Geçen
günlerde İstanbul Haydarpaşa Gar’ında “muhafazakâr moda haftası”
etkinliği olarak “tesettür defilesi” düzenlendi ve bu defile İslâmî
duyarlığa sahip çevrelerce “tesettürün yozlaştırılması” olarak
değerlendirildi. Yine aynı etkinlik bazı yazarlarca, “Başörtüsü
mücadelesini kazandık ama tesettürü kaybettik; 30 küsur yıllık başörtüsü
mücadelesini, hakikati kapitalizme kurban eden bu tür soytarılıklar
için mi verdik?” diye eleştirildi. Tesettür kavramındaki mana itibariyle
bu eleştiriler gayet isabetliydi.
Arap dilinde tesettür,
“örtünmek, kendini saklayıp korumak, başkaları ile kendisi arasına
perde koymak” demektir. Bu kelimeyle kökteş olan sitr ise mecazen hayâ
anlamına gelir. Ayrıca sitr, “hetk” kelimesiyle birlikte
kullanıldığında, hayâ perdesinin yırtılmasını belirtir ve hayâ duygusunu
yitirmiş insan “mehtûkü’s-sitr” (hayâ perdesi yırtılmış) diye
nitelendirilir. Kısacası, tesettür belli uzuvları elbiseyle örtmekten
çok daha geniş ve derinlikli bir anlam alanına sahip olup her şeyden
önce ar, hayâ ve iffetle ilişkilidir.
***
Bu açıdan
bakıldığında, tartışmaya konu olan defilenin tesettür değil, teberrüc
(teşhir ya da “Beni fark et” davetiyesi) işlevine sahip olduğu
söylenebilir. Dolayısıyla bahis konusu defileyle ilgili “yozlaşma”
tespiti isabetlidir ve fakat büyük resim açısından bakıldığında tespit
kesinlikle eksiktir. Zira muhafazakâr çevrelerdeki yozlaşma çok geniş
bir spektruma sahiptir. Yozlaşmanın temel dinamiği, dünyaya bakış ve
hayatı kavrayışta, Nurdan Gürbilek’in “Kötü Çocuk Türk” adlı kitabının
giriş kısmındaki ifadeyle söylersek, “feragat kipinden istek kipine,
yani “İstemem namertten bir yudum çare”den, “Ben de isterem” evresine
geçilmiş olmasıyla ilgilidir.
***
Bu evreye tanı koymak
gerekirse, en doğru tanı “dünyevileşme” olsa gerektir. Kur’an’da
Kureyş’in kaymak tabakasını oluşturan mütref müşriklere atıfla, “Habire
servet biriktirmek ve biriktirdiği serveti sayıp dökmekle meşgul olmak”,
“dünyaya kazık çakacağını sanmak”, “daha çok dünyalık sahibi olma
sevdasıyla oyalanmak” şeklindeki çarpıcı ifadelerle tanımlanan
dünyevileşme olgusu bugün itibariyle kendini siyaseten muhafazakâr,
diyaneten gelenekçi gören sayısız varlıklı Müslüman’ın yaşam tarzına
karşılık gelmekte, dahası hem kendini mıh gibi Müslüman olarak
algılamak, hem de tüketime doymayan bir insan olarak yaşamak gayet
normal görülmektedir. Başka bir ifadeyle, Kur’an’ın nazil olduğu
toplumsal matriste zengin müşriklerin ilâhî yergiye konu olan varlık ve
eşya tasavvurları, bugün itibariyle, varoluşu hayattan azami fayda/çıkar
sağlamaya bağlama çabası olarak muhafazakâr dünyada yeşertilmektedir.
***
İstitrat notu:
Görüldüğü gibi Kur’an’ı tarihselci nazarla okumak, onu tarihe gömmek
değil, bilakis nüzul ortamından hareketle tespit edilen asıl mana ve
maksadının bugünkü tarihsel düzlemde neye tekabül ettiğini
belirlemektir. İnanç, ahlak ve ibadet alanları ontolojiyle (varlık ve
varoluş) ilgili olduğundan, Kur’an’ın ilk hitap çevresindeki her beyanı
bugün de fazlasıyla karşılık bulmakta; ancak toplumsal düzen ve hukuk
alanıyla ilgili beyanlar dinamik ve değişken sosyoloji içerisinde illete
mebni olduğundan, bugünkü sosyolojide menatsız kalabilmektedir.
Dünyevileşme arızası
açgözlülük, sonradan görmüşlük ve tüketim gibi refikleriyle buluştuğunda
arzu ve istek tasarrufunun yerini hırs, tamah ve şehvet israfı alır.
Haliyle kanaatkârlık, diğerkâmlık, saygınlık ve çıtı pıtı erdemlilik
gibi değerler mazi repertuarında kalır. Böylece, “Allah, nimetinin
tezahürlerini kulunun üzerinde görmeyi sever” diyerekten, dünyaya
abanılıp maddi olan her şeye adeta saldırılır. Ekşi Sözlük’ten çarpıcı
bir alıntıyla, “Para tatlı, saldır Anadolu kaplanları!”
Ne tuhaftır ki
dünyevileşme ve tüketim yozlaşması malign tümör gibi toplumsal bünyenin
hemen her hücresine metastaz yaptığı halde, bu büyük problem özellikle
tesettür ve kadın imgesi üzerinden eleştirilir. Bu durum en azından bir
yönüyle ataerkil kodlarımızla ilintilidir. Çünkü ataerkil kodlamada
kadın fitneyle özdeştir. Fitnenin öznesi kadın, nesnesi ise erkektir.
Ataerkil kodlamada ırz, namus ve iffet gibi ahlâkî değerler aslında
kadının meselesidir. Dolayısıyla mezkûr değerlerin muhafazası kadına,
kadının namus bekçiliği erkeğe aittir. Namus bekçiliği onur, haysiyet ve
şeref kodlarıyla da pekiştirilen erkek için, kadının ciddi bir tehlike
ve tehdit olmasında şaşılacak bir şey yoktur. Haliyle yozlaşma tesettür
ve kadın bağlamında hatırlanması gereken bir sorundur; erkek yozlaşması
diye bir sorun yoktur; oysa gerçekte kadın-erkek ayrımı söz konusu
olmaksızın yozlaşma diz boyudur.
Prof. Dr. Mustafa Öztürk - 21 Mayıs 2016
Kaynak: http://www.karar.com/yazarlar/mustafa-ozturk/tesettur-modasi-ve-yozlasma-tartismasi-1133
Kaynak: http://www.karar.com/yazarlar/mustafa-ozturk/tesettur-modasi-ve-yozlasma-tartismasi-1133