Bir
müslüman olarak içim acıyor; çünkü bütün bir İslam dünyası son birkaç
asırdır alçak sürünme halinde isbat-ı vücut ediyor. Gerçi Allah’ın her
günü, “sürünmeye başlayalı kaç asır geçti, tarihsel çevrim gereği bu
izmihlalden kurtuluş vakti çok uzak olmasa gerek” düşüncesiyle ümit
tazeliyoruz; ama gelin görün ki topyekûn İslam âlemi olarak alçak
sürünmemiz her geçen gün daha da vahimleşiyor. Özellikle din, dinî
düşünce ve pratikte süreç dibe vurma süreci gibi işliyor. Öyle ki
Ortadoğu’nun göbeğinde ansızın IŞİD denilen bir katiller güruhu peyda
oluyor ve İslam dini bu güruhun elinde sırf kan dökmeye yarıyor. Aynı
din öz yurdumuzda peydahlanıp palazlanan FETÖ ihanet şebekesinin elinde
ise adeta haşhaş ve afyona dönüşüyor. İhtimal ki FETÖ din konusunda
Marx’ı referans alıyor. Çünkü Marx din konusunda hem “baskı altında
ezilen yaratığın iç çekişi ve kalpsiz dünyanın kalbi” diyor hem de “din
halkın afyonudur” tespitinde bulunuyor. FETÖ elebaşı ise kalpsiz
dünyanın kalbi olmak gibi yumuşak din söylemleriyle çıktığı yolun
sonunda afyon komasına girmiş bir haşhâşî sürüsünü sevk ve idare ediyor.
***
Ortadoğu coğrafyasına bakıldığında, kan
revan manzarasından başka bir şey görünmüyor. Sözde İslam ülkeleri
sürekli olarak birbirleriyle didişiyor. Hamas, el-Fetih, Emel, Hizbullah
gibi sayısız radikal örgüt ise birbirini yemeyi cihad telakki edecek
kadar müptezelleşiyor. İslam dünyasındaki devletlerin ahvaline
bakıldığında, sözgelimi Mısır İsrail’den yediği onca dayaktan ötürü
Stockholm sendromuna yakalanmış görünüyor. İran’daki devlet aklı Pers ve
Sâsânî ajandasına göre çalışıyor, Şiîlik ise kılıf olarak bu ajandayı
saklıyor. Bedevilikten vazgeçmemeye yeminli Suudi Arabistan aşiret
iktidarının siyasi ömrünü uzatmaktan başka bir şey düşünmüyor.
Suriye’deki iktidar mehdi-mesih bellediği Rusya’ya bütün varlığını
vakfediyor. Afganistan ve Pakistan gibi devletler ise Hanefilikten
Taliban üretme ayrıcalığıyla temayüz ediyor. Sonuçta bütün bunların
hasılası iflah olmaz bir şamar oğlanlığına karşılık geliyor.
İslam dünyası bilgi, bilim, felsefe,
teknoloji adına hemen hiçbir şey üretmiyor, sadece tüketiyor. Hiçbir
İslam ülkesi, “Biz Allah’ın gönderdiği son peygamberin ümmeti ve son
vahyin müminleriyiz; ama nedense hep biz mağlup, ehl-i küfür galip; bu
nasıl iş?” diye düşünüp kendine çeki düzen verme ihtiyacı hissetmiyor.
İslam âlemi bilgi, bilim ve felsefe namına hemen hiçbir şey üretmediği
gibi, genel insanlık ailesine ahlâkî bir örneklik de sunmuyor. Hâl
böyleyken ve bunca düşkünlüğe rağmen İslam adına konuşup dinî-ahlâkî
retorik üretmekten de geri durulmuyor. Nurettin Topçu 1965 yılında
yazdığı bir mektupta şöyle diyor: “Ahlaksızlığın ummanı olan bu Şark’ı
yaşadıkça tanıyorum. Burada insanı fenerle arayanlar yanılmamışlar.
‘Müslümanız diyen insan yığını’ yok mu? Onlar Şark’ın en aşağı
tabakasını temsil ediyor. Müslümanlık, yaşanan şekliyle müslümanlık
Şark’ı bitirmiş. Buraya artık ne ilim girer, ne ahlak, ne de Allah
uzanır bunlara. Bunların önce her şeyi bırakıp insanlık devrine
girmeleri lazım...”
Dinî-ahlâkî alandaki genel manzara bizim
memlekette de pek hoş görünmüyor. Özellikle din konusunda dibe vurma
süreci maalesef bu topraklarda da işliyor. Öyle ki kendini Ehl-i
Sünnet’in resmî temsilcisi ve bekçisi olarak gören birisi çıkıyor,
“Aşere-i mübeşşere listesine ben de dâhil edildim; zira benim cennetten
müjdecim geldi” mealinde bir hezeyanda bulunabiliyor ve böyle bir
hezeyanın sahibine belki milyonlarca insan dikkat kesiliyor. Üstelik bu
tipler bir taraftan imitasyon peygamber terliğinden yanmaz kefen
pazarlamacılığına kadar her türlü şarlatanlık ve bezirgânlığa imza
atarken bir taraftan da sözüm ona sahih Sünnî itikadın Türkiye
temsilciliğini elden bırakmıyor.
***
Bunların nezdinde Ehl-i Sünnet itikadının
referans kaynağı ve sahihlik vasfı, kelâmî ve/veya fıkhî meselelerle
ilgili herhangi bir bilginin Beyrut veya Haydarabad baskısı bir Arapça
eserde yer almasına ve bu klasik eserin müellifinin Sünnîliğe mensup
olmasına göre belirleniyor. Yani, “Efendim, İbn Âbidin böyle söylüyor”
denildiğinde, söz konusu bilgi veya görüş kesin doğru olarak takdim
ediliyor. Kısacası, bugünkü yaygın Ehl-i Sünnet söylemi klasik dönem
Sünnî kelam, fıkıh, tefsir âlimlerine ait eserleri tarih-üstü metinler
olarak algılama ve bu eserlerdeki her görüşü tartışılmaz doğru sayma
cehaletiyle şekilleniyor. İşte bu cehaletin temsilini üstlenen skolastik
zihniyet dinî düşünce alanında dibe vurmamızı kaçınılmaz hale
getiriyor.
Prof. Dr. Mustafa Öztürk - 2 Aralık 2017
Kaynak: http://www.karar.com/yazarlar/mustafa-ozturk/dibe-vurus-5587
Prof. Dr. Mustafa Öztürk - 2 Aralık 2017
Kaynak: http://www.karar.com/yazarlar/mustafa-ozturk/dibe-vurus-5587
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder