Fetullah İbn Selûl’ün başını çektiği Haşhâşî sürüsünün ibretamiz hikâyesi sözde
iman kurtarıcılığıyla başladı. Pensilvanyalı İbn Selûl İzmir
Kestanepazarı’ndaki cami köşesinde vaizliğe başlar başlamaz müstakil mehdilik
rolüne soyunmanın halk katında, “Sen de kimsin be adam!” mealinde bir
tepkiye konu olacağını iyi bildiğinden, işin başında sırtını Saîd
Nursî’ye yasladı. Bu süreçte sık sık Risâle-i Nur metinlerini referans
göstererek vaaz adı altında biteviye laf salatası yaptı ve tüm
salatalarına iman kurtarıcılığı sosu kattı. Ayrıca Sızıntı adlı derginin
hemen her sayısında, ilahiyat fakültelerine sızdırdığı Haşhâşî
akademisyen güruhuna hava civa türünden sözde bilimsel içerikli yeni
soslar hazırlattı. “Bal peteğinde Allah yazıyor”, “Tabiat eczanesinde
soğan satılıyor” mealindeki sayısız gevezelik Sızıntı dergisinde
ilim-irfan diye pazarlandı.
***
Haşhâşîler şebekesi
pazarlama konusunda pek mahir olduğundan, ballı petekli ve börtü böcekli
sözde ilim furyası maalesef ilahiyat alanına da sıçradı ve
meslektaşlarımızdan birçoğu “bilimsel tefsir” denilen bu cıvıklıktan
nemalanma yollarını aradı. Öte yandan Pensilvanyalı İbn Selûl’un soru
çalma (fetih okutma) yöntemine benzer yollarla ilahiyat fakültelerinde
konuşlandırdığı fedailerin pek çoğu “Kur’an’da Patates Kızartması”
türünden tezler ve makalelere imza atmak suretiyle İslam ilim geleneğine
müthiş katkılar(!) yaptı. İçlerinden bazıları tefsir ilmine katkının
ötesinde havacılık ve pilotluk gibi alanlara da el attı. Mesela Sakarya
Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Tefsir Anabilim Dalı öğretim görevlisi
Yrd. Doç. Dr. Adil Öksüz adlı bir müptezel, “Kur’an’da İsraf Kavramının
Semantik Tahlili” gibi çok derinlikli(!) ilmî çalışmalarının yanında
pilotluğa da merak saldı ve herhalde bir tefsircinin aynı zamanda çok
iyi bir F16 pilotu da olabileceğini(!) göstermek üzere 15 Temmuz darbe
teşebbüsünün organize edildiği Akıncılar hava üssünde icraat yaptı.
***
Pensilvanyalı İbn
Selûl kendi varlığını ve varoluş felsefesini yalan dolan üzerine
kurduğundan, iman kurtarma işini bile, “Ay’a ilk adım atan astronot Neil
Armstrong geçen sene Mısır’da duyduğu ezan sesi üzerine bu daveti Ay’a
çıktığı zaman da duyduğunu ve çok heyecanlandığını söyledi” (Sızıntı,
yıl: 5, sayı: 57, 1983), “Kaptan Cousteau’nun kafası denizin bağrında
tespit ettiği hakikatle aydınlığa erdi” (Sızıntı, yıl: 5, sayı: 58,
1983) gibi tezviratlar üzerine kurguladı. Aslında Pensilvanyalı’nın
derdi iman kurtarmak değil, fedailerini mutlak bir itaatle kirli
emellerine hizmet ettirecek bir itikat sistemi oluşturmaktı. Çünkü
Kur’an’da iman diye ifade edilen değerin ayrılmaz parçası salih ameldir.
Yani iman canlı, dinamik ve derunî bir tecrübe olarak mutlaka salih
ameller üretir. Oysa itikat dondurulmuş gıda gibidir; zihinde kodlanan,
hemen hiçbir manevi-deruni boyut taşımayan ve istenildiğinde “Andımız”
misali salt telaffuz olunan bir dizi klişeden ibarettir.
***
İman denilen manevi
temelin üzerine ancak salih amel binası inşa edilebilir. İtikat denilen
temel üzerine ise -FETÖ hadisesinde/örneğinde görüldüğü gibi- mescid-
dırar misali her türlü kirli yapı kurulabilir. Gerek iman ile itikadın
birbiriyle özdeş kabul edilmesinde, gerekse bir kere dille ikrar
edildikten sonra mü’minlik vasfının asla kaybolmayacağının
zannedilmesinde, innellezine âmenû ve amilu’s-sâlihât
şeklindeki Kur’an ifadelerinden, “İman ayrıdır, amel ayrıdır” ya da
“Amel imandan bir cüz değildir” mealinde yanlış bir hüküm ve doktrin
üretilmesinin önemli rol oynadığını belirtmek gerekir. Bu hüküm/doktrin
mürtekib-i kebîre (büyük günah işleyen kimsenin durumu) meselesinde
maşeri vicdanı rahatlatmak maksadıyla üretilmiş olabilir; ancak bu
doktrinin önümüze koyduğu vahim sonuçlardan birinin, sözde iman
kurtarmak üzere yola çıkan bir güruhun sayısız günahla dolu kırk yıllık
hikâyesinin kendi milletine kurşun sıkmak gibi emsalsiz bir alçaklıkla
sona ermesinden başka bir şey olmadığı gerçeği de teslim edilmelidir.
Prof. Dr. Mustafa Öztürk - 23 Temmuz 2016
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder