Bu
makale 15 Temmuz gecesi vuku bulan darbe teşebbüsü esnasında kaleme
alınıp ertesi sabah “Prof. Dr. Mustafa Öztürk Arşivi” adlı blogda
paylaşılan yazının gözden geçirilmiş ve geliştirilmiş şeklidir.
Öncelikle 15 Temmuz darbe teşebbüsünün salt Gülen zibidisince organize
edilen alçaklar çetesine ait bir işgüzarlık olmaması, bu işin içinde iç
ve dış kaynaklı işbirlikçilerin bulunması, hatta belki de sırf terfi
meselesi ya da Erdoğan ve AK Parti alerjisi gibi sebeplerle “Fırsat bu
fırsat” diyen birçok üst rütbeli figürün de darbecilerle iş tutması
kuvvetli bir olasılıktır. Fakat her ne olursa olsun, sahnedeki esas
oğlanların Gülen gâvuruna sadakat yeminiyle bağlanmış alçaklar
çetesinden oluştuğu kuşkusuzdur. Bununla birlikte darbe teşebbüsünün
icrasında birtakım tuhaf boşluklar bulunması kafa karıştırıcıdır.
Özellikle bu alçaklar şebekesinin en güçlü olduğu Emniyet’ten, darbe
girişiminin başladığı andan bugüne değin herhangi bir yarılma, kamplaşma
ve kalkışma sinyali gelmemesi memnuniyet verici olduğu kadar da
kaygılandırıcıdır. Bu yüzden tehlikenin sona erdiği zehabına kapılmamak,
milletçe teyakkuzda olmak lazımdır. Darbe teşebbüsündeki tuhaflıklar,
boşluklar ve karanlık noktaların darbeci alçakların acemilik ve/veya
panik sebebiyle çarşafa dolanmalarıyla mı, uluslararası mahfillerin
başarısız bir darbe girişimi üzerinden Türkiye’yi yakın gelecekte
ameliyat masasına yatırmayı planlamalarıyla mı yoksa başka bir sebeple
mi alakalı olduğu meselesi zaman içerisinde aydınlığa kavuşacaktır.
***
1990’lı yıllardan,
özellikle de 17 Aralık vakasından bu yana, “Fethullah Gülen adlı vaiz
müsveddesinin hemen her devlet kurumunda at oynatması kanıma dokunuyor;
bir meczup zibidinin devlet içinde devlet kurması zoruma gidiyor” deyip
durdum. Hasan Sabbah rolüne soyunan bu gâvurun sevk ve idare ettiği
ihanet şebekesinin uzun yıllar boyunca Türk Silahlı Kuvvetlerine
sızdırdığı asker kılıklı fedailerden ses çıkmaması hayra alamet değil”
diyerek de kendimi yırttım. TSK bünyesindeki derin sessizlik önceki gece
çok tuhaf bir darbe teşebbüsü olarak patlak verdi ve darbeci alçaklar
şebekesi kendi ülkesinin ve devletinin meclisini bombalayacak, kendi
halkına kurşun sıkacak kadar adi, şerefsiz ve haysiyetsiz olduklarını
gösterdi.
Kalpazan Gülen ve
fedailerindeki alçaklık ve namussuzluğun hiçbir kelimeyle ifade
edilemeyecek raddede olduğunu, bu çetenin hiçbir insani ve ahlaki değer
normu taşımadığını onlarca yıldır söyleyen biri olmama rağmen maalesef
17 ve 25 Aralık hadiseleri patlak verinceye kadar neredeyse tüm
muhafazakâr-dindar kesimler tarafından “fitneci” olarak algılandığımı
belirtmeliyim. Yargıdan Emniyet’e, TSK’dan Tübitak ve üniversitelere
kadar devletin en önemli ve kritik kurumlarının belki de sırf “abdestli
namazlı insanlardan zarar gelmez” gibi son derece naif bir gerekçeyle,
yıllar boyu bu ihanet şebekesine adeta peşkeş çekilmesine kahreden
biriyim. Dolayısıyla bugün, “Besle kargayı oysun gözünü” sözünün ifade
ettiği noktada bulunduğumuzu çok acı bir itiraf olarak dillendirmek
mecburiyetindeyim.
***
Artık olan oldu ve
asker üniformalı birkaç alçak, kendi halkına kurşun sıkmak ve vatandaşı
tanklarla ezmek suretiyle alçaklığın dibini buldu. İmdi, bugünden tezi
yok, devleti yöneten sivil iradenin bu alçak ve şerefsizlere yaraşır
ceza için meclisi toplayıp darbe teşebbüsüne münhasır bir idam yasası
çıkarması ve ibret-i âlem için alçakların her birini darağacında
sallandırması elzemdir. Devlet ile aşiret arasındaki en temel farklardan
birinin hukuk düzenine riayet olduğu gerekçesinden hareketle, idam
cezasıyla ilgili yasanın geriye işlemeyeceği ve dahi idamın müspet
anlamda radikal sonuç üretmeyeceği ileri sürülebilir. Fakat bu demde
“İdam cezası geri gelmemeli; demokrasinin yüksek standartlarından ve
insan haklarından asla taviz verilmemeli” tarzında bir entelektüel
akıldaneliğe yeltenilmemelidir. Gün, demokrasinin israf ve ziyan
edileceği gün değildir. Kaldı ki demokrasi lüks tüketim eşyasına benzer
bir şey olmadığı gibi mevcut durum itibariyle israf ve ziyan konusu
edilebilecek bir değer de değildir. TBMM’yi bombalamak Türkiye
Cumhuriyeti’ne karşı fiilen savaş açmak anlamına gelir; dolayısıyla
hal-i hazırdaki olağanüstü durumla ilgili hukuk da buna göre tanzim
edilmelidir. Millete reva görülen bu emsalsiz ihanet ve hıyanete yaraşır
ceza idamdan başka bir şey olmasa gerektir. Zira Gülen zibidisi ve
darbeci çetesinin ülkeye ödettiği ağır maliyetin psikolojik telafisi
ancak bu şekilde mümkün olabilir ve yine bu alçakların tüm milletin
bağrında açtığı derin yaralar ancak bu şekilde kabuk bağlayabilir.
Prof. Dr. Mustafa Öztürk - 18 Temmuz 2016
Kaynak: http://www.karar.com/yazarlar/mustafa-ozturk/pensilvanyali-din-kalpazaninin-agir-maliyeti-ve-bu-maliyetin-telafisi-1614
Kaynak: http://www.karar.com/yazarlar/mustafa-ozturk/pensilvanyali-din-kalpazaninin-agir-maliyeti-ve-bu-maliyetin-telafisi-1614
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder