Sayın
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, İslam İşbirliği Teşkilatı zirve
toplantısındaki konuşmasında, “Müslümanlar olarak üstesinden gelmemiz
gereken sorunların başında mezhepçilik fitnesi geliyor, ırkçılık fitnesi
geliyor. Her zaman ifade ettiğim gibi benim dinim Sünnilik de değildir
Şiilik de değildir, benim dinim İslam’dır. Ben tıpkı 1 milyar 700 milyon
kardeşim gibi sadece ve sadece bir Müslümanım. Diğer tüm farklılıklar
bu inancımın, bu sıfatımın gerisindedir.” mealinde sözler söyledi.
***
Aklıselim, sağduyu, iz’an ve vicdan
sahibi her Müslümanın bu sözlere yürekten katılması, mezhepçilik
fitnesini bertaraf etmek için elinden geleni yapması elzemdir. Ancak
gelin görün ki mezhepçilik fitnesi İslam dünyasının birçok bölgesinde
olduğu gibi, günümüz Türkiye’sinde de can sıkıcı bir problem olarak
kendini göstermektedir. Lakin fitnenin bu topraklardaki Sünnî versiyonu
henüz fiziki şiddete başvurma ve kan dökme safhasına erişmiş değildir.
Bunun sebebi, ülkede halen kanun-nizamın hüküm sürmesi ve her ne kadar,
“Şeriatın keseceği parmak acımaz” dense de parmağın çok acıyacağından
endişe edilmesidir.
***
Bazı çevrelerin dinî düşünce
dünyasındaki Ehl-i Sünnet ölçütlerinden hareketle, bizim gibi “gayr-i
Sünnî” kabul edilen insanların sabah akşam zındıklıkla yaftalanması,
sosyal medya mecralarında veya sistematik toplantılarda bel altı
vuruşlarla itibarsızlaştırılması, televizyon programlarının veyahut
belediye, vakıf gibi resmî-sivil kurumlar bünyesindeki konferans, panel
gibi faaliyet alanlarının kısıtlanması ve hatta yasaklanması gibi
saldırılar bugün itibariyle vaka-i âdiye haline gelmiş, “Ben Müslümanım”
demenin yetersiz, hatta geçersiz sayıldığı bir sosyolojik zemin
teşekkül etmiştir.
Saldırının faillerine ve
azmettiricilerine sorsanız, bütün bunlar Din-i Mübin-i İslam’la özdeş
kabul edilen Ehl-i Sünnet adına ifa edilen ulvi bir vazife, belki de
şeytanlarla cihadın ta kendisidir. Fakat ne yazık ki Ehl-i Sünnet adına
herkese parmak sallayan bazı zevat, kabir azabına karşı koruyucu kefen
satmak, hangi ayetin cinsel iktidarsızlık sorununu giderdiği bilgisini
içeren hikmetli kitaplar yazmak gibi işlere imza attığı halde, ne dine
ne Ehl-i Sünnet’e hiçbir halel gelmemekte, halel şöyle dursun, gerçek
Ehl- Sünnet tam da bu minvalde temsil edilmektedir.
***
Paralel Yapı belasının bütün bir
memlekete ne kadar ağır bedeller ödettiği, yine bu yapının devlete
tasallut edip en kritik kurumları ifsat ettiği, bugün itibariyle taşın
içinde pirinç ayıklamak gibi berbat bir durumla karşı karşıya gelindiği
gün gibi aşikârken, her Allah’ın günü memleketin her bir köşesinden
irili ufaklı rüyacılar, kamyonetçiler, kefenciler, hurafeciler,
üfürükçüler peyda olması ve bu çevrelerin köpeksiz köyde değneksiz
dolaşması ve sağa sola sataşıp durması artık kabak tadı vermiştir.
***
Böyle bir manzara bu topraklardaki
mezhepçiliğin “fitne”den ziyade, pespayelik olduğunu tescillemektedir.
Zira fitne ciddi ve can yakıcı bir meselesidir. Özellikle imtihan
manasında, feleğin çemberinden geçmekle eşdeğerdir. Oysa bugün sözde
sahih mezhep ve itikat adına sergilenen tavırlar çok kere rezilet ya da
karikatüre edilmiş bir din ve dindarlık telakkisine karşılık
gelmektedir. Akl-ı selim, i’zan ve vicdan sahibi herkesin bu vahim
manzara karşısında sesini yükseltmesi elzemdir. Ayrıca, memlekette söz
ve yetki sahibi olan kimselerin bütün bu olup bitenlere duyarlılık
göstermesi gerekir. Zira evvel emirde kendi evimizin önünü süpürmekle
mükellefiz.
Prof. Dr. Mustafa Öztürk - 16 Nisan 2016
Kaynak: http://www.karar.com/yazarlar/mustafa-ozturk/ben-de-ne-sunniyim-ne-siiyim-840
Kaynak: http://www.karar.com/yazarlar/mustafa-ozturk/ben-de-ne-sunniyim-ne-siiyim-840
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder