Bu
yazının başlığındaki meşhur soru, Türkiye’deki milyonlarca insanın din
konusundaki genel ilgi ve bilgi düzeyi hakkında az çok fikir veren
önemli bir klişedir.
Özellikle televizyon
ekranlarındaki birçok programda fındık kabuğunu doldurmayan konularla
ilgili fetva taleplerine cevap vermekle meşgul olunması, bir yandan
sözde din referanslı eyyamcılığı meşrulaştırma işlevi görmekte, bir
yandan da kıssa, menkıbe ve hurafe edebiyatı üzerinden din ve İlahiyatı
folklorik bir unsur haline getirmektedir. Belli ki bu durum medya
dünyasında rahatsızlık yaratmamakta; çünkü mekanizma “alan razı, veren
razı” uyarınca çalışmaktadır.
Hz. Peygamber’in
açlığa dayanmak maksadıyla karnına taş bağladığını anlatmak için hatırı
sayılır meblağlara anlaşma yapmak da herhalde bu karşılıklı rızaya
dayanmaktadır. Ancak burada karşımıza çıkan ahlak sorunu, yıllar önce
hem “bina ile zinanın çoğalması kıyamet alametidir” diyen, hem de bu
arabesk fiten edebiyatını can kulağıyla dinleyen çevrelere mensup birçok
zevatın şimdiki demde kıyamet alâmetlerinin tümünü unutmuş gibi
yaşamasını hatırlatmaktadır. Kendilerini muhafazakâr ve dindar addeden
çevrelerin hâl-i hazırdaki umumi durumu, Ulvi Alacakaptan’ın “eskiden
ihlas gibi görünen şey meğer parasızlıkmış” tespitini doğrular
tarzdadır.
***
Bu mevzu bir tarafa,
geçen yıl ben de dinî içerikli bir televizyon programı yaptım; fakat
kırk haftalık programda geniş halk kitlesinin ilgisini çekmeyi
başaramadım; çünkü prensip olarak halkın istek ve beklentilerini değil,
hayli ertelenmiş ve gecikmiş bir aydınlanma tecrübesine az çok katkı
sağlayacağını düşündüğüm meseleleri anlatmaya çalıştım ve bu suretle
formalist-folklorik din anlayışından belki bir nebze kopuş olur sandım.
Ama maalesef yanıldım ve nihayet şunu anladım: Televizyon denilen aygıt,
halkın beklentileri karşılandığı ya da avam-nâs seviyesi esas alındığı
takdirde geniş ölçekli rağbet görmektedir. Türkiye toplumu söz konusu
olduğunda, televizyonun her şeyden önce eğlence ve eğlendirme işlevine
sahip olduğunu teslim etmek gerekir. Nitekim çocukluk/gençlik çağları
1970-1980’li yıllara rastlayan herkes televizyonun bu ülkedeki
insanların dünyasına düşük maliyetle eğlence ihtiyacını karşılama
işleviyle girdiğini ve en başından itibaren kolektif şuurda bu işleviyle
yer ettiğini bilir. Türk toplumunun boş zaman algısı ve boş zaman
alışkanlıkları dikkate alındığında, dinî muhtevalı televizyon
programlarına ilişkin genel algının da şu veya bu şekilde eğlence
formatıyla ilgili olduğu söylenebilir.
Hiç kuşkusuz görsel
medya, özellikle de televizyon dinî değerleri hem tahıl gibi öğütüyor,
hem de basit bir meta gibi kullanıp tüketiyor. Mevcut durum medya
âleminin dini ciddiye almadığını ve fakat halkın dinî programlara alaka
göstermesinden dolayı din konusuyla ilgileniyormuş gibi davrandığını
işaretliyor. Bu yüzden de televizyon mecrası dinî programlardaki içeriği
çoğunlukla formalist ve folklorik anlayışa uygun biçimde formatlıyor.
Ayrıca, kimi zaman insanların ahlâkî yaşantılarında hiçbir karşılığı
olmayan meseleleri, sözgelimi “Zülkarneyn uzaylı mıydı?” türünden
fantezileri ciddi bir meseleymiş gibi sunabiliyor; kimi zaman da
sansasyon arzusu ve reyting kaygısıyla deforme edilmiş bilgi sunumunu
talep edebiliyor. Üstelik bu talebi karşılayacak alaylı ya da mektepli
“hoca figürleri”nden çok kolay şekilde medya profesyonelleri de
devşirebiliyor.
***
Televizyon
ekranlarında topluma sunulan sözde dinî programlardaki muhteva
çoğunlukla kıssa, menkıbe, hurafe edebiyatından müteşekkildir. Bu
muhtevanın Osmanlı geleneğinden tevarüs olunan ve toplumsal tabanda
geniş ölçekli karşılık bulan görenekçi halk dindarlığını beslediği
şüphesizdir. Vehbi Başer’in tespitiyle, görenekçi halk dindarlığının bir
versiyonu cuma namazları, kandil geceleri, Ramazan, mevlid ve türbe
dindarlıklarına, günümüz şartlarında az çok restore edilmiş diğer
versiyonu ise cemaat ve tarikat dindarlıklarına tekabül ediyor. Ramazan
ayında televizyonlar, cahiliye devri Arap toplumunun Ukaz, Mecenne
panayırlarındaki coşku ve heyecana benzer bir coşku yaratma gayretiyle
görenekçi halk dindarlığını adeta mest ediyor. Hâliyle, bu
programlardaki dinî-fıkhî bilgi seviyesi de her Ramazan vesilesiyle
yeniden sorulan, “Sakız orucu bozar mı?” sorusuna cevap vermekten öte
geçmiyor.
Prof. Dr. Mustafa Öztürk - 18 Haziran 2016
Kaynak: http://www.karar.com/yazarlar/mustafa-ozturk/sakiz-orucu-bozar-mi-1370
Kaynak: http://www.karar.com/yazarlar/mustafa-ozturk/sakiz-orucu-bozar-mi-1370
Yüzde yüz katılıyorum o kadar sıg müslümanlar olduk ki armudun sapı üzümün çöpü diyoruz
YanıtlaSilSn hocam, programlarınızın ilgimizi çekmediğini söylüyorsunuz. hayır, aksine programlarınızla adeta hislerimizin tercümanı oldunuz. Allah razı olsun. teşekkür ediyorum.
YanıtlaSildin pazarından böyle oyun cevirenleri de hocam maalesef ki koca yök'ün yönetimine getiriliyorlar. yazık ki sonumuz hayrolsun.
YanıtlaSil