"Sahte Mehdi" Meselesi


3- 4 Ağustos 2015 tarihlerinde Ankara’da düzenlenen Olağanüstü Din Şurası’nın sonuç bildirgesindeki, “FETÖ/PDY hareketi sahte bir mehdi hareketidir” ifadesi kimi çevrelerce tartışıldı ve bu ifadenin mefhumundan hareketle, “Mehdinin sahtesi varsa, hakikisi de vardır. Demek ki Diyanet mehdilik inancını onaylamaktadır” şeklinde itirazlar yapıldı. Şuranın sonuç bildirgesine son şeklini veren heyet içerisinde bulunmam hasebiyle söz konusu eleştirilerin beni de ilgilendirdiğini belirtmeliyim; fakat bu vesileyle Diyanet’in mehdi ve mehdilik meselesiyle ilgili resmi görüşünü bilmediğimi de eklemeliyim.

“FETÖ/PDY hareketi sahte bir mehdi hareketidir” ifadesinin dikkatsiz ve özensiz organize edilmesinden dolayı yanlış anlamaya müsait bir önerme olduğu söylenebilir. Ancak şuranın sonuç bildirgesinde yer alan ve söz konusu önermenin şerhi mahiyetinde olan şu ifadeler hem yanlış anlama ihtimalini büyük ölçüde gidermekte hem de Diyanet’in mehdilikle ilgili görüşü hakkında az çok fikir vermektedir: “Tarih boyunca toplumun güvenliğini tehdit eden mehdici-mesihçi ve hurûfi-bâtınî karakter arz eden pek çok fitne ve fesat hareketi ortaya çıkmıştır. Sır, gizem, adanmışlık, karizmatik kişilik gösterisi ve takiyyecilik/çift şahsiyetlilik bu hareketlerin en bariz özelliği olmuştur. Modern zamanlarda ise bu tür hareketler uluslararası siyasal mühendisliklerin güdümünde İslam toplumlarının parçalanması ve sömürülmesinin birer aracı olarak kullanılmışlardır.”

***

Bu izahat, “Hakiki mehdi diye bir şey yok” diye de özetlenebilir; dolayısıyla “sahte mehdi” tabirinden, “sahtesi varsa hakikisi de vardır” gibi bir sonuç çıkarmanın lafazanlık olduğuna hükmedilebilir. Bu mesele bir kenara, mehdilik, çok çeşitli inanç sistemlerinde mevcut olan, dolayısıyla İslam’a özgülük vasfı taşımayan çok eski bir hikâyeden ibarettir. Yahudilik ve Hıristiyanlık’ta “Mesîh”, Sâbiîlik’te “Praşai Siva”, Mecûsîlik’te “Şaoşyant”, Hinduizm’de “Kalki”, Budizm’de “Maitraya” gibi kavramlar mehdilik hikâyesinin arka planı ve kültürel çapı hakkında manidar ipuçları verebilir.

Mehdi ve mehdilik etrafında oluşan inanç örgüsü çoğunlukla doğu toplumlarında gözlemlenen tembellik, irrasyonellik, romantiklik, rüşt çağına erememişlik, tarihsel akışı her daim kötülüğün çoğalmasına yoran koyu pesimistlik ve hatta iktisat tabiriyle “free rider problem”cilik (bedavacılık/beleşçilik sorunu) gibi sosyolojik ve antropolojik komponentlerin bileşkesinden müteşekkildir. Hatta bu inanç örgüsü dinîlik süsü verilmiş senkretik bir mitolojiden ibarettir. Nitekim İslâmî kaynaklarda, özellikle Şiî müelliflere ait kitaplarda nakledilen mehdi rivayetlerindeki muhteva çeşitli inançlar ve kültürlere ait çok sayıda unsurla bezeli bir kompozisyon ve koalisyona işaret etmektedir.

***

İslam tarihinde Şia konsorsiyumu (Zeydiyye’nin ana gövdesi hariç) hem asırlar boyu muhalefette kalmanın yarattığı travmatik duygusallıktan, hem de nereye kaybolduğu bilinmeyen bir dizi imamla ilgili tuhaf inanç kurgusundan dolayı mehdilik fikrine sımsıkı sarılmıştır. Sünnî gelenekte Ehl-i Hadis ve Selefiyye ekolü de gerek dini haber ve esere (rivayet) eşitlemenin, gerekse en zayıf hadisi re’ye tercih etmenin bir tezahürü olarak mehdi inancına sahip çıkmıştır. Tasavvuf geleneğinde ise mürşid diye anılan hemen her sûfînin aynı zamanda mehdi gibi -ki belki de “gibi”si fazla- algılanması ve aynı zamanda tasavvuf ile teşeyyu’ arasında sıkı denebilecek bir irtibat/iltisak bulunması nedeniyle mehdilik fikri bu gelenekte de hüsn ü kabulle karşılanmıştır. Buna mukabil mehdi inancına ilişkin rivayet malzemesi klasik dönemlerde Kadî Abdülcebbâr ve İbn Haldûn, modern dönemlerde de M. Reşîd Rızâ gibi âlimlerce uydurma ve/veya zayıf sayılmıştır. Mehdi inancının teolojik, sosyolojik, antropolojik ve sosyal psikolojik boyutları ile günümüze yansımaları hakkında çok fazla şey söyleme imkânı bulunmakla birlikte bu platformdaki imkân ve sınırlarımız hayli dardır. Ancak bu konu 22 Ekim 2016 tarihinde Kuramer tarafından düzenlenecek olan “Beklenen Kurtarıcı İnancı” sempozyumunda hemen her boyutuyla masaya yatırılıp etraflıca tartışılacaktır.

Prof. Dr. Mustafa Öztürk - 3 Eylül 2016

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder