1990’lı
yılların başından bu yana Gülenciliğin melun bir yapı olduğunu basbas
bağıran biriyim. Bugün ise ülkenin yakın gelecekte benzer yapılarla
karşılaşmaması için didinmekteyim ve bu yüzden de zaman zaman bazı dinî
gruplardan “proje” olduğuma dair homurtular işitmekteyim. Diğer
taraftan, FETÖ soruşturmalarında at izinin it izine karışmamasına, 15
Temmuz’dan sonra zuhur eden sahte kahraman taifesinin soruşturma
konusunda skor peşinde koşmasına tahammül edemediğimi belirtmeliyim.
Durumdan vazife çıkarılması, şahsî husumetlerin FETÖ vesilesiyle intikam
fırsatına dönüştürülmesi ve böylece birçok masum insanın hayatının
karartılması gibi problemlerin önüne geçilememesi halinde bu melun yapı
etrafında oluşması kuvvetle muhtemel görünen mağduriyet hikâyesinin
ilerleyen yıllarda Bâbîlik ve Bahâîliğe benzer bir sapkınlık bakiyesini
ortaya çıkarması uzak bir ihtimal değildir.
***
17 Aralık bürokratik
darbe girişiminin yıldönümüne rastlayan bu günde bütün bunları
anlatmamdaki özel sebep, çok kısa bir süre öncesine kadar Nevşehir Hacı
Bektaş Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde vekâleten dekanlık görevini
yürüten değerli meslektaşımız Prof. Dr. Zülfikar Durmuş’un 15 Temmuz
sonrasında yaşadıklarıdır. FETÖ soruşturmalarında keyfî tasarruflara ve
işgüzarlıklara mahal verilmemesine dikkat çekmek maksadıyla Durmuş’un
yaşadıklarını bizzat kendisinden aktarmak istiyorum.
Zülfikar Durmuş Hoca
15 Temmuz 2016’dan sonra yaşadıkları hakkında özet olarak şöyle diyor:
28 Ekim 2106 Cuma günü bir komiser ve polis memuru makamıma gelerek
hakkımda tutuklama kararı olduğunu bildiren bir belge verdi. Telefonumu
hemen kapattı. Ardından odamı, kitaplarımı, cüzdanımı, çantamı,
çekmeceleri arayarak iki bilgisayarı ve bütün USB’lerimi alıp götürdü.
Cuma ezanı okunduğu sırada beni emniyete getirdiler. Beş gün boyunca
nezarethanede kaldım; altıncı gün (02.11.2016) beni savcılığa
götürdüler. Savcı yaklaşık bir buçuk saat kadar ifademi aldı. Savcıya
verdiğim ifadenin özü/özeti şöyle: Ben bir tefsirci olarak hayatını
Kur’an’a ve tefsir dersleri vermeye adamış bir kimseyim. Asistanlığa
başladığım 1992 yılından itibaren talepte bulunan herkese tefsir
dersleri yapmaktayım. Önce Darende’de, daha sonra da 2002 yılından
itibaren Malatya’da 16.07.2013 tarihine kadar aralıksız olarak tefsir
dersleri verdim. Aynı anda dört farklı gruba tefsir dersleri yaptım. Söz
konusu gruba da kendi istekleri üzerine tefsir dersleri yaptım. Ancak
bu derslere farklı düşünce ve ideolojilere mensup olan, Gülencilikle
hiçbir ilgisi bulunmayan akademisyenler de katılıyordu. Kaldı ki o
tarihlerde bu yapının iç yüzü bilinmiyordu.
***
Bu ifademden sonra
savcı beni serbest bıraktı. Ne var ki hakkımda hiçbir soruşturma
açılmamasına ve açığa alınmamama rağmen rektör, dekanlık görevimi geri
aldı. Bu arada Üniversitedeki ön inceleme komisyonuna bilgi vermek üzere
çağrıldım. Öğrenebildiğim kadarıyla YÖK herhangi bir işlem yapılmasını
istemediği halde rektör böyle bir tasarrufta bulunuyor. Ben rahmetli
Erbakan çizgisinden AK Parti’ye evrilmiş biriyim. Ayrıca İnönü
Üniversitesi’nde görev yaptığım yıllarda bu yapıyla çok mücadele ettim.
FETÖ mensubu hiçbir kimseyi İlahiyat fakültesine almadım. Benim
telkinlerim ve yönlendirmelerimle onlarca öğrenci, Gülenci harekete ait
ev ve yurtlardan ayrılarak İlim Yayma Cemiyeti’nin evlerine yerleşti. Bu
konuda sayısız öğrencim tanıklıkta bulunmaya hazırdır. Ben İlim Yayma
Cemiyeti’nin Malatya ve Nevşehir şubelerinin kurucu üyelerindenim. Halen
Nevşehir şubesinin başkan yardımcısıyım.
Selam ve dua ile…
Prof. Dr. Mustafa Öztürk - 17 Aralık 2016
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder