Röportaj | Katliamı gerçekleştirenle ‘oh olsun’ diyen aynı zihniyette!

Yeni yılın ilk saatlerinde eğlence kulübü Reina’ya düzenlen silahlı saldırı herkesi derinden yaraladı. Ama bu terör eylemi alkollü bir mekana düzenlenince insanlar sosyal medya üzerinden ikiye bölündü. Biz de tüm bu tartışmaları, Reina saldırısını diğer saldırıdan ayıran şeyleri ve kulüpte hayatını kaybedenlerin şehit sayılıp sayılmadığını Çukurova Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Prof. Dr. Mustafa Öztürk ile konuştuk.

Reina’yı diğer saldırılardan ayıran şey neydi?

Reina saldırısını diğer saldırılardan farklı kılan husus yer, zaman ve cinayet şeklinden ibarettir. Ancak bu farklılıklar mahiyetle değil, suretle ilgilidir. Katliamın yılbaşı gecesinde ve bir eğlence mekânında gerçekleşmesini, ‘hayat tarzına müdahale’ bağlamında izaha çalışmak gerçekten üzüntü ve acı vericidir. Katliamı üstlenen DEAŞ’ın ‘teröristik teolojisine’ göre başta devlet erkânı olmak üzere 80 milyonluk nüfusun tamamı mürted hükmündedir.

Bir grup sosyal medyada üzerinden bölücü söylemlerde bulundu.

Katliamdan memnuniyet duyup zevk alan birinin Müslümanlık şöyle dursun, insan olmadığını da söylemeliyim. Şayet, sosyal medyada katliamdan memnuniyet paylaşımı yapanların bir kısmı bu memnuniyetin gerekçesini dine bağlıyor denecek olursa, ‘İslam ve Müslümanlık nedir’ meselesini tartışmak lazım. Zira katliamdan memnuniyet ve temaşa zevki üreten bir zihniyete İslâmî değerler dünyasında bir yer tahsis etmemiz hâlinde, bu dinin insanlığa kan, revan, şiddet ve zulümden başka bir şey vaat etmediğini kabullenmemiz mukadder hâle gelir. Reina katliamını gerçekleştiren zihniyet ile bu katliama ‘Oh oldu’ diyen zihniyet arasında hiçbir fark yoktur.

Bu söylemlerin arka planında ne var?

Söz konusu katliamda canlarını kaybeden insanlarla ilgili olarak, ‘Oh oldu’ mealinde paylaşımları yapanların cezalandırılması özellikle toplumsal barış ve huzurun tesisi açısından zorunluluktur. Çünkü toplumsal kutuplaşma, ayrışma ve çatışmaya davetiye çıkarmanın sadece Reina katliamını hayat tarzına müdahale şeklinde okumak ve yorumlamakla değil, bunu tersinden okumakla da sabit olacağı ve her iki yorumlama tarzından da toplumsal barış ve huzura kast etmek dışında sonuç çıkmayacağı izahtan varestedir.

En çok konuşulan konulardan biri de orada yaşamını yitirenler şehit saylıyor mu tartışması. 

Şehitlik kavramını son yıllarda hayli gevşek ve özensiz biçimde kullanıyoruz. Klasik fıkıhlarda Müslümanların saflarında yer aldığı sırada düşman tarafından öldürülen kişinin dünyevi hükümler itibariyle şehit sayıldığı, savaştan kaçarken veya ganimet, gösteriş dünyevî amaçlarla savaşırken öldürülen kişilerin de bu kapsama alındığı belirtilir. Ancak bu tür kabuller şehitlik kavramına itibar kaybettirecek niteliktedir. Şehitlik kavramının gevşek kullanımında terör hadiselerinin maşeri vicdanda yarattığı derin acıyı bir nebze de olsa azaltma arzusunu hesaba katmak gerekir. Şehitlik payesinin bir terör olayında can vermeye bağlanması hâlinde, bu payenin teröre kurban giden her bir insanımıza da verilmesi gerektiğini söylemek de aşırı yorum olmasa gerek. Kaldı ki gerçek şehitlik payesini verecek mercii Allah’tır.

Terör kurbanlarının hepsi şehit mi sayılır?

Reina katliamında canlarını kaybedenler için şehit denilmekten imtina edilmesi teolojik açıdan gerekçelendirilebilir bir meseledir. Ancak bu kavramın katliam haricinde kalan, yani yürürken, otobüs beklerken teröre kurban giden herkes için cömertçe kullanılması da pek isabetli değil. Kimin şehit olup olmadığını tayin yetkisi bize ait olmamakla birlikte, kavram kullanımında tutarlı ve iktisatlı davranmalıyız. Meselenin kritik noktasına gelince... Şehitlik, ölüm mekânına göre belirleniyorsa, böyle bir şehitlik kavramının en azından benim bildiğim kadarıyla İslâmî teolojide karşılığı yoktur.

ENTELLEKTÜEL KESİM ANADOLU’NUN SAĞDUYUSUNDAN DERS ALMALI

Terörle birlikte başka saldırıların da geleceği, kısa vadede çok boyutlu saldırıların sona ermeyeceği kesin. Üstelik bu süreçte, ‘Siz içeriden, biz dışarıdan’ mekanizması da kesintisiz olarak işletilecektir. İçeriden saldırıda sürekli olarak toplumun sinir uçlarına dokunulacak, kabuk bağlamaya yüz tutmuş eski yaralar kaşınacak, daha açıkçası, sosyal medya mecralarından hem “Hayat tarzına müdahale edildi”, “Sünnîler Alevileri doğradı” hem de “Yılbaşı gecesinde içki içip eğlenirken gittiler” tarzında paylaşımlar yağmaya devam edecektir. Bütün bunlar olup biterken, her birimize ciddi sorumluluklar düşmekte. Bu toprakları vatan bilen herkes gidecek başka bir yerimizin bulunmadığı gerçeğini hatırlamalı ve ne pahasına olursa olsun iyiliği çoğaltmak ve toplumsal dirlik bilincini zinde tutmak adına elinden geleni yapmalıdır. Teröre karşı seferberlikten maksat da en azından bir yönüyle budur. Diğer taraftan, bizi yoran ve yıpratan şu zor zamanlarda toplumsal kaosu körüklemeye çalışan her kim varsa, hiçbir ideolojik ayrım yapılmaksızın bu çakal sürüsünün etkisiz elemanlar hâline getirilmesi gerekir. Bu arada özellikle akademisyen ve entelektüel kitlemizin Anadolu halkından sağduyu, teenni, engin gönüllülük konusunda ders ve ibret alması da gerekir.

TÜRKİYE’NİN İŞGALE UĞRAMASI BİR SURİYE BİR IRAK OLMASI DEMEK

FETÖ elebaşı Fethullah Gülen’in ‘kullanışlı ahmak/alçak’ sıfatıyla sevk ve idare ettiği iç savaş ve işgal garantili 15 Temmuz darbe teşebbüsünden sonra ardı arkası kesilmeyen bir terör saldırısı altında bunalmış durumdayız. Bu saldırıların 15 Temmuz tarihinden itibaren sistematik hâle gelmesi hem darbe teşebbüsünün asıl amacı hem de birbiri ardınca yaşadığımız terör hadiselerinin bu teşebbüsle irtibat ve iltisakı hakkında fikir vermesi bakımından oldukça manidardır. Devlet Bahçeli’nin Reina katliamına atıfla söylediği, “Bu eylemler 15 Temmuz darbe teşebbüsünün artçılarıdır” sözü meramımızı özetler tarzda. Türkiye çok boyutlu saldırı altında. Bu saldırıların ilk amacı, boks terimleriyle söylersek, sağlı sollu yumruklarla Türkiye’yi adamakıllı sarsıp gardını düşürmek, nihai amacı ise nakavt etmektir. Türkiye’nin nakavt olması demek, işgale uğraması, yani bir Suriye, bir Irak olması demek. Gelinen noktada, Reina katliamı gibi terör eylemleri salt tedip ve terbiye yöntemi gibi algılanmamalı, aksine Türkiye’nin ilk vehlede yangın yerine çevrilip bilahare işgale uğraması amacına hizmet eden yıpratıcı saldırı türlerinden sadece biri olarak değerlendirilmeli.

MEDİNE’DEKİ TERÖR KURBANIYLA REİNA’DAKİ AYNI KATEGORİDE

Diyanet İşleri Başkanı, “Bu saldırının bir pazarda veya bir mabette yapılmasıyla eğlence yerinde yapılmasının arasında herhangi bir fark yok dedi. Siz de bu görüşe katılıyor musunuz?
Meseleye İslam nokta-i nazarından bakıldığında, bir insanı katletmek bütün insanlığı katletmek gibi çok büyük bir cürüm olduğunu söylemek gerekir. Bunun böyle olduğu Kur’an’ın sarih beyanıyla sabittir. Ankara, Kayseri, İstanbul Beşiktaş ve Ortaköy gibi yerlerde gerçekleşen eylemler Kur’an’da, hirâbe, yani eşkıyalık/terör suçu olarak zikredilir ve ilgili ayette bu suça yaraşan bir dizi ceza tadat edilir. Kısaca şunu söylemek gerekir: Reina katliamında can veren insanlar ile Medine’deki terör saldırısına kurban giden insanlar, hem masumiyet hem de insan olmak bakımından aynı kategoridedir. Unutmamak gerekir ki İslam dinindeki beş temel gayeden biri insan hayatını korumak, yaşam hakkını garanti altına almaktır. Hayat hakkı kutsal, yani dokunulmazdır. Bu açıdan bakıldığında katliamın ne zaman ve nerede gerçekleştiği veya insanların neyle meşgulken katledildiği gibi meselelerin bahs-i diğer kapsamında olduğu anlaşılır.

Röportaj: Bahar Erdoğan

7 Ocak 2017 - Star Gazetesi Cumartesi Eki

Kaynak: http://www.star.com.tr/cumartesi/katliami-gerceklestirenle-oh-8200-3bolsun-diyen-8200-3bayni-zihniyette-haber-1173929/

1 yorum:

  1. Saygideger hocamin fikirlerine katiliyorum. Cok yararlandim.

    YanıtlaSil