Entegrizm
modern hayatın kendi dinamikleri içerisinde meydana gelen her türlü
değişim ve gelişime karşı müthiş bir direnç geliştirme ve bir nevi
kemikleşme hâlidir. Bu hâl siyasette de, devlette de, din ve diyanette
de cari olabilir. Bizim burada bahis konusu edeceğimiz entegrizm
dinî-İslâmî entegrizmdir. Roger Garaudy dinî entegrizmi “modern hayatın
şartlarına uyum sağlamayı reddeden bazı Katoliklerin kafa yapısı”, “dinî
bir faaliyet içerisinde her türlü gelişmeye veya her türlü değişime
karşı sertleşme ve kemikleşme hali” diye tanımlar. Ona göre ister Yahudi
ve Hıristiyan kökenli olsun, ister İslam kökenli olsun, günümüzde tüm
entegrizmler gelecek için en büyük tehlikedir. Entegrizmlerin muzaffer
olması demek bütün beşerî toplulukların kendi içlerine kapanmış halde
çatışmaya hazır fanatik gruplara dönüşmesi demektir.
***
Entegrizm siyasi veya dinî bir anlayışı
tarihin bir önceki sahip olduğu kültür yapısı veya müesseseleriyle özdeş
kılmaktır. İster siyasi ister dinî olsun, adeta ilâhî bir seçimle,
mutlak kemale ermiş kesin bir hakikati temellük etmek ve başkalarının
fikirlerine hiç değer vermeyip sırf kendi görüşünü dikte etmek
iddiasındaki tüm söylemler ve hareketler entegrizm kategorisinde yer
alır. Dolayısıyla entegrist de bir bakıma totaliter anlamı taşır.
Hareketsizlik, uyumsuzluk, geçmişe dönüş özlemi, sıkı gelenekçilik,
taassup, içe kapanma, dogmacılık gibi vasıflarla tebarüz eden entegrist
tutumun geçmişte ve günümüzde birçok versiyonundan, sözgelimi Selefî,
Vehhâbî, Suûdî entegrizmlerinden söz edilebilir. Garaudy’e göre dinî
anlayış ve kavrayışta İslâmî entegrizmlerin ortak paydası “fıkıh” ile
“şeriat”ın birbirine karıştırılarak şeriat kelimesine yanlış bir anlam
yüklenmesi ve tıpkı bir hukuk kodu gibi algılanan Kuran metninden hazır
çözümler üretilmesi isteğidir. Entegrist İslamcıların takip ettikleri bu
yol, Bossuet’in Kutsal Kitaptan Alınmış Politika adlı eserde takip
ettiği yoldan pek farklı değildir. Burada takip edilen yol şudur:
Kur’an’daki bazı ayetlerin ilkesel-öğretisel bütünlükten ve
vahyedildikleri olgusal zeminden soyutlanarak ele alınması ve bunlardan
tüm zamanlarda uygulanabilecek hukuki sonuçlar çıkarılacağına
inanılmasıdır ki tam bu noktada Garaudy’in şu çarpıcı ifadelerini
aktarmakta fayda vardır: “Köleliğin hüküm sürdüğü bir toplumsal yapı
içinde efendinin hak ve görevlerini açıklayan nasların lafzî mucibince
tatbiki için ne yapmamız gerekir? Bunu mümkün kılmak için kölelik
kurumunu geri mi getirmeliyiz? Ayrıca efendi statüsündeki kişinin kendi
kölesini ve savaş esirlerini cariye olmaya zorlamasını kabul mü
etmeliyiz? Allah’a hoş görünmenin yolu bu mudur?”
Kur’an’ın literalist/lafızcı yaklaşımla
okunması entegrizmin tipik bir tezahürüdür. Garaudy bu okuma tarzını
Kur’an’ı doğru anlayıp yorumlamanın önündeki en büyük engellerden biri
olarak görür. Ona göre Kur’an’ı lafızcı yaklaşımla okumanın bilindik
örneklerinden biri, “Erkek ve kadın hırsızın ellerini kesin” (Mâide
5/38) mealindeki ayetin geleneksel yorumudur. Ne var ki hırsızın elini
kesmek suretiyle şeriatı uygulama iddiasında bulunmak işe en sondan
başlamaktır. Ayrıca söz konusu ayetteki hüküm sonsuz rahmet sahibi Allah
fikrinin el kesme gibi geri dönüşü olmayan bir ceza ile pek uyuşmadığı
bir bağlamda yer almaktadır. Çünkü bir sonraki ayette, “Her kim işlediği
suçtan (zulüm) sonra tövbe edip kendisine çeki düzen verirse, şüphesiz
Allah onun tövbesini kabul eder. Allah çok affedici, çok merhametlidir”
buyrulur. İlâhî kanuna sadakatle uymaya çalışan bir toplumun ilk görevi,
hırsızlığa yol açan şartları, yani her türlü sosyal adaletsizlik ve
sefaleti ortadan kaldırmak olmalıdır. Kısacası, hiçbir şey sosyal
adaleti hâkim kılmazdan önce cezai müeyyide uygulamak kadar Kur’an’ın
ruhuna aykırı olamaz. Ayrıca küçük hırsızın elini kesmek, dünyanın onca
zenginliğini biriktirip tekelleştiren sayısız büyük hırsızla ikiyüzlü
bir suç ortaklığına girmek anlamı taşır.
***
Diğer taraftan, bugünkü Suudî entegrizmi
şeriatı istismarın yanı sıra görkemli camileri ve cübbeli din
adamlarıyla tüm dünyaya İslam adına sadece dinî yasak ve baskı
neşretmektedir. Bu çerçevede servetin en haramını muhafaza etmek uğruna
belki de hırsızlığa mecbur kalacak halde yaşayan fakir insanların elleri
kesilmekte ve üstelik bunun ilâhî rızaya uygun bir uygulama olduğu ilan
edilmektedir. Suudî entegrizmine özgü sahtekârlığın başka bir dramatik
örneği Mekke’ye giden yol üzerinde yer alan ve üzerinde hiçbir gayr-i
müslimin şehre giremeyeceği ikazı bulunan levhadır. Necranlı bir grup
Hıristiyanı kendi mescidinde ağırlayıp ibadete davet eden Hz.
Peygamber’in sünnetine mugayir bu ikaza göre samimi bir Hıristiyan
Suudîlerin Mekke’sinde ibadet edemez. Hâl böyleyken, 1979 yılında bazı
isyancılar Suud rejimine karşı Harem-i Şerif’te ayaklandıklarında Kral
onları camide avlamak için Yüzbaşı Barril komutasındaki Fransız
antiterör timini Mekke’ye davet etmekte beis görmemiştir. Yine 1978’de
Suudî güvenlik birimleri İranlı hacıların gösterisini önlemekte aciz
kalınca Alman General Ulrich Wegener milli muhafız askerlerine eğitmen
olarak atanabilmiştir.
Prof. Dr. Mustafa Öztürk - 23 Eylül 2017
İslami düşünce adına hiçbir şey üretmeyip, taklidin ötesine gitmeyen, sağa sola sallamakla gündemde kalmaya ve fanatizan oluşturmaya çalışan, daha da kötüsü bu sallamalarla fanatiklerinin kalplerinde nefret tohumu eken ve kendilerine "ehli sünnet müdafaa grubu" diyen bir takım kişileri ne güzel açıklıyor. Bu insanlar artık o kadar çığırından çıkmışlar ki web sitelerinin açılış sayfasında başka insanların resimlerini gösterip bu insanlara hakaret etmeyi marifet saymışlar. Bir fikri savunmak veya kendilerince doğruyu izah etmek diğer fikirlerin yanlışlığını iddia ve ispat etmek onlara yetmiyor bir de farklı düşüneni yazının devamında aşağılamaya onlara hakaret etmeye başlıyorlar. Neticede şunu anladım; namaz, oruç, tesbih, sakal, cübbe, sarık, setri avret kişiyi kul eder, ama insan olmak başka.
YanıtlaSil