Son
birkaç aydan bu yana kesintisiz olarak tefsir çalışmasıyla meşgulüm.
Çalışmanın ne zaman tamamlanacağı hususunda yoğunlaşan sorular üzerine
bu konuda birkaç satır yazma ihtiyacı duydum. Sempozyum, konferans gibi
vesilelerle çalışma ortamımdan uzaklaştığım zamanlar hariç, mütemadiyen
tefsirle meşgul olduğumu belirtmek istiyorum; ancak çalışmayı
tamamlamaya ömrün vefa edip etmeyeceğini bilmediğimden, “Gayret bizden,
tevfik Allah’tan” demeyi tercih ediyorum. Bazı dostlar, “Tefsir hacimli
olmasın; şöyle birkaç ciltte tamamına ersin de kolayca okuyalım” diyor.
Ancak ben bu teklife pek sıcak bakmıyorum. Çünkü “hap” gibi bir tefsirin
gerçek anlamda tefsir değeri taşıdığına inanmıyorum. Üstelik canımızın
çektiği her şeyin çabucak önümüze gelmesi ve basit bir meta gibi
tüketilmesi isteğinden hiç hoşlanmadığım gibi dinî ilimler sahasında
popülizmden de nefret ediyorum.
Tefsir konusunda en
kritik soru, “Tarih boyunca kesintisiz olarak yorumlanmış Kur’an
metninin yeniden yorumlanmasına ihtiyaç var mı?” sorusudur. Kanımca bu
soruyu, “Elbette ihtiyaç var” diye cevaplamak lazımdır. Kaynaklarımızda,
Kur’an’ın kendi nüzul bağlamında söylediklerinin izahına dair Hz.
Peygamber ve sahabeden fazla bir bilgi aktarılmamıştır. Bu durum
Kur’an’ın Hz. Peygamber döneminde tefsir edilen (müfesser) bir metin
olmaktan ziyade, o dönemde olup bitenleri tefsir eden (müfessir) bir
kelam/hitap olmasıyla alakalıdır. Ancak vahyin sona ermesi, ilk
muhatapların dünyadan göçüp gitmesi, daha sonraki Müslüman nesillerin
ilâhî hitapla iki kapak arasına dercedilmiş bir yazılı metin olarak
karşılaşması ve bütün bunların yanı sıra nüzul döneminden uzaklaştıkça
Kur’an’daki kelimeler ve kavramların semantik kaymalara maruz kalması,
“Kur’an aslında ne diyor?” sorusunun cevabını aramayı ve bilindik
anlamda tefsir çalışması yapmayı zorunlu hâle getirmiştir. Tefsir
rivayetlerinin tâbiîn neslinden itibaren hızla çoğalması tam da bu
durumla alakalıdır.
***
Hicrî 1. asrın
sonlarından itibaren tedvin faaliyetinin başlaması, siyasi ihtilaflarla
bağlantılı olarak itikâdî fırkaların ortaya çıkması, keza zaman
içerisinde fıkhî mezheplerin ve dinî ilimlerin oluşmaya başlaması ve her
ilim dalının kendi terminolojisini oluşturması gibi birçok faktörün
yanı sıra Kur’an’ın hemen her meselede referans metni olarak
kullanılması, hatta Hz. Peygamber’den sonraki hilafet tartışmasıyla
ilgili olarak Hz. Ali ve Hz. Ebû Bekr’in halifeliği hakkında bile
Kur’an’ın konuşturulması gibi malum algı operasyonları dikkate
alındığında, en azından ideolojik yorum kirliliğini gidermek maksadıyla
yeni bir tefsir çalışmasına ihtiyaç bulunduğu kendiliğinden anlaşılır.
Ancak tefsirde asırların kirini pasını temizlemek çok zor ve sıkıntılı
bir iştir. Bununla bağlantılı olarak okuyucuyu tarihsel süreçte şu veya
bu sebeple üretilmiş sayısız yorumun operasyonel yorum olduğuna, birçok
ayete yüklenen anlamların bu tür yorumları yansıttığına ikna etmek de
deveye hendek atlatmaktan farksız gibidir. İşte bu durum tefsir
çalışmasının hacimli olmasını kaçınılmaz hâle getirir.
Bize göre tefsir
çalışmasındaki temel amaç ilk olarak Kur’an’ın kendi nüzul ortamında ne
söylediğini ortaya koymak, ardından da bugüne dair ne söylemek
istediğine dair çıkarımlarda bulunmaktır. Ancak sağlıklı bir çıkarım
için Kur’an’daki ilk ve aslî manaların mümkün mertebe açıklığa
kavuşturulması, bunun için de uzun tarihî tecrübe içerisinde birikmiş
siyasi, mezhebî yorumların imkânlar ölçüsünde ayıklanması, başka bir
ifadeyle, ilk ve aslî manalar ile tarihî süreçte ortaya çıkan izafî
anlamların birbirinden ayrıştırılması gerekir. Bu çaba Kur’an mesajının
yorum marifetiyle günümüze taşınmasında bir röper noktası belirlemeye
yöneliktir. Bugünkü sosyolojiye dair bir Kur’an yorumunun sıhhatli ve
tutarlı olması için sabit bir işaret ve başlangıç noktasının bulunması
ve yorum sürecinde bu noktanın dikkate alınması son derece önemlidir.
***
Bütün bu gerekçelere
binaen tefsir çalışmamız ister istemez hacimli olacaktır. Çalışmada
geleneksel birikim hem tartışılacak hem de bu birikimden
yararlanılacaktır. Gelenek hafızasından ve referansından yoksun bir
tefsir çalışması tefsir değil, başka bir şeydir. Bu bağlamda Kur’an’daki
bir kelimenin ne manaya geldiğine ilişkin müşterek bilgimizi dahi
geleneğin taşıyıcılığına borçlu olduğumuzu unutmamak gerekir. Gelenekle
ilişkimizde en kritik meselelerden biri, ilk ve aslî mana arayışında
İslam tarihinin farklı uğraklarında zamanın ruhuna ve ihtiyacına göre
üretilmiş yorumların sadece birer yorum olduğunu bilmek ve bu yorumları
aslî manalar zannetmemektir. Bunun için de en azından Kur’an’ın gökten
zembille inmiş bir metin olmadığını akılda tutmak gerekir. Kur’an’ı iki
kapak arasında hazır bulmuşluğumuzdan kalkarak her bir ayeti salt
lafız-mana ekseninde tablet çözme yöntemine benzer şekilde yorumlamaya
girişmek tarihî tecrübedeki Bâtınî, Hurûfî yorum geleneklerinde olduğu
gibi sayısız uçuk görüş, fikir ve fantezinin Kur’an’a iliştirilmesi gibi
berbat sonuçlar verir. Bu bakımdan tefsir çalışması her şeyden önce
tarih (siyer, hadis), dilbilim ve mantık kuralları açısından
denetlenebilir ve ilmî açıdan hesabı verilebilir nitelikte olmalıdır.
Tefsirinizi dört gözle bekliyorum. Keşke nüzul sırasına göre tertip etseniz. Tefsirlerin ayetlerin nüzul sırasına göre olması çok daha faydalı olmaz mı? İlk muhataplarının karşılaştığı şekilde tarihi seyir içerisinde olursa adeta bir siyer ve tarih kitabı da olur ki dağınık bilgilerimiz daha kolay yerli yerine oturur.
YanıtlaSil