Akademisyen(lik)
modern bilim, bilimsellik, nesnellik, rasyonellik, evrensellik gibi
kavramsal müştemilatıyla birlikte oldukça hijyenik/steril bir kavram ve
alanı imleyen bir kelimedir. Burada söz konusu olan hijyen, fildişi
kuleye çekilme ve geniş halk kitlelerinden mümkün mertebe uzakta, tabir
caizse vakumda yaşama tercihiyle ilgilidir. Bu zaviyeden bakıldığında
akademisyenlik bir bakıma mesafelilik ve seçkincilik demektir.
Cumhuriyet Türkiye’sindeki bilim paradigmasının 19. yüzyıl Batı
dünyasındaki pozitivizm ve vülger materyalizme özentiyle kotarılmış
olduğu nazar-ı dikkate alındığında, mesafelilik ve seçkinciliğin temelde
din ve dindarlık karşıtlığıyla maruf “Beyaz Türklük” kavramında
ifadesini bulduğu da söylenebilir.
***
Türkiye
akademyasındaki kurucu unsurlar “Beyaz Türklük”le özdeştir. Beyaz Türk
akademyanın tipik davranış kodları ise genel seçimler sonrasında kendi
halkını tahkir etmeyi marifet bilmek, ülkedeki toplam seçmenin neredeyse
yarısına tekabül eden bir oy oranıyla iş başına gelen hükümeti alaşağı
etmeye yönelik her türlü tertibe re’sen iştirak etmek, sözgelimi
Cumhuriyet mitingleri, Anıtkabir yürüyüşleri, askeri darbe davetiyeleri,
Gezi Parkı eylemleri, hatta kendi devletini jenositle suçlama ve
jurnallemeye matuf terörsevici bildiri telifleri gibi her türlü
faaliyette başı çekmekle mümeyyizdir.
Gören de sanır ki bu
beyazlar zümresi asırlardır asilzade ve aristokrattır. Oysa bütün bu
kibir kurum -biraz karikatürize etmek gerekirse- hepi topu Osmanlı’nın
son dönemindeki bir paşanın ve/veya saray bürokratının İstanbul’daki
mirasına konmuşluktan yahut Cumhuriyet döneminde üst/orta düzey memurluk
yapan bir babanın vazife icabı İstanbul, Ankara ve İzmir gibi
şehirlerde zorunlu ikameti vesilesiyle şehirde doğup büyüme, görece iyi
okullarda tahsil görme ve yurt dışına çıkıp yabancı dil öğrenme
fırsatını yakalamış olmaktan ibarettir.
***
Mamafih beyaz
akademisyenlik formasyonunda ucb, kibir, tafra vb. arızalar ön plana
çıkmakla birlikte, medeni cesaret ve özgüven gibi meziyetlerin yanında
kültür, edebiyat, sanat ve sair alanlarla ilgilenmek ya da en azından
ilgileniyormuş görünmek gibi entelektüel meraklar da vardır. Medeni
cesaret ve özgüven bir yönüyle şehirde yetişmiş ve az çok farklı
dünyalar görmüş olmakla, diğer bir yönüyle de dünyaya ve eşyaya sol
gözle bakmakla ilişkilendirilebilir.
Sağ göze gelince, bu
gözle bakmanın dünyayı ve eşyayı genellikle statik algılamaya ve aynı
zamanda idare-i maslahatçılık uyarınca yaşamaya yol açtığı
bilinmektedir. Ayrıca sağcılıktaki teolojik ve sosyolojik kodların
muhafazakârlık, statükoculuk ve teslimiyetçilikle bağdaştığı izahtan
varestedir. Muhafazakârlığın sosyal hayatta sık görülen davranışsal
semptomları ise eziklik, nemelazımcılık, bana değmeyen yılan bin
yaşasıncılık gibi haller ve bu halleri çok kere sağduyu, serinkanlılık,
saygınlık ve olgunluk kıvamında gösterme gayretleridir.
***
Memlekette Gezi Parkı
eylemleri, 17-25 Aralık hadiseleri ve Fetö meselesi gibi son derece
kritik olaylar patlak verdiğinde, muhafazakâr akademisyen camiadan pek
ses çıkmaması, daha açıkçası, Fetö meselesinde İslam, Kur’an, Hz.
Peygamber, rüya, rü’yet, hizmet, beddua, lanet gibi kavramlar havada
uçuşurken neredeyse tüm İlahiyatçı akademisyenlerin, “Viran olası hanede
evlâd-ı iyâl var…” mazeretiyle suskunluk orucuna başlaması, üstüne
üstlük bu suskunluğun ilim adamına yakışır vakarla izaha çalışılması,
sağcılık ve muhafazakârlığın akademik dünyaya nasıl yansıdığına dair
ibretlik bir örnektir.
Prof. Dr. Mustafa Öztürk - 26 Mart 2016
Kaynak: http://www.karar.com/yazarlar/mustafa-ozturk/turkiyede-akademisyenligin-kodlari-655
Kaynak: http://www.karar.com/yazarlar/mustafa-ozturk/turkiyede-akademisyenligin-kodlari-655
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder