Gönül
isterdi ki bin nasihat bir musibetten evla olsun; ama maalesef olmadı.
Dahası, FETÖ’cü alçakların darbe teşebbüsü “bir musibet bin nasihatten
evladır” sözünü bir kez daha doğruladı. Uzun zaman boyunca kendilerini
barışçıl eğitim gönüllüleri olarak lanse eden ve son zamanlara kadar
hoşgörü, alçakgönüllülük gibi yumuşak kavramlarla konuşmayı yeğleyen
aşağılık Gülen ve mankurtları din ve dinî değerler üzerinden sayısız
insanı ayartmakla kalmadı, pervasız talepkarlık ve arsızlığını vatana
millete hizmet ambalajıyla siyasete pazarlamayı da başardı.
Aslında din sadece
FETÖ’de değil, dinî semboller ve referanslar kullanan birçok cemaat ve
harekette de hem meşruiyet kazanma hem de aklanma işlevi gören bir
aparat mesabesindedir. Türkiye’deki dinî cemaatler ve hareketlerin pek
çoğu kendi işini avukata havale edip başkasının işleriyle meşgul olan
kimselerden müteşekkil tüzel kişilikler gibidir. Başka bir ifadeyle, bu
cemaatler asıl işlerini ve işlevlerini rafa kaldırıp olmadık işlere
burun sokmakla mümeyyizdir. Birçok üst düzey kamu kurum ve kuruluşunda
ehliyet ve liyakatten ziyade “bizimkiler” ölçütüne itibar edilmesi ve
bürokratik mekanizmanın bir bakıma aşiret sistemi gibi işletilmesi
çeşitli cemaatlerin devlet içerisinde derebeylikler kurup istedikleri
gibi at oynatmalarına imkân sağlamaktadır. Bugün kamu kurumlarında
vaziyeti kurtarmak adına yapılan geniş çaplı tasfiyeler durumun
vahametini ortaya koymaktadır.
Cemaatler uzun
zamandan beri dinden ziyade dünya işleriyle meşgul olmakta, tabir
caizse, din üzerinden devşirdikleri sermayeyi dünyevî alanlara
yatırmakta, özellikle de devletin kritik kurumlarında ve çeşitli
bakanlıklarda kolonileşmeye çalışmaktadır. Bu arada kendilerini
Diyanet’e alternatif olarak takdim etmeyi de elden bırakmamaktadır.
Diğer taraftan son zamanda kendisini siyasi iktidar nezdinde akredite
olmuşluk vasfıyla tanıtan yeni bir oluşum itikat tashihciliğine
soyunarak hem nüfuz alanlarını genişletme gayretiyle ön plana çıkmakta,
hem de husumet besledikleri veya kendilerine rakip gördükleri grupları
yaftalamak suretiyle darbe fırsatçılığı yapmaktadır. Dahası, 17/25
Aralık hadisesi patlak verdiğinde, bekle-gör politikasıyla, “Bakalım, bu
kavgada kim galip gelecek” diye uzun süre bekleyen, hükümetin galebe
çaldığı kesinlik kazanınca FETÖ aleyhine kükreyen birçok dinî grup,
şimdilerde demokrasi nöbeti adına bülbül gibi şakımaktadır.
15 Temmuz vakası gibi
ikinci bir musibet bin nasihatten evla olmasın dileğiyle şunu
belirtmeliyim ki tüm cemaatler kendi sivil alanlarına çekilmeli, bundan
böyle siyaset, hükümet ve devletle senli-benli ilişki kurmak suretiyle
kabak tadı vermelerine müsaade edilmemelidir. Aksi halde FETÖ örneğinde
olduğu gibi şımarıp arsızlaşmaları ve palazlandıkça devletin başını
ağrıtmaları kaçınılmaz görünmektedir. FETÖ gibi patolojik yapıların
devlete sızıp yuvalanmasında siyaset geleneğimizdeki kötü
alışkanlıkların başat rol oynadığı kesindir. Bu alışkanlıklardan biri,
dinî cemaatlerin birer aşiret gibi görülmesi ve kendileriyle
ivazlı-garazlı ilişkilere girilmesidir. Siyaset ile dinî cemaatler
arasında bu tür bir ilişki kurulduğu sürece, “Lanet olası FETÖ nasıl bu
hale geldi” diye yakınmak nafiledir. Yine siyaset ve devlet ile
cemaatler arasında ahbap çavuş ilişkisi bulunduğu sürece, icap-kabul ve
alışveriş prosedürünün işlemesi de gayet tabiidir. Haliyle, geçmiş
yıllardaki birçok KPSS sınavlarında olduğu gibi sayısız insanın hakkının
yenilmesi ve sonuçta binlerce mağdurun/mazlumun ahından dolayı ağır
maliyetler ödenmesi mukadderdir.
Bu vesileyle, 15
Temmuz darbe teşebbüsünün devlet katında serinkanlı ve teennili şekilde
değerlendirilmesi gerektiğini de belirtmek gerekir. Tüm FETÖ’cülerin
iflahı kesilmeli, ancak darbe fırsatçılarına da prim verilmemelidir.
Özellikle insanların şahsi husumet ve hesaplaşma arzusuyla birbirleri
aleyhinde muhbirlik yapmak gibi ahlaksızlıklara tevessül edebileceğini
dikkate alarak kurunun yanında yaşın yanmamasına azami özen
gösterilmeli, dolayısıyla soruşturma prosedürü somut bilgi, belge, tanık
gibi maddi unsurlar refakatinde işletilmelidir. Yok eğer devlet
“Kavgada yumruk sayılmaz” derse, bu durum sapla samanın birbirine
karışmasına yol açmanın yanında aşağılık FETÖ’cülerin ekmeğine de yağ
sürebilir.
Prof. Dr. Mustafa Öztürk - 27 Temmuz 2016
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder