Zamanın
ruhundan mıdır yoksa başka bir kışkırtıcı unsurdan mıdır, bilinmez; ama
her nedense son günlerde ‘tarihselcilik’ adlı temcid pilavına kaşık
sallamak isteyenler çoğalmaya başladı. Belli ki bu meseleyle ilgili
münakaşalardan bir süre daha yakamızı kurtarma şansımız pek yok.
Malumunuz, Sayın Ali Rıza Demircan birkaç gün önce Karar gazetesinde
yayımlanan ve içerisinde ismimize açık atıf yapılan “Kur’an’ı anlamada
tarihselci metoda itiraz” başlıklı bir yazı yazdı; ancak bu yazı ilmî
tartışma adabı açısından tam bir faciaydı. Öncelikle belirtelim ki ilmî
münazarada bir muallil (iddia sahibi), bir de sâil (iddia sahibinden
delil isteyen) söz konusudur. Sayın Demircan’ın bize atfen eleştirdiği
tarihselci perspektife ait görüş ve iddiaların delilleri gelenekteki
referanslarıyla birlikte ortadadır. Ancak kendisinin bu görüş ve
iddialara karşı ürettiği kıyaslar hem şekil hem muhteva bakımından
arızalı olmasından dolayı maalesef ‘mugalata’ (yanıltıcı, hedef
saptırıcı elfaz) tarzındadır.
***
İlmî tartışma
adabından biri, muarızın niyetini okumak ve söylemek istedikleri
hakkında zanna dayalı yargı cümleleri kurmak değil, bizzat söylediği ya
da yazılı metne döktüğü ifadelerin medlulleri üzerinde konuşmaktır.
Dolayısıyla ilmî münazarada hedef saptırmak adab ve ahlaka mugayir bir
davranıştır. Ama gelin görün ki Sayın Demircan tıpkı ‘ördek
fıkrası’ndaki gibi, bizim ‘Hava bulutlu’ dememizden, ‘Sen bana ördek
dedin’ gibi bir sonuç çıkarmaktadır. Daha açıkçası, Demircan bizim
söylediklerimizden ziyade, söylemediklerimiz üzerine değerlendirme
yapmakta ve biz sanki, “Faiz helaldir; zina ve eşcinsellik meşrudur”
demişiz gibi, “Ne yani, faizi, zinayı, eşcinselliği meşru mu sayalım?!”
mealindeki tuhaf cümlelerle bizi ibâhiyecilikle suçlamaktadır. Üstelik
bu suçlamaya ‘sakıncalı’ kaydını ekleyerek bizi hedef göstermek gibi bir
işe de imza atmış olmaktadır.
Tarihselci yaklaşım
çerçevesinde zina ve eşcinsellik gibi konularla ilgili Kur’an ahkâmının
toplumsal dinamiklere bağlı değişken hükümler olarak değerlendirildiğine
dair bir iddianın somut ve sarih delillerle belgelenmesi gerekir. Aksi
halde tarihselcilerin böyle bir iddiada bulunduklarını söyleyen kişi
müfteri olarak anılmayı hak edecektir. Zina fiilini ispatta tıbbî ve
teknolojik veriler Kur’an’da zikredilen dört çift gözün tanıklığı gibi
delil sayılabilir demeyi yahut İslam fıkhındaki cezai hükümlerde
şekilden ziyade maksat/makâsıd üzerinde durmak gerektiğini söylemeyi
tarihselcilik eleştirisi adı altında zina ve eşcinselliği mubah saymakla
eş tutmak ilmî tartışma adabına yakışır bir davranış mıdır? Keza çok
eşliliğin dinî ve ahlâkî değil, örfî bir mesele olduğunu, tıpkı bugün
Türkiye’nin farklı yörelerinde yaşandığı üzere bir bölgede maruf
görüldüğünde uygulanacağını, aksi halde kendiliğinden rafa kalkacağını
söylemek şayet tarihselcilikse, bu görüşü çürütmek adına, Almanya,
Amerika, Fransa gibi ülkelerde her bir erkek ve kadının ömrü boyunca
ortalama on beş cinsel partnerle ilişki yaşamasından dem vurmak ilmî
tartışma ahlakı açısından izah edilebilir bir tutum mudur? Ayrıca
Kur’an’da ve İslam fıkhında fey’, nefel, humus, seleb, sâfî gibi birçok
boyutu ve sayısız fer’î ahkâmı bulunan kıtâl ve ganimet meselesini,
“Dünyada ordusu olmayan millet var mı? 20. asır iki dünya harbini
yaşamadı mı? Emperyalistlerin Ortadoğu savaşı devam etmiyor mu?” gibi
birkaç beylik cümleyle geçiştirmek ilmî açıdan herhangi bir anlam
taşımakta mıdır?
***
Bütün bunlar bir
kenara, Sayın Demircan tarihselcileri ‘geleneksel yapıyı eleştirmek’le
suçlamaktadır. Fakat ne tuhaftır ki kendisi, ‘Kur’ân ve Sünnet Işığında
Cariyeler ve Sömürülen Cinsellikleri’ isimli kitabında hem bütün
geleneği sıfırlamakta, hem de Hz. Peygamber ve sahabe devri tatbikatını
yok saymaktadır. Bununla da kalmayıp Talâk 65/4. ayetle ilgili hadis,
tefsir, fıkıh, siyer kaynaklarındaki tüm bilgileri “ayetin ırzına
geçmek” gibi çok çirkin bir ifadeyle yargılamakta ve sonuçta, “Ben
bildiğimi okumaya yeminliyim” dercesine tam bir modernist tavrı ortaya
koymaktadır. Ergen dilini anımsatan bir dil ve üslupla temayüz eden
katıksız modernist bir zihniyetle tam da bu türden çağdaş Kur’an üretme
girişimlerine son dönemde çok sık rastlandığını ve bu çarpıklığın
özellikle din sosyolojisi/psikolojisi alanında müstakil bir bilimsel
araştırmayı hak ettiğini bu vesileyle not etmek lazımdır.
Sonuç olarak, Sayın
Demircan meseleyi ,“Zinayı mı meşru kılalım, eşcinselliği mi
meşrulaştıralım?” gibi hedef saptırıcı argümanlarla ele almak yerine
tarihselci diye eleştirdiği ‘aziz kardeşleri’nin söyledikleri ve yazıya
döktükleri fikirleri keşke ilmî olarak çürütmeyi deneseydi… Yine
Demircan, “Mücadele 12, Mümtehine 60 ve Nur 58 üzerindeki kavrayış
yetersizliğine tarihî ricalimizden onay alma girişimlerinin zilletine ne
diyeceğimizi bilemiyorum” şeklinde fiyakalı bir retorikle topu taca
atmak yerine Hz. Ali, İbn Abbas, İmam el-Mâtüridî gibi tarihî
ricalimizin söz konusu ayetlerdeki ahkâmın metruk olduğuna ilişkin
görüşleri ne tür bir ‘eziklik’ sebebiyle dile getirdikleri meselesi
hakkında da keşke birkaç kelam etseydi… Ama ben yine de bu konuda birkaç
kelam edileceği ümidiyle tarihî ricalimizden başka bir örnek daha
aktarayım. Belki bu vesileyle Sayın Demircan ya bizim gibi ‘aziz ama
sakıncalı’ kardeşlerini de mübarek tarihî ricalimizin takipçisi sayar
yahut tarihî ricalimizi de bizimle birlikte ‘sakıncalılar’ listesine
yazar. Şeriatın zahirine sadakatle nam yapan Hanbelî ekolünün meşhur
âlimlerinden İbn Receb Letâifu’l-Meârif (Beyrut 1999, s.
224-225) adlı eserinde şöyle der: “Sahâbîler Rasûlullah’ın vefatından
sonraki dönemlerde kesintisiz olarak fetih ve cihad faaliyetlerini
sürdürmüşlerdir. Hiçbir sahâbîden haram aylar sebebiyle savaşmaktan
imtina edildiğine dair herhangi bir bilgi nakledilmemiştir. Bu durum
sahabe neslinin haram aylarda savaşmanın yasak olduğuna ilişkin Kur’an
hükmünün uygulamadan kalktığı (mensuh/metruk) hususunda hemfikir
olduğunu gösterir…”
Prof. Dr. Mustafa Öztürk - 4 Mart 2017
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder