ZÜLKARNEYN
(ذو القرنين)
Kur’an’da kendisine büyük güç ve imkân verildiği bildirilen kişi.
Sözlükte
“sahip, mâlik” anlamındaki zû ile “boynuz, kâkül, şakak; aynı dönemde
yaşayan nesil, akran” gibi mânalara gelen karn kelimesinin (Ezherî,
Tehźîbü’l-luġa, “ķrn” md.) tesniye kalıbından oluşturulan zü’l-karneyn
terkibinin anlamı karn kelimesine verilen mânaya göre değişir (Hasan
el-Mustafavî, IX, 274-278). Mekke döneminde yahudilerin veya daha
kuvvetli bir ihtimalle yahudilerin yönlendirmesiyle Kureyşli müşriklerin
Hz. Peygamber’i imtihan etmek maksadıyla sordukları üç sorudan birine
cevap mahiyetinde nâzil olan Kehf sûresinin 83-98. âyetlerindeki kıssada
(Taberî, CâmiǾu’l-beyân, IV, 174, 271; İbn Kesîr, Tefsîr, III, 100) üç
defa geçen Zülkarneyn kelimesinin bir özel isim mi yoksa lakap mı olduğu
açık değilse de hâkim görüş lakap olduğu yönündedir. Gerek Arap dilinde
lakap ve sıfata delâlet eden “zülcenâhayn, zülyedeyn” gibi kelimelerin
bulunması gerekse Kur’an’da Hz. Yûnus’tan “zennûn/zünnûn” diye söz
edilmesi (el-Enbiyâ 21/87) Zülkarneyn’in özel isimden ziyade lakap
olabileceğini düşündürmektedir; fakat bu lakabın ne mânaya geldiği de
açık değildir.
İslâmî kaynaklarda yer alan ve önemli bir kısmı
İsrâiliyat türü rivayetlere dayandığı anlaşılan farklı izahlara göre
Kehf sûresinin 83-98. âyetlerinde konu edilen kişinin doğuya ve batıya
seferler düzenleyip büyük fetihler yapan bir cihangir olduğu, insanları
tevhide davet ettiği için inkârcılar tarafından başının iki tarafına
vurularak öldürüldüğü, başında boynuza benzer iki çıkıntının yer aldığı,
tacının üstünde bakırdan iki boynuz bulunduğu, saçlarının iki örgülü
olduğu, emrine ışık ve karanlığın verildiği, rüyasında kendini gökyüzüne
tırmanmış ve güneşin iki kenarından tutunmuş halde gördüğü, hem anne
hem baba tarafından asil bir soya mensup bulunduğu, İran ve Yunan asıllı
iki soydan geldiği, hayatı boyunca iki nesil gelip geçtiği, büyük
cesaretinden dolayı veya savaşta düşmanlarını âdeta koç gibi vurup
devirdiği yahut kendisine zâhir ve bâtın ilmi verildiği için Zülkarneyn
diye anıldığı belirtilir (Sa‘lebî, el-Keşf, IV, 146; Fahreddin er-Râzî,
XXI, 140). Bazı müfessirler, karn kelimesinin Arapça’da kâkül/zülüf
anlamındaki kullanımının yaygınlığına atıfla söz konusu lakabın “iki
örgülü” mânasına geldiğini söylese de (İbn Âşûr, XVI, 19) Kehf sûresinin
85-86 ve 89-90. âyetlerinde Zülkarneyn’in doğu ve batı istikametinde
iki seferine işaret edilmesi, ilk açıklamanın daha isabetli olduğunu
düşündürmektedir. Buna göre Zülkarneyn lakabı “cihangir, cihan
hükümdarı” gibi bir mâna ifade etmektedir. Bu izah, Zülkarneyn’in Bizans
ve İran’ı ele geçirmesinden dolayı bu lakapla anıldığı yolundaki Ehl-i
kitap kaynaklı görüşün yanı sıra (Taberî, CâmiǾu’l-beyân, VIII, 271)
Zülkarneyn lakabının kinaye yoluyla güç ve iktidarı simgelediği, bu
sembolik anlamın nüzûl dönemindeki yahudilerce bilindiği yönündeki
tesbitlerle de desteklenebilir (Kāsımî, VII, 76). Nitekim Eski Ahid’in
Daniel kitabında (8/3, 20) koç ve iki boynuz imgesiyle ilgili bir
rü’yetten/vizyondan söz edilmekte ve iki uzun boynuzlu koçun Med ve Pers
krallarını simgelediği belirtilmektedir.
Kur’an’da yer alan
Zülkarneyn kıssasıyla ilgili ifadeler oldukça veciz ve müphemdir. Bu
durum kıssayla ilgili tarihî bir çerçeve belirlemeyi güçleştirmektedir.
İlgili âyetlerdeki ifadelere göre Zülkarneyn, Allah tarafından kendisine
verilen büyük güç ve geniş imkânlar sayesinde dünyanın doğusuna ve
batısına iki sefer düzenlemiştir. Batı istikametindeki ilk seferinde
karşılaştığı bir halka zulümden/şirkten sakınma, Allah’a iman, sâlih
amel ve güzel mükâfat gibi kavramlarla ifade edilen bir dinî-ahlâkî
tebliğde bulunmuştur. Ardından doğu istikametinde ikinci bir sefere
çıkmış ve bu sefer sırasında kendilerini güneşten koruyacak gölgelikleri
bulunmayan başka bir kavimle karşılaşmıştır. Daha sonra muhtemelen
kuzeydeki dağlık bir bölgeye üçüncü bir sefer düzenlemiş, bu sefer
sırasında Ye’cûc ve Me’cûc diye anılan fesatçı ve saldırgan bir kavim
veya kavimlerden şikâyetçi olan bir halkla karşılaşmış, onların isteği
üzerine söz konusu bölgedeki bir geçide demir kütleler ve bakırı eritmek suretiyle sağlam bir set inşa etmiştir. Bu seddin inşası
karşılığında halkın kendisine ücret ödeme teklifini, “Rabbimin bana
lutfettiği geniş imkânların yanında sizin vereceğiniz ücretin kıymeti
yoktur” diyerek geri çevirmiş, ancak onlardan kendisine beden gücüyle
yardımda bulunmalarını istemiştir. İnşa faaliyeti tamamlanınca Ye’cûc ve
Me’cûc gedik bile açamadıkları bu seddi aşamamışlardır. Zülkarneyn
onlara bu başarısının ilâhî lutuf sayesinde gerçekleştiğini belirtmiş ve
seddin ancak Allah’ın belirlediği vakit geldiğinde yıkılacağını
söylemiştir. Zülkarneyn’in büyük güç ve imkân sahibi kılınması kıssada
“sebep” kelimesiyle ifade edilmiştir (el-Kehf 18/84). Müfessirler bu
kelimeyi genellikle “amaç ve arzuya ulaştıran ilim” diye açıklamıştır.
Ancak bazı tefsirlerde sebebin bir şeye nâil olmayı sağlayan her türlü
imkândan istiare olarak kullanıldığı belirtilmiştir (Fahreddin er-Râzî,
XXI, 141; Kurtubî, XI, 33). Buna göre Zülkarneyn’e verilen sebebin geniş
anlamda akıl, ilim, irade, kuvvet, kudret, imkân gibi amaca ulaşmayı
mümkün kılan her şeyi kapsadığını söylemek mümkündür (Şîrâzî, VII, 588).
Zülkarneyn’in
ilk iki seferinden söz eden âyetlerde “mağribe’ş-şems” (el-Kehf 18/86)
ve “matlia’ş-şems” (el-Kehf 18/90) terkipleri geçer. Bunlar lafzî olarak
güneşin doğduğu ve battığı yeri ifade eder; halbuki gerçekte güneşin
doğup battığı bir yer mevcut değildir. Bundan dolayı söz konusu
terkipler, Zülkarneyn’in doğu ve batı istikametindeki seferleri
sırasında ulaşabildiği en son noktaya işaret etmektedir. Tefsir
kaynaklarında bu iki noktanın batıda Ege denizi sahilleri veya Atlas
Okyanusu, doğuda ise Hint Okyanusu veya Asya’nın doğusu olabileceği
yolunda açıklamalar vardır; fakat bunların çoğu tahmine dayanmaktadır.
Esasen Zülkarneyn’in ilk iki seferiyle ilgili Kur’an ifadelerinden kesin
bir coğrafî tesbitte bulunmak pek mümkün değildir. Bununla birlikte
onun batı seferinde güneşi kara bir balçıkta batar halde gördüğünü ve
orada bir halkla karşılaştığını bildiren Kur’an ifadesinin kozmografik
bir gerçekliğin tarifinden öte, büyük ihtimalle sisli-puslu bir ufukta
batan güneşin çıplak gözle algılanışıyla ilgili bir tasvir olduğunu
söylemek mümkündür. Zira güneşin gerçekte kara bir balçığa batması söz
konusu değildir (Fahreddin er-Râzî, XXI, 142). Kıssada Zülkarneyn’in
doğu seferinde karşılaştığı halktan, “Kendilerini güneşten koruyacak bir
siper/gölgelik meydana getirmemiştik” şeklinde söz edilmesi (el-Kehf
18/90) bu halkın ilkel bir hayat sürdüğü ihtimalinden çok, yaşadıkları
coğrafyanın zengin bitki örtüsü bulunmayan bir yer, bir bozkır olma
ihtimaline işaret etmektedir. Diğer taraftan kıssada Zülkarneyn’in
hükümdarlık vasıflarından ziyade iman, ihsan, adalet, insaf ve şükür
sahibi bir kul şeklinde tasvir edilmesi ve ona atfedilen sözlerde iman,
sâlih amel, ilâhî lutuf ve rahmet gibi kavramların geçmesi, Kur’an’daki
dilin tevhid merkezli bir din dili olması, kıssanın da bu dilin
kalıplarına uygun biçimde aktarılmasıyla ilgili bir özelliktir.
Din
dili gereğince Zülkarneyn’in Kur’an’da peygamberler veya din
büyüklerine özgü bir dil ve üslûpla konuşur biçimde tanıtılması bazı
İslâm âlimlerini onun peygamber olduğunu düşünmeye sevk etmiş, buna
karşılık bir kısım âlimler Zülkarneyn’i “sâlih bir kul” diye
nitelemiştir. Bu iki görüş dışında, Hz. Ömer’e atfedilen ve İbn Kesîr
tarafından son derece garip olarak nitelendirilen bir telakkiye göre
Zülkarneyn bir melektir (Mes‘ûdî, II, 8; İbn Kesîr, el-Bidâye, II, 537).
Bîrûnî’nin tuhaf dediği diğer bir görüşe göre ise Zülkarneyn cin
taifesindendir (el-Âŝârü’l-bâķıye, s. 40). Onun peygamber olduğunu ileri
süren âlimler Kehf sûresinin 84. âyetinde geçen, “Biz ona muhtaç olduğu
her şeyi elde etme imkânı verdik” ifadesindeki genel anlamın kapsamına
nübüvvetin de girmesi gerektiği şeklinde bir istidlâlde bulunmuşlarsa da
bu istidlâle itiraz edilmiştir (İbn Âdil, XII, 556). Esasen Kur’an’daki
ifadeler ışığında Zülkarneyn’in peygamber değil ilim, hikmet ve adalet
sahibi bir hükümdar olduğunu söylemek daha isabetlidir. Nitekim
âlimlerin çoğunluğunca sahih kabul edilen görüş de bu yöndedir (Hâzin,
III, 209).
Tefsir ve tarih kaynaklarında Zülkarneyn’in asıl ismi,
nesebi, ne zaman ve ne kadar yaşadığı gibi konularda çok farklı
bilgiler verilmiştir. Meselâ ömrüyle ilgili olarak iki veya üç bin yıl
gibi abartılı rakamların yanında sadece otuz küsur sene yaşadığı da
zikredilmiştir (İbn Asâkir, XVII, 361; İbn Kesîr, el-Bidâye, II, 550).
Ayrıca bazı rivayetlerde Zülkarneyn insan üstü özelliklere sahip, emrine
bulutların verildiği, bir melek tarafından göğe yükseltilmiş, hatta
atını Süreyyâ yıldızına bağlayan mitolojik bir kişilik olarak takdim
edilmiş, ancak bu tür tasvirler İbn Kesîr gibi bazı müfessirler
tarafından eleştirilmiştir (Tefsîr, III, 101). Onun hangi çağda yaşadığı
konusunda Hz. Îsâ ile Hz. Muhammed arasındaki fetret döneminde
yaşadığı, Hz. İbrâhim’le çağdaş olduğu ve onun irşadıyla İslâm’a girip
Kâbe’yi tavaf ettiği, Hz. Mûsâ ve Hızır’la aynı çağda yaşadığı, Hızır’ın
teyzesinin oğlu olduğu, âb-ı hayâtı aramak üzere karanlıklar ülkesine
yolculuk yaptığı ve bu yolculukta Hızır’ın da rehber olarak hazır
bulunduğu tarzında ilginç görüşler ileri sürülmüştür (Makdisî, III, 80;
Sa‘lebî, ǾArâǿisü’l-mecâlis, s. 323-325; İbn Kesîr, el-Bidâye, II,
547-551; İbn Hacer, I, 117-118).
İzzet Derveze’ye göre rivayet
kaynaklı bu görüşlerde gerçekle hayal iç içe girmiş, tarihî olaylarla
efsaneler mezcedilmiştir (et-Tefsîrü’l-ĥadîŝ, V, 94). Bilhassa tarih
kaynaklarındaki rivayetlere bakıldığında kimi zaman Zülkarneyn ile Hızır
arasında ilişki kurulduğu, ancak bu iki isimle ilgili bilgilerin
birbirine karıştırıldığı (Taberî, Târîħ, I, 365, 571-578), kimi zaman da
Zülkarneyn ile özdeşleştirilen İskender’le ilgili olarak en az iki
farklı kişiden söz edildiği görülür. Ayrıca gerek Zülkarneyn’in Sumer,
Bâbil, Akkad veya Mısır asıllı bir kişi olduğuna dair görüşlerin
muhtevasına gerekse bazı rivayetlerde Zülkarneyn ile birlikte anılan
Hızır ve âb-ı hayât motifine (İbn Asâkir, XVII, 345-348) Gılgamış
destanı ile İskender efsanesinde de rastlanabilir (DİA, XVII, 407-408).
Hatta İslâm edebiyatında Makedonya Kralı Büyük İskender’e ruhanî bir
kişilik atfedildiğine ve bu kişiliğin efsanevî biçimde Zülkarneyn ile
özdeşleştirildiğine şahit olunabilir. Bilhassa “İskendernâme” adı
verilen edebî türde İskender neredeyse tamamen Zülkarneyn kimliğine
büründürülmüştür. Bu durum İskender’in, geniş coğrafyaya yayılmış birçok
devleti on iki yıl gibi kısa bir sürede ortadan kaldırarak çok büyük
bir imparatorluk kurmasının ancak mânevî bir güç ve ilâhî bir destekle
mümkün olabileceği düşüncesiyle açıklanmıştır (a.g.e., XXII, 555-559).
Bir
yoruma göre Zülkarneyn kıssası tarihî değil temsilî olup esas
itibariyle insanın bu dünyaya yönelik bütün uğraşlarının geçici olduğunu
unutmadığı, zamana ve zevahire dair bütün sınırların ötesinde olan
Allah’a karşı nihaî sorumluluğun bilincinde olduğu sürece dünyevî hayat
ve iktidarın mânevî ve ruhanî selâmetle çatışmak zorunda olmadığı
gerçeğini ifade etmektedir (Esed, s. 708, 735). Bilim-kurgu nitelikli
diğer bir yoruma göre Zülkarneyn kıssası aslında uzayla ilgili olup
uzayın derinliklerinde yaşanmış ilginç bir serüvenden söz etmektedir
(Türe, s. 199-267).
İçtimaî tefsir çizgisini takip eden bazı müfessirlere göre Zülkarneyn
kıssası tarihî gerçeklik taşımakla birlikte aslında sünnetullah
çerçevesinde insan, tarih ve toplumla ilgili önemli dersler ve ibretlere
işaret etmektedir (Kāsımî, VII, 72-74).
Zülkarneyn kıssasının
temsilî olduğu veya birçok önemli hikmet ve ibret dersini içerdiği
şeklindeki modern yorumlara karşılık klasik dönemlerdeki izahların hemen
hepsinde kıssanın tarihî çerçevesini tesbit üzerinde durulmuş, bilhassa
Zülkarneyn’in tarihî şahsiyeti konusunda çok farklı görüşler ileri
sürülmüştür. Mukātil b. Süleyman, Mes‘ûdî, İbn Sînâ, Fahreddin er-Râzî,
Sıddîk Hasan Han ve Cemâleddin el-Kāsımî gibi âlimler Zülkarneyn’in
milâttan önce 323’te ölen ve Aristo’nun talebesi olarak bilinen
Makedonya Kralı Büyük İskender olduğunu belirtmiştir. Ancak Fahreddin
er-Râzî, Kur’an’da sözü edilen Zülkarneyn’in mümin, Büyük İskender’in
müşrik olması sebebiyle bu görüşün bazı problemler taşıdığına da dikkat
çekmiştir (Mefâtîĥu’l-ġayb, XXI, 139-140). Cemâleddin el-Kāsımî ise
İskender’in müşrik olduğunu ispatlayacak bilgi bulunmadığını söyleyerek
Zülkarneyn’in Makedonya Kralı İskender olduğunda ısrar etmiştir. Batılı
müellifler de genellikle bu görüşü benimsemiştir. Buna karşılık İbn
Teymiyye, İbn Kayyim el-Cevziyye ve İbn Kesîr gibi Selefî âlimler, kesin
olarak müşrik gördükleri Büyük İskender’i Kur’an’daki Zülkarneyn ile
aynı kişi kabul etmenin büyük bir hata olduğunu belirtmişlerdir
(MecmûǾatü’l-fetâvâ, IV, 83-84; IX, 81; el-Bidâye, II, 542). İbn Kesîr
tarihte iki farklı İskender bulunduğunu, Kur’an’da Zülkarneyn diye
anılan kişinin Hz. Îsâ’ya yakın bir dönemde yaşayan ikinci İskender
değil Hz. İbrâhim’le aynı çağda yaşayıp onun irşadıyla müslüman olan,
aynı zamanda Hızır’la da ilişkisi bulunan ilk İskender olduğunu söylemiş
ve bu iki İskender arasında 2000 küsur yıllık bir zamanın geçtiğine
dikkat çekmiştir (Tefsîr, III, 100; el-Bidâye, II, 542). Ancak çağdaş
Şiî müfessir Tabâtabâî, İbn Kesîr’in bu izahını delilsiz ve mesnetsiz
bir açıklama olarak değerlendirmiştir (el-Mîzân, XIII, 380).
Bazı
İslâmî kaynaklarda Zülkarneyn’in Yemen’de hüküm süren Sa‘b b. Hâris b.
Hemmâl el-Himyerî veya Ebû Kerib Şemmer Yur’iş b. İfrîkiş el-Himyerî
adlı bir kral olduğu da ileri sürülmüştür. Bîrûnî’ye göre doğruluk
ihtimali en kuvvetli olan görüş budur. Yemen’deki kralların “zûnüvâs,
zûruayn, zûyezen, zûceden” gibi lakaplarla anıldığı, bu tür lakapların
sadece Yemen’deki Himyer kralları için kullanıldığı deliline dayanan
(Bîrûnî, s. 40-41) ve Asmaî, İbn Hişâm, Neşvân b. Saîd el-Himyerî gibi
müelliflerce de tercih edilen bu görüş, Yemen bölgesinde Kur’an’ın
Zülkarneyn tasvirine uygun düşen bir kralın hüküm sürdüğüne dair bir
delil bulunmadığı gerekçesiyle eleştirilmiştir (Ebü’l-Kelâm Âzâd,
Ŝeķāfetü’l-Hind, I/1 [1950], s. 54; Tabâtabâî, XIII, 368, 380).
Kaynaklarda
asıl adının Abdullah b. Dahhâk, Mus‘ab b. Abdullah, Sa‘b b. Zülmerâid,
Merzübân b. Merzübe olduğu şeklinde rivayetlere de rastlanan
Zülkarneyn’in tarihî şahsiyetiyle ilgili olarak son dönemde daha farklı
görüşler ileri sürülmüş ve bu çerçevede milâttan önce 2200’lü yıllarda
yaşayan Akkad Kralı Naram-Sin, İran millî destan kahramanı Ferîdun, Oğuz
Kağan, İran’daki Pers imparatorluklarından Ahamenîler hânedanının
kurucusu olan ve milâttan önce 559-530 yılları arasında hükümdarlık
yapan Büyük (II.) Koreş ve yine milâttan önce 522-486 yıllarında hüküm
süren Büyük (I.) Darius gibi çeşitli isimlerden söz edilmiştir. Şiblî
Nu‘mânî, Mevlânâ Muhammed Ali Lâhûrî ve Ömer Rıza Doğrul gibi müellifler
Zülkarneyn’in Darius olduğunu söylerken özellikle Ebü’l-Kelâm Âzâd
Koreş isminde ısrar etmiştir. Son dönemde Mevdûdî, Derveze, Tabâtabâî,
Şîrâzî gibi birçok Sünnî ve Şiî müfessir tarafından da tercih edilen bu
son görüşün en önemli delillerinden biri, Zülkarneyn kıssasının nüzûl
sebebiyle ilgili rivayetlere konu olan soruların yahudiler mârifetiyle
sorulması, dolayısıyla kıssanın kahramanının bu yahudilerce bilinen ve
önemsenen bir kişilik olmasıdır. Bu açıdan bakıldığında Zülkarneyn’in
Büyük Koreş olması ihtimali güç kazanmaktadır. Çünkü bu hükümdar yahudi
tarihinde çok önemli bir yere sahiptir. Genellikle monoteist ve Zerdüştî
olduğu kabul edilen Koreş milâttan önce 539’da Bâbil Krallığı’nı
yıkarak yahudilerin buradaki esaretine son vermiş, ardından yayımladığı
bir fermanla onların Kudüs’e dönmelerine ve dinî inançlarını özgürce
yaşamalarına izin vermiştir (II. Tarihler, 36/22-23; Ezra, 1/1-4;
6/3-5). Bu sebeple Koreş, Eski Ahid’de Rab Yahve’nin çobanı ve mesihi
gibi yüceltici sıfatlarla zikredilmiş (İşaya, 44/28; 45/1), bilhassa
İşaya kitabının 45. bölümünde birçok ilâhî vaade mazhar olan bir
şahsiyet şeklinde takdim edilmiş (İşaya, 45/1-6) ve yahudi halk
inancında kurtarıcı mesih olarak görülmüştür. Ezra kitabının şiirsel
yorumu niteliğindeki Ezrânâme’de Koreş’in doğumu Tanrı’nın bir armağanı
olarak zikredilmiş, ayrıca İsrâil peygamberleri ve kralları ile aynı
konumda bulunduğu, gerek adaleti gerek kahramanlığıyla diğer krallar
arasında eşsiz olduğu belirtilmiştir (EIr., IX, 131).
Ebü’l-Kelâm
Âzâd’a göre Zülkarneyn’in Büyük Koreş olduğunu gösteren bir diğer
delil, Daniel’in rü’yetindeki iki uzun boynuzlu koç imgesinin Med ve
Pers krallıklarını birleştiren kişi olarak yorumlanması ve tarihte bu
iki krallığı birleştiren kişinin de Koreş olmasıdır. Ayrıca arkeolojik
kazılarda İstahr şehrinde bulunan ve Koreş’e ait olduğu kabul edilen
heykelin baş kısmında iki boynuz kabartması yer almaktadır. Öte yandan
Koreş’in doğuya ve batıya seferler düzenlediği, batı seferinde
Lidyalılar’ı mağlûp ederek Ege denizine kadar ilerlediği, doğu seferinde
ülkesinin sınırlarını güneydoğu ve Orta Asya’ya kadar genişlettiği,
kuzeyde ise İskitler/Sakalar üzerine seferler tertip ettiği
bilinmektedir (Ebü’l-Kelâm Âzâd, Ŝeķāfetü’l-Hind, I/1 [1950], s. 60-62,
71; I/3, s. 26-27, 32). Bütün bunların yanında Kafkasya bölgesinde
Viladikafkas’ı Tiflis’e bağlayan yol üzerindeki Daryal Geçidi eski
Ermeni kitâbelerinde Koreş Geçidi adıyla anılmaktaydı (Şîrâzî, VII,
589).
Klasik tefsirlerde Zülkarneyn’in üçüncü seferi ve iki dağ
arasına inşa ettiği set hakkında da farklı izahlara yer verilmiştir. Bu
seferin hangi coğrafyaya düzenlendiği hususunda genellikle kuzeye işaret
edilmiş ve bu çerçevede Ermenistan, Azerbaycan veya genel olarak
Kafkasya bölgesi gibi yerler zikredilmiştir. Bu arada Zülkarneyn
Seddi’nin Çin Seddi veya Yemen’deki Me’rib Seddi olduğuna dair görüşler
de ileri sürülmüş, fakat bu görüşler gerek coğrafî açıdan gerek seddin
özellikleri bakımından Kur’an’daki tasvire uymadığı gerekçesiyle kabul
görmemiştir (Tabâtabâî, XIII, 377; Şîrâzî, VII, 588). Son döneme ait
tefsirlerde bu konuyla ilgili olarak daha ziyade Kafkasya bölgesindeki
Derbend ve Daryal geçitlerinin aynı bölgede ve birbirine yakın yerlerde bulunması sebebiyle bu ikisi birbirine karıştırılmıştır.
Daryal Geçidi, Kur’an’daki tasvirlere uygun biçimde Hazar deniziyle
Karadeniz arasındaki sıradağların doğal duvar oluşturduğu bir bölgede
yer almakta ve bu geçitte iki yüksek dağın arasına demirden inşa edilmiş
bir set bulunmaktadır. Bu set daha önce de zikredildiği gibi eski
Ermeni kitâbelerinde Koreş Geçidi diye anılmaktadır (Aśĥâb-ı Kehf:
Źülķarneyn, s. 114-118). Öte yandan Kehf sûresinin 98. âyetinde
Zülkarneyn’in dilinden aktarılan, “Rabbimin belirlediği vakit gelip
çattığında bu sed darmadağın olur” meâlindeki ifadeyi, tefsirlerdeki
hâkim görüşün aksine söz konusu seddin kıyamete kadar yıkılmayacağına
hamletmek yerine hem düşman saldırılarına karşı son derece mukavemetli
olduğuna hem de ilâhî güç ve kudretin karşısında hiçbir gücün
duramayacağına dair bir uyarı olarak anlamak gerekir (Kāsımî, VII, 79).
Zira dünya üzerindeki her şey gibi bu seddin de doğal ömrünü
doldurduğunda yıkılıp yok olması mukadderdir. Bütün bu düşüncelere
dayanarak kıssada bahsi geçen Ye’cûc ve Me’cûc’ün halen Zülkarneyn
Seddi’nin arkasında mahpus oldukları ve onu aşmaya çalıştıkları
tarzındaki geleneksel anlayış ve inanışın da Kafdağı ve Zümrüdüanka
efsanesine benzer nitelikte olduğu söylenebilir (ayrıca bk. SEDD-i
İSKENDER; YE’CÛC ve ME’CÛC).
BİBLİYOGRAFYA:
Kāmus
Tercümesi, II, 404-406; Hasan el-Mustafavî, et-Taĥķīķ fî
kelimâti’l-Ķurǿâni’l-Kerîm, Beyrut 2009, IX, 274-278; Mukātil b.
Süleyman, Tefsîru Muķātil b. Süleymân (nşr. Abdullah Mahmûd eş-Şehhâte),
Beyrut 2002, II, 600-603; Taberî, CâmiǾu’l-beyân, Beyrut 1420/1999, IV,
174, 271; VIII, 270-289; a.mlf., Târîħ (Ebü’l-Fazl), I, 365, 571-578;
Ali b. Hüseyin el-Mes‘ûdî, Mürûcü’ź-źeheb (nşr. Ch. Pellat), Beyrut
1966, II, 8-9; Makdisî, el-Bedǿ ve’t-târîħ, III, 78-81; Sa‘lebî, el-Keşf
ve’l-beyân fî tefsîri’l-Ķurǿân (nşr. Seyyid Kesrevî Hasan), Beyrut
2004, IV, 146-159; a.mlf., ǾArâǿisü’l-mecâlis, Beyrut 2004, s. 316-326;
Bîrûnî, el-Âŝârü’l-bâķıye Ǿani’l-ķurûni’l-ħâliye (nşr. C. E. Sachau),
Leipzig 1923, s. 36-41; Ferrâ el-Begavî, MeǾâlimü’t-tenzîl (nşr. Hâlid
Abdurrahman el-Ak-Mervân Süvâr), Beyrut 1995, III, 178-184; Zemahşerî,
el-Keşşâf, Beyrut 1977, II, 496-499; İbn Atıyye el-Endelüsî,
el-Muĥarrerü’l-vecîz (nşr. Abdüsselâm Abdüşşâfî Muhammed), Beyrut 2001,
III, 538-543; İbn Asâkir, Târîħu Dımaşķ (Amrî), XVII, 330-361; Fahreddin
er-Râzî, Mefâtîĥu’l-ġayb, Beyrut 2004, XXI, 139-146; Kurtubî, el-CâmiǾ
li-aĥkâmi’l-Ķurǿân, Beyrut 1988, XI, 31-43; Takıyyüddin İbn Teymiyye,
MecmûǾatü’l-fetâvâ (nşr. Mustafa Abdülkādir Atâ), Beyrut 2000, IV,
83-84; IX, 81; Ali b. Muhammed el-Hâzin, Lübâbü’t-teǿvîl (nşr. M. Emîn
Demc), Beyrut, ts., III, 209-213; Ebü’l-Fidâ İbn Kesîr,
Tefsîrü’l-Ķurǿâni’l-Ǿažîm, Beyrut 1983, III, 100-106; a.mlf., el-Bidâye
ve’n-nihâye (nşr. Abdullah Abdülmuhsin et-Türkî), Cîze 1417/1997, II,
536-546, 547-551, 552-560; İbn Hacer, el-İśâbe, I, 117-118; Ebû Hafs İbn
Âdil, el-Lübâb fî Ǿulûmi’l-Kitâb (nşr. Âdil Ahmed Abdülmevcûd-Ali M.
Muavvaz), Beyrut 1419/1998, XII, 553-570; Şehâbeddin Mahmûd el-Âlûsî,
Rûĥu’l-meǾânî, Beyrut 2005, VIII, 346-365; Sıddîk Hasan Han,
Fetĥu’l-beyân fî maķāśıdi’l-Ķurǿân (nşr. Abdullah b. İbrâhim el-Ensârî),
Beyrut 1992, VIII, 101-110; Ömer Rıza Doğrul, Tanrı Buyruğu, İstanbul
1947, II, 490-493; Ebü’l-Kelâm Âzâd, Aśĥâb-ı Kehf: Źülķarneyn, Lahor
1958, s. 29-93, 102-118; a.mlf., “Şaħśiyyetü Źil-ķarneyn el-meźkûr
fi’l-Ķurǿân”, Ŝeķāfetü’l-Hind, I/1-3, New Delhi 1950, tür.yer.; Şiblî
Nu‘mânî, İslâm Tarihi: Asr-ı Saâdet (trc. Ömer Rıza Doğrul), İstanbul
1974, III, 120-125; M. Tâhir İbn Âşûr, Tefsîrü’t-Taĥrîr ve’t-tenvîr,
[baskı yeri ve tarihi yok] (Dârü’t-Tûnisiyye li’n-neşr), XVI, 17-39;
Elmalılı, Hak Dini, V, 3274-3293; Mevdûdî, Tefhîmü’l-Kur’ân (trc.
Muhammed Han Kayanî v.dğr.), İstanbul 1986, III, 174-180; M. Hüseyin
Tabâtabâî, el-Mîzân, Beyrut 1997, XIII, 368, 373-393; İskender Türe,
Kur’an’da Uzaya Seyahati Anlatılan İnsan: Zülkarneyn, İstanbul 2000, s.
65-102, 199-267; Cemâleddin el-Kāsımî, Meĥâsinü’t-teǿvîl (nşr. Ahmed b.
Ali-Hamdî Subh), Kahire 2003, VII, 67-81; Nâsır Mekârim eş-Şîrâzî,
el-Emŝel fî tefsîri Kitâbillâhi’l-münzel, Beyrut 2007, VII, 572-590; M.
İzzet Derveze, et-Tefsîrü’l-ĥadîŝ, Kahire 2008, V, 90-107; Muhammed
Esed, Kur’an Mesajı (trc. Cahit Koytak-Ahmet Ertürk), İstanbul 2009, s.
708, 735; A. Netzer, “Some Notes on the Characterization of Cyrus the
Great in Jewish and Judeo-Persian Writings”, Acta Iranica, II, Leiden
1974, s. 35-52; a.mlf., “ǾEzrā-Nāma”, EIr., IX, 131; Ahmed Suphi Furat,
“Zül-Karneyn”, İA, XIII, 650-652; İlyas Çelebi, “Hızır”, DİA, XVII,
407-408; Mahmut Kaya, “İskender”, a.e., XXII, 556; İsmail Ünver,
“İskender [Edebiyat]”, a.e., XXII, 557, 558.
Mustafa Öztürk
Kaynak:
http://www.islamansiklopedisi.info - Türkiye Diyanet Vakfı, 2013. 44. c. (16, 583 s.)
Konuyla ilgili videolar:
Zülkarneyn Kimdir?
Yecüc-Mecüc Nedir? Zülkarneyn'in Seddi Bugün Nerededir?