylaşımına “mal bulmuş mağribî” gibi atlayıp müslüman mahallede yeni bir linç kampanyasına start vermek isteyenlerin de ahlâkî açıdan iyi hal kâğıdı alamayacaklarını, hatta salt mevcudiyetlerine dahi tahammül edememe derecesinde kendilerinden nefret ettikleri kimi insanları dindar kamuoyu nezdinde itibarsızlaştırmak için hemen hiçbir insani ve ahlaki ölçüt tanımaksızın saldırılar organize eden bu zevatın toplumsal bünyede “hizipçi, klikçi, cemaatçi müslümanlık gitgide ahlaksız bir aidiyete dönüşmeye başladı” şeklinde bir pejoratif algı oluşmasına ciddi katkı sağladıklarını özellikle belirtmem gerekir.   

Gelgelelim, Hadis Meclisi’ndeki konuşmam sırasında sarf ettiğim sözün bağlamına ve anlamına, yaklaşık bir asrı aşkın bir süre boyunca İslam dünyasının özellikle Hindistan ve Mısır gibi bölgelerinde ve son 30-kırk yıllık dönemde de Türkiye muhitinde Kur’an, din ve dinî ahkâmı ilkten üretme ve İslam’ı yeniden keşfetme metni gibi okundu. Bu modern okuma tarzı “Dinî alanda Kur’an’dan başka bir kaynağa ihtiyaç yok”, “İslam Kur’an’dan ibarettir”, “Kur’an İslam’ı” gibi sloganik söylemlerle satışa sunuldu ve sayısız müslüman tarafından da memnuniyetle satın alındı. Fakat yaşandı ve görüldü ki “Sadece Kur’an” anlayışı dinî alanda ihtilaf çoğaltmaktan başka bir sonuç doğurmadı. Malum, son yıllarda İlahiyat akademyasında “Kur’an’a Göre” (ki bunun anlamı aslında “Allah’a Göre” demektir) başlıklı makale ve kitap yayımlamak da hayli moda oldu. Kısacası, son yıllarda herkes Kur’an’dan ya da Kur’an’a göre konuştuğundan dem vurdu ve fakat sonuçta Kur’an bizim hoyratlığımız yüzünden -tabir caizse- çok yoruldu. Kaldı ki bugünkü tarihten 14-15 asır önce Hz. Ali, Sıffîn Savaşı’ndan sonraki tahkimnâme formülüne, “Bunca kanın heder olduğu bir meselede insanoğlunu hakem tayin etmek adalet midir? Bu konuda biz susalım, Allah/Kur’an konuşsun” diye itiraz eden Hâricîlere, “Kur’an konuşmaz, onu insanlar konuşturur” demişti. Yine Hz. Ali, İbn Abbâs’ı Hâricîlerle müzakereye gönderirken, “Sakın ola ki onlarla Kur’an üzerinden tartışma; çünkü Kur’an farklı manalara hamledilebilir bir metindir. Sen sen ol, onlarla [yaşanmış, hayata taşınmış] sünnet üzerinden tartış” tavsiyesinde bulunmuştu. 

Bütün bir İslam tarihi boyunca hiçbir itikâdî ve fıkhî mezhebin kendi iddiasını/ictihadını teyit amacıyla Kur’an metninden delil devşirme (istidlal) sıkıntısıyla karşılaşmamış olması gerçeği dikkate alındığında Hz. Ali’nin sözleri kuşkusuz çok daha iyi anlaşılır. İşte benim, “Zaman zaman, Kur’an günümüze yazılı bir metin olarak gelmekle iyi mi oldu, diye düşünmekten kendimi alamıyorum. Şayet bu şekilde gelmeseydi, durum şimdikinden daha mı vahim olurdu?” şeklindeki sözlerim, bugün eli kolu bağlı halde yorumcunun insafına kalmış zavallı bir metin gibi oracıkta duran Kur’an’ın başına gelen yorum faciasına ya da kısaca Kur’an metninin başına kıyamet kopmuş olmasına yönelik tepkimin ve aynı zamanda “Yaşayan Sünnet”i itibarsızlaştırma anlayışına karşı serzenişimin dramatik bir ifadesidir. Bununla birlikte, beşer/insan olmam hasebiyle hata ile malulüm. Bu yazıya mevzu teşkil eden sözlerimde olduğu gibi maksat ve meramımı yanlış anlamalara mahal verecek şekilde organize etmiş olabilirim. Hatta kimi zaman maksadını aşmış sözler söylemiş de olabilirim. Ancak hatamı fark ettiğimde özür dilemekten ictinap etmem, bilakis içtenlikle özür dilerim. Üstelik bunu insani ve ahlaki bir erdem bilirim. Bahis konusu sözlerim, bizzat o konuşmada da dile getirdiğim üzere kışkırtıcı, provokatif algılanabilir. Bu durum özrü mucipse, provokatif üslubumdan dolayı özür dilerim. Fakat son bir not olarak şunu da belirtmek isterim: Bunca yılını “Kur’an bugün daha sağlıklı ve sahici şekilde nasıl anlaşılır?” sorusu etrafında zihnen didinmekle tüketmiş ve Allah izin verdiği sürece bundan sonraki ömrünü de tefsir çalışmasına vakfetmiş bir müslüman evladını yine kendisi gibi bazı müslüman evlatlarının, “Falanca, Kur’an günümüze bilindik kitap formatında gelmeseydi iyi olurdu, dedi” şeklindeki müevvel bir ifade üzerinden yargılayıp hidayetten nasipsizlikle suçlamak, rûz-i mahşerde iyi hal kâğıdı almakta ciddi problem çıkaracak bir ahlak sorunudur. Vallâhu a’lem.

Prof. Dr. Mustafa Öztürk - 25 Ocak 2020

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder