Hafta
başında, din ve evrim meselesi hakkında konuşmak üzere bir
televizyondan davet aldım; fakat hem sağlık problemim hem de konunun
kabak tadı verdiğine ilişkin kanaatim sebebiyle programa katıl(a)madım.
Programdaki katılımcılar arasında evrimi reddeden iki akademisyenin
tekellüflü argümanlarını dinleyince, “Bu kadar cehalet ancak tahsille
mümkün olur” sözünü hatırladım. Yine bu iki akademisyenin dini müdafaa
adına söyledikleri her şeyin, paradigmatik olarak, Bağdâdî’nin, “Ehl-i
Sünnet’in icma/ittifak ettiği on beş ilke” başlığı altında, “Ehl-i
sünnet, yeryüzünün hareketsiz/sakin olduğunda icma etmiştir. Bunun
aksini savunanlar Dehrîler/Materyalistlerdir” (Abdülkâhir el-Bağdâdî, el-Fark beyne’l-Fırak, Dâru’l-Marife, Beyrut, trs., s. 330) şeklindeki ifadesinden pek farklı olmadığı kanaatine vardım.
Bilindiği gibi evrim
teorisi muhafazakâr çevrelerde “Allahsızlık” fikri olarak algılanıyor.
Gerçi bu teoriyi ateizme bağlayan bilim adamlarının mevcudiyeti
biliniyor; ancak evrim esas itibariyle bir yaratılış şemasına karşılık
geliyor. Üstelik bu şemaya kanun değil, teori deniliyor. Bilimsellik
iddiası taşıyan her teorinin yanlışlanabilir olduğu, bilimin
doğrulamalar ve yanlışlamalarla mesafe aldığı biliniyor. Evet, evrim
teorisinde Allah’ın “halq/hâliq” sıfatıyla pek ilgilenilmiyor, tıpkı
yağmurun veya karın nasıl yağdığına ilişkin bilimsel araştırmalarda
ilgilenilmediği gibi… Ancak bu ilgisizliğin “Allahsızlık” fikrine
bağlanması gerekmiyor. Çünkü bilim nesneler dünyasındaki varlıklarla
ilgili olarak “nasıl” sorusuna odaklanıyor. Din ise “niçin” sorusunu
cevaplıyor. Nasıl sorusunun cevabı bilimsel bilgiye, niçin sorusunun
cevabı ise iman ve hikmete tekabül ediyor. Kısacası, temel konuları,
ilgileri, gayeleri ve izah yöntemleri farklı olduğundan, din ve bilimin
iki ayrı kompartımanda değerlendirilmesi gerekiyor ve bu durum “çift
hakikat”i imliyor. Bilimsel hakikat denen şey gözlem, deney, hipotez,
teori gibi süreçlerde şekillenirken, dinî hakikat öncelikle itimat ve
itminan duygusuyla kabullenişi ifade ediyor. Bu peşin kabullenişe iman
deniliyor, imanın aklen temellendirilmesi ise itimat duygusunu takip
ediyor.
***
İmanın rasyonel ve
bilimsel argümanlarla güçlendirilmesi hem mümkün hem tabiidir. Bilimsel
bilgiler ve bulgular müminin Allah’a iman ve hayranlığını pekâlâ
artırabilir. Kaldı ki Kur’an, âlemdeki her şeyin birer ayet, yani
Allah’ın kudretine ve muhteşem yaratma sanatına ilişkin birer gösterge
olduğunu bildirir. O halde, yine Kur’an’ın ifadesiyle, Allah’ın âlemdeki
her şeyi yaratan yegâne kudret olduğuna (Zümer 39/62) iman ettikten
sonra, insan türünün def’aten mi yoksa evrimle mi yaratıldığı meselesi
sadece bilimsel merak konusu olabilir ve bu konuda birtakım teoriler
geliştirilebilir. Sonuçta daha makul ve müdellel olan teori kabul
edilir, olmayan reddedilir. Mesele bundan ibaret olduğu içindir ki İslam
düşünce tarihinde Câbir b. Hayyân, Nazzâm, Câhiz, İbn Miskeveyh,
Bîrûnî, İhvân-ı Safâ, İbn Tufeyl, Mevlana Celâleddin Rûmî, İbn Haldûn ve
Erzurumlu İbrahim Hakkı gibi birçok meşhur isim “evrim” hakkında olumlu
konuşmayı İslam inancına muhalif görmemiştir. Çünkü bu isimler
Kur’an’ın yaratılışla ilgili ayetlerinde bilimsel merakı gidermek gibi
bir amaç gözetilmediğini, dolayısıyla söz konusu ayetlerden yaratılış
şeması çıkarmanın mümkün olmadığını fark etmiş, bundan dolayı da
meseleyi bilimsel alanda irdelemişlerdir.
***
Yaratılışla ilgili
ayetler insanın kendini var eden Cenâb-ı Hakk’ı tanıyıp bilmesi, O’nun
ihsan ettiği sayısız nimete nankörlükle değil, iman ve teslimiyetle
karşılık vermesi gerektiğini vurgulamaya yöneliktir. Hâl böyleyken söz
konusu programda evrimi reddetmek adına konuşan bir akademisyen, “On
binlerce yıl önce deney ve gözlem yapılmış mıydı?” mealindeki cümleyi
defalarca tekrarlayarak maalesef hem kendi zekâsıyla alay etti hem de
muhtemelen sayısız izleyiciye saç baş yolduruverdi. Hele de Tîn
Suresi’ndeki ve-lekad halaqne’l-insâne fî ahseni takvîm
ayetinden hareketle, “Bak, Allah insanı en güzel surette yaratmış; peki,
maymunun neresi güzel?!” demesi, evlere şenlikti. Belli ki Sayın
Akademisyen, son zamanlarda müfessirliğin anonim bir meslek dalı hâline
gelmesinin verdiği şevkle, “Benim neyim eksik” diyerekten, “ehsan-i
takvîm”i fizyonomik güzellik ve estetiğe bağladı, “esfel-i sâfilîn”i ise
“ahlâken dibe vuruş” diye açıkladı.
Bu vesileyle
belirtelim ki tefsir geleneğindeki birçok büyük müfessir “ehsan-i
takvîm” lafzını “gençlik ve dinçlik çağı”, “esfel-i sâfilîn” lafzını da
“yaşlılık ve bunama çağı” (erzel-i ömür) diye izah etmiştir. Surenin
metin dışı ve metin içi bağlamıyla da örtüşen bu yoruma göre ilgili
ayetlerde, “Ey kâfir/nankör kişi! Bu dem-i devran hep böyle sürmeyecek,
yarın bir gün belin bükülecek, sonunda ölüm gelecek ve böylece inkâr
ettiğin gerçek, ‘Gel, hele!’ diyecek” mesajı verilir. Surenin altıncı
ayetinde ise -Asr Suresi’ndeki ifade tarzına benzer şekilde- müminlerin
bu zımnî tehditten müstesna kılındıkları belirtilir. Ayrıca bir sonraki
ayetin, “Nedir sana dini yalan saydıran şey?!” mealindeki ifadesinde ima
edildiği üzere, Tîn Suresi’ndeki “insan” kelimesiyle insan türü değil,
diğer birçok ayette olduğu gibi kâfir/nankör insan tipolojisi
kastedilir. Bu konuda İbnü’l-Cevzî ve Kurtubî gibi müfessirlerin
tefsirlerine bakılabilir ve böylelikle ilk Müslüman nesillerin kelimeyi
nasıl açıkladıkları öğrenilebilir.
Prof. Dr. Mustafa Öztürk - 21 Ocak 2017
Darwin teorisinin doğruluğunu savunmanın Dinsizlik gibi algılanmasında, Emile Durkheim Auguste Comte gibi pozitivistlerin Bu teoriyi de dayanak yaparak Vahyi bilgi kaynağı olarak reddeden bir "Pozitivist Din" kurma girişimlerinin hiç etkisi yok mu? Yazınızda İşin o yanını da değerlendirseydiniz dört dörtlük olacaktı hocam.
YanıtlaSil"Ehsan-ı Takvim" değil "Ahsen-i Takvim" olması gerekmiyor mu?
YanıtlaSilComte hayal ettiği positivist toplumun bağlarını sıkılaştırmak için "İnsanlık Dini"ni ve bazı ıbadet şekillerini tesis etti.1849 da Pozitivist takvimi ilan etti. Kurduğu din ve takvim yaygınlaşmadı fakat Darwinin 1859 da yayınladığı "Türlerin Kökeni" adlı eserine denk geldi. Bu teorinin de etkisiyle 19 Yüzyılda birçok seküler Hümanist Organizasyonların filizlenmesine ve yaratılışın sözkonusu olmadığı türlein tesadifi mutasyonlarla kendiliğinden oluştuğu yönünde iddialarına yol açtı.
YanıtlaSil