Başlıktaki
ifade, “Haber yoksa vaziyet iyi demektir”, “Hiç haber olmaması iyi
haberdir” ya da “Kötü haber almaktansa bihaber olmak daha iyidir”
şeklinde çevrilebilecek bir deyimdir. Bu deyimle ilgili son çeviri genel
ruh hâlim ve hissiyatıma tercüman gibidir. Vallahi, haber-havadis
denilen şeyden ikrah etmiş haldeyim. Bu halden kurtuluşun her türlü
havadisten uzak kalmak ve imkân elverdiğince hiçbir şeyden haberdar
olmamak modunda yaşayarak mümkün olduğunu düşünmekteyim. Her Allah’ın
günü FETÖ belasının akla hayale gelmeyen bir melanetinden haberdar
olmak, sözgelimi onlarca yıldan beridir neredeyse tüm sınav sorularının
çalındığını ve sayısız hırsızın devlet kurumlarında memur olarak
çalıştığını duymak feci şekilde can yakıyor. FETÖ soruşturmaları
kapsamında ortaya çıkan tuhaflıklar ve bilhassa son kararnamedeki kimi
ihraçlar toplumsal vicdanı kanatıyor. Öte yandan referandum meselesinin
hemen her platformda kan davası mantığıyla tartışılmasına şahitlik etmek
iç daraltıyor. Mehter ve İzmir marşları üzerinden Osmanlı ile
Cumhuriyet’in birbiriyle çarpıştırılması, bu arada İstiklal Marşı’ndaki
bütünleştirici ruhun arada kaynaması hakikaten yürek sızlatıyor. Siyasî
alanda karşıt görüşlerin çatışması yetmiyor, üstüne üstlük aynı semtin
çocukları birbirleriyle didişiyor. Bir grup diğerini “İçimizdeki
İrlandalılar” diye tarif ediyor. Ne var ki bu didişmede, “Eşek dağda
ölür, zararı eve gelir” atasözünde ifadesini bulan gerçekliğin
istikbalde karşımıza çıkaracağı ağır maliyet nedense pek hesap
edilmiyor.
***
Siyasî alanda didişme,
fikrî alanda didişme, dinî alanda didişme… Hainlik ve yandaşlık
tahterevallisine oturtulmuş söylemlerle kolektif bilgeliğin alabildiğine
hırpalandığı, birlikte yaşama şevkimizin kırıldığı bu toplumsal anomali
karşısında, “Meğer ne çok enerjimiz varmış; birbirimizle didişme
iştahımız ne kadar da çokmuş…” diyesim geliyor. Pek çok insanımız
birbirini hırpalamaktan sanki hazzediyor, gündelik hayatta yüksek
tansiyonu vazgeçilmez addediyor. Lakin gerilim ve stres bu bünyeye hiç
iyi gelmiyor. En azından alevlenmiş “crohn”umun remisyonu için, mümkün
mertebe haber ve havadisten bihaber yaşamak, hemen hiçbir şeyden
haberdar olmamak iyi bir hâl çaresi gibi görünüyor. İslam tarihinin ilk
dönemlerinde yaşanan iç çatışmaların yarattığı ağır havayı solumaktan
bitap düşen birçok Müslümanın da olup bitenlerden haberdar olmamak ve
adeta saklanarak yaşamakta karar kıldıkları biliniyor. Zühd diye
adlandırılan ve “sosyolojik hengâmeye kayıtsız kalmak, dünyaya karşı
perhizli olmak” anlamı taşıyan bu hâl çaresi bir yönüyle günah ve
kirlilik psikolojisinden kurtulma arzusunu ifade ediyor. Cemel, Sıffîn,
Harre, Kerbelâ gibi trajik vakaların sayısız Müslümanın ruhunda derin
yaralar açtığı, “mürtekib-i kebire” (büyük günah işleyen kimse)
problemiyle birlikte ortaya çıkan derin siyasi-itikâdî çatlakların hâlen
dahi kapanmadığı gayet iyi biliniyor.
***
Bu bağlamda, Süfyân
es-Sevrî’den kısaca söz etmek meramımızın daha iyi anlaşılmasına katkı
sağlayabilir. Erken dönemdeki zahidlerden biri olarak bilinen ve
Emevîlerin son dönemi ile Abbâsîlerin ilk dönemine tanıklık eden Süfyan
es-Sevrî Abbâsî halifeleri Mansur ve Mehdi tarafından teklif edilen
kadılık görevini kabul etmeyerek Kûfe’den gizlice ayrılmış ve bu
tarihten sonra münzevi halde yaşamıştır. Zühd konusunda, “Dünyaya karşı
gözü tokluk kanaatkâr olmaktır. Kuru ekmek yemek ve abâ giymek zühd
değildir” diyen Sevrî, Abbâd b. Abbâd el-Ersûfî isimli bir dostuna
yazdığı mektupta (Bu mektubun tam metni için bkz. Ebû Muhammed İbn Ebî
Hâtim, Kitâbü’l-Cerh ve’t-Ta’dîl, Dâru İhyâi’t-Türâsi’l-Arabî, Beyrut 1952, I. 86-89) kapalı devre yaşam tarzını şöyle açıklamıştır:
“İçinde bulunduğumuz
zaman insanı yoran/yıpratan bir zaman… Bu zor zamanın şerrinden ancak
suda boğulmak üzere olan kişinin duasıyla dua eden kimse salim olur. Sen
sen ol, Allah’a karşı saygılı ol. Uzlette kendi nefsinle hemhâl ol;
Allah’ın kitabıyla ünsiyet kur (Not: Bu ifade benim için, “Otur,
tefsirini yaz” diye anlaşılabilir)… Ümeradan uzak dur. Yine sen sen ol,
kendilerini Allah’a muhtaç bilen insanlarla (fukara) hemdem ol…
Makam-mevkii sevdasından uzak dur… Böyle bir zamanda sana tavsiyem,
evvel emirde ihtilattan kaçınmak, görünür olmaktan mümkün mertebe
sakınmaktır. Uzlette ferahlık/rahatlık vardır; ihtilatta ise fitne ve
fesada bulaşmak kaçınılmazdır. Riyaset sevgisinden sakın; riya ve
gösterişten kaçın. Çünkü riya karıncanın kımıldamasından daha
gizli/sinsidir. Ölümü aklından hiç çıkarma; dünyevî emelleri azalt,
ölümü anmayı çoğalt... Zira ölümü andıkça dünyevî olan her şey sana
basit ve hakir gelir…”
Prof. Dr. Mustafa Öztürk - 18 Şubat 2017
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder