Cumhurbaşkanı
Erdoğan’ın “At izi it izine karışmış vaziyette” sözü FETÖ’nün tam bir
püsküllü bela olduğuna, devlet organlarını bu melun yapıya ait habis
urlardan arındırma işinin zorluğuna işaret ediyor. 15 Temmuz darbe
girişiminden dolayı milletin vicdanında mahkûm olması sebebiyle FETÖ’nün
en azından ülke sathında gebermesi mukadder görünüyor. Bununla
birlikte, giderayak, “Kendimle birlikte sizi de götüreceğim” der gibi
hareket ettiği de dikkat çekiyor. Yani bu püsküllü belanın kanlı canlı
hali gibi leşinin de uzun süre baş ağrıtacağı, etrafa daha çok mikrop
saçacağı kuvvetle muhtemel görünüyor. At izinin it izine karışmasına
gelince, bu karışıklık bir yönüyle FETÖ ile mücadele fırsatını ganimet
bilip sıfır maliyetli kahraman olmak veya “fırsat bu fırsat” deyip bu
vesileyle hasmından intikam almak isteyen sayısız ahlaksızın
ispiyonculuk yapmasıyla, diğer bir yönüyle de 15 Temmuz’dan sonraki toz
duman içinde izini kaybettiren kripto FETÖ’cülerin bir taşta iki kuş
vurmak maksadıyla ihbarcılığa soyunmasıyla ilgilidir. Cumhurbaşkanı’nın,
“Ben bir şey atayım da nasılsa tutar, diyenler var” ifadesi ile
memurların açığa alınması noktasında yarışa girmeme yönündeki uyarısı
problemin her iki yönüne de işaret etmektedir.
İspiyonculuk her zaman
ve zeminde mevcut olan, özellikle bugünkü gibi kriz vasatlarında ivme
kazanan bir rezilet olarak düpedüz şerefsizliktir. Din de dâhil hiçbir
manevi ve moral ilaç insanoğlundaki bu kadim rezileti kökünden kazımaya
kâfi gelmemiştir. Çünkü insanoğlu nasstan hayata taşıma safhasında dini
kendine benzetmeyi becermiştir. Nitekim hem serapa ahlaksız olmak hem de
dindarlıktan dem vurmak bu sayede gerçekleştirilmiştir ki “din
istismarı” diye kavramlaştırılan bu olgunun tarihsel tecrübedeki en iyi
temsillerinden birinin Gülen ve avanesine ait olduğu şüphesizdir. Dinî,
ahlâkî ve insani düzlemdeki metaformozları dikkate alındığında Gülen ve
avanesinin eline hemen hiçbir kimsenin su dökemeyeceği söylenebilir.
Örnek vermek gerekirse, 1970-1980’li yıllarda, “Dünyadaki fitnenin başı
Vatikan’dır” diyen de Gülen’dir; 1990’lı yılların sonlarında Papa II.
Jean Paul’e, “Dinlerarası Diyalog İçin Papalık Konseyi (PCID) misyonunun
bir parçası olmak üzere burada bulunuyoruz. Bu misyonun tahakkuk
edişini görmeyi arzu ediyoruz. En aciz bir şekilde hatta biraz cüretle,
bu pek kıymetli hizmetinizi icra etme yolunda en mütevazı yardımlarımızı
sunmak için size geldik” şeklindeki ifadeleri muhtevi bir mektup takdim
eden de Gülen’dir.
1990’lı yıllarda,
“Türkiye dünü, bugünü itibarıyla süper devlet olmaya namzet bir konumda
bulunmaktadır. Gerek Orta Asya cumhuriyetleri, gerek birçok sair İslam
ülkesi yürekten Türkiye’ye bel bağlamış kabul edilebilirler. Bizim böyle
istikrarsız, zayıf, devlet bünyesi içine kadar pisliklerin girmiş
olduğu bir ülke imajı çizmemiz, bize bel bağlayan, güven ve emniyetle
bakan ülkelerin güvenini kaybetmemize yol açar ki kaybedilen bu güven ve
itibarı tekrar kazanmamız çok uzun zaman alabilir. Hâlbuki Türkiye’nin
böyle bir zaman ve itibar kaybına asla tahammülü yoktur” diyen de
Gülen’dir; 15 Temmuz 2016 gecesi Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı iç savaş
ve işgal garantili darbe teşebbüsünün talimatını veren de Gülen’dir.
Yine 1990’lı yıllarda, “Müslümanlar hakiki hedeflere şer vasıtalarıyla
ulaşamaz. Hiçbir yol ve yöntem dinî açıdan haklı görülmeyen amaçlar
uğruna kullanılamaz” diyen de Gülen’dir; özellikle son yıllarda “Amaç
uğruna her yol mubahtır” anlayışınca hareket eden ve bu minvalde şerden
başka bir şey üretmeyen de Gülen’dir.
Bu birkaç örnekten de
anlaşılacağı üzere FETÖ her yeni sosyal ve siyasal durumda kendini
yeniden yapılandırma ve yepyeni kılıklarla karşımıza çıkma kabiliyetine
sahip bir yapıdır. Bu binbir suratlılık kabiliyeti FETÖ’nün nasıl bir
püsküllü bela olduğunu da az çok açıklamaktadır. Hiçbir sabit ilkesi ve
kıblesi olmayan bir kişi ve grupla mücadele etmenin son derece güç
olduğu kuşkusuzdur. Belanın püskülüne ispiyonculuk da eklendiğinde
devlet bünyesindeki pisliği temizleme işinin neredeyse imkânsız bir hâl
alacağı kendiliğinden anlaşılır. Bu noktada, tüm mesailerini şimdilerde
ispiyonculuğa vakfedenlerin birçoğunun daha düne kadar Gülencilerle
düşüp kalkan ve yalakalıkla maruf olan ahlaksızlardan oluştuğu da gözden
kaçırılmaması gereken bir husustur. Bu sebeple, devletin ve toplumsal
bünyenin salahı için müseccel FETÖ’cülerin yanı sıra ispiyonculuğu
meslek edinmiş ahlaksızların da tespit edilip cezalandırılması
kaçınılmazdır. Aksi halde FETÖ vakası yakın gelecekte genel olarak
devlet ve milleti, özel olarak da siyasi iktidar ve iradeyi vuracak bir
bumerang olacaktır.
Prof. Dr. Mustafa Öztürk - 10 Eylül 2016
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder