Konya Valisi
Cüneyit Orhan Toprak, 24 Kasım Öğretmenler Günü münasebetiyle
düzenlenen bir programda ayak ayak üstüne atarak oturan bir kişiye gözü
ilişince keyfi kaçtı ve o kişiye dönüp “Sen öğretmen misin birader?”
dedi. Ardından “Öğretmen gibi otur da bir görelim, ya! Allah Allah…”
diye ekledi ve daha sonra azarlama seansı serzeniş modunda devam etti…
Ne yazık ki bütün bir toplum olarak buna benzer manzaralar görmeye
aşinayız. Çünkü devlet katından, özellikle mülki amirler vasıtasıyla
fırça yemeye alışmış, alıştırılmış bir toplumuz. Bu yüzden, ilerleyen
zamanlarda, Konya’da yaşanan olayın benzerlerine şahit olmamız muhtemel
değil, mukadderdir. Dolayısıyla bunu söylemek kehanet filan değildir.
***
Konya valisi hadisesini birkaç yönden
kritik etmek gerekir. Öncelikle sayın valinin “sen”li hitap tarzının
kesinlikle nahoş olduğunu not etmek gerekir. Hele de öğretmen olduğunu
düşünerek azarladığı kişiye, “Valinin karşısında ayak ayak üstüne atarak
oturulmaz” mealinde sözler söylerken, kendisini devleti temsil
makamında görmesi ve buna rağmen “Sen öğretmen misin birader?” diye
hitap etmesi gerçekten sakildir. Çünkü bir kişi makam ve mevkii
itibariyle devleti temsil konumunda ise bu konum -tabir caizse- dolmuş
duraklarındaki değnekçi üslubuyla konuşmaya müsaade etmez. Valilik
makamında devleti temsil ettiğini düşünen bir kişi bu makamın mehabetine
rağmen böyle bir hitapta bulunmayı kendine yakıştırabiliyorsa, o zaman
burada ciddi bir temsil sorunu var demektir. Yine burada işgal ettiği
makamın ağırlığını kaldıramama ya da o makama yaraşır mehabeti
taşıyamama sıkıntısı var demektir.
Valinin karşısında ayak ayak üstüne
atarak oturma meselesine gelince, devlet ricalinin de hazır bulunduğu
mekanlar, ortamlar ve toplantılarda oturtmanın elbette bir âdâbı vardır,
olmalıdır. Bu tür ortamlar ve toplantılarda koltuğa kaykılmış, yayılmış
veya ayak ayak üstüne atılmış vaziyette oturmak, en hafif tabirle şık
değildir. Bunu söylemek, devleti kutsamak ya da onu fetiş gibi algılamak
filan değildir. Nasıl ki kısa pantolon, terlik, şapka gibi tatil
kostümleriyle devlet dairesinde mesaiye gitmek veyahut nasıl ki çizgili
pijamayla sokakta gezmek genel âdâba mugayirse, öğretmenler günü
vesilesiyle tertip edilen bir toplantıda koltuğa yayılmış, kaykılmış
veya ayak ayak üstüne atılmış vaziyette oturmak da o toplantının
mehabetine mugayirdir.
Fakat şu da var ki beşer hata ve nisyan
ile malul bir varlıktır. İnsan dalgın olabilir; hatta fiziki olarak
hazır bulunduğu ortamı zihnen terk etmiş halde, o an kafasına üşüşmüş
birçok sorunla başa çıkmaya çalışıyor da olabilir. Bu yüzden, farkında
olmadan, bulunduğu ortamın havasına mugayir bir hal ve tutum
sergileyebilir… Hata ve nisyan faktörü ya da “insanlık hali” diye tabir
edilen durum dikkate alındığında, nahoş bir hal ve tutum içinde olan
insanı cümle âlemin içinde azarlayarak uyarmanın yakışık almadığı
kendiliğinden anlaşılır. Bu noktada, “Hayır, tam da böyle uyarmak
gerekir” diye düşünenler çıkabilir; ancak böyle düşünenleri empatiye
davet edip, “Peki, birisi sizi herkesin içinde bu şekilde azarlasa, ne
hissedersiniz?” diye sormak gerekir.
***
Devlet ile toplum arasındaki
münasebetlerde karşımıza çıkan ve kendimi bildim bileli canımı çok sıkan
temel sorunlardan biri, başta asker ve polis olmak üzere mülkiye ve
yargı gibi resmi kurumlardaki yetkili ve etkili mansıpları temsil eden
kimi zevatın devlet tarafından kendilerine verilen yetkileri sık sık
halkı terbiye etmek için kullanmalarıdır. Kibir kurum satmak, kasınmak,
surat asmak, somurtmak gibi hallere şahit olmayı sorun edinmekten
vazgeçtik, çünkü artık bu tür hallere alıştık ve hayli aşinalık
kesbettik; fakat hiç değilse resmi güç ve yetki kullanan devlet
görevlilerinin tekdir, paylama, azarlamalarına muhatap olmayalım
istedik. Şimdi, biz çok şey mi istedik? Kendilerine silah ve silahlı
müdahale, yargılama yetkisi veya yönetme salahiyeti verilmemiş kamu
görevlilerinin, mesela öğretmenlerin, akademisyenlerin, hekimlerin
kamusal alanda zaman zaman şamar oğlanı muamelesi gördüklerini söylemek
abartılı bir tespit olmasa gerektir. Belli ki devletimizin genetik
kodlarındaki postal izi hala silinmemiştir… Fakat şunu unutmamak gerekir
ki resmi güç, nüfuz, yetki ve salahiyetten saygınlık ve itibar
devşirmeye çalışmak ya da “Sahip olduğum bu güç karşısında bana saygı
duymalısın” demek, haddi zatında kendi ezikliğini ve aşağılık
kompleksini bastırmaya çalışmak demektir. Gerçek itibar ve saygınlık,
güç ve nüfuz dayatmakla değil, “ehl-i dil” olmakla kesbedilir.
Prof. Dr. Mustafa Öztürk - 30 Kasım 2019