Yaş
kemale erdikçe, “Nerede o eski bayramlar!” diye dile gelen özlemimiz
kesifleşir. Peki, bu özlem sırf eski bayram özlemi midir? Bugünküyle
kıyaslandığında eski bayramlar çok daha güzel mi yaşanırdı? Yoksa güzel
olan şey geçmiş yıllarımız mıydı? Kendi hayat hikâyem ve hissiyatıma
istinaden diyebilirim ki yaş ilerledikçe daha çok özlem duyulan şey eski
bayramlardan ziyade, mazide kalan mutlu anlar ve zamanlardır. Hemen
herkes için mutlu zamandan maksat çocukluk çağı olmalıdır. Çünkü
çocukluk bu dünyada kısa ömürlü yalancı bir cennet, hatta “dünya sanki
insanoğlu çocukluk denen doyumsuz mutluluğu yaşasın diye yaratılmış”
gibi naif bir düşünceyi zihne düşüren bir çağdır.
Çocukluk yıllarını
bugünkü Myanmar Arakan, Suriye, Filistin gibi coğrafyalarda olduğu gibi
adeta cehennemde yaşar gibi yaşamış sayısız insan da var kuşkusuz; fakat
yine de çocukluk insan hayatındaki mutluluğun nirvanasıdır. Çocuklukta
yaşanan doyumsuz mutluluk belki her şeyden çok masumiyet, saflık,
temizlik, yani şer ve günahtan bihaber olmak ve pisliğe bulaşmamakla
alakalıdır. “Nerede o eski bayramlar” nostaljisi de kanımca eski
zamanlardaki bayram âdetlerinin daha sıcak olmasından ziyade, çocukluk
dönemindeki masumiyete ve henüz kirlenmemişliğe duyulan özlem olmalıdır.
Bu özlem eski dostluklar, eski arkadaşlıklar, eski aşklar diye de
çoğalır. Ayrıca geçmişe duyulan özlem, erişkinlik çağlarında kire
bulaşma katsayısıyla doğru orantılıdır.
***
Ömür sermayesi suyunu
çekip bir ayak çukura basar hale gelip ölümün soğuk yüzü kendini fark
ettirince çocukluktaki masumiyete duyulan hasret iç geçirme şeklinde
belirir ve onulmaz yara gibi acı verir. Kirlenmişlik duygusu ise
özellikle ramazan ve kurban bayramları gibi manevi havası yoğun
iklimlerde ince bir sızı gibi hissedilir ve bu sızı ister istemez
çocukluk masumiyetine dair büyük bir özleme dönüşüverir. Öte yandan,
yıllar ilerleyip yaş kemale erdikçe sayısız pisliğe bulaşıp kir pas
içinde kalmak hayat memnuniyetini azaltır. Memnuniyetsizlik azalınca
bezginlik, bıkkınlık, yorgunluk hissiyatı çoğalır. Hayat hengamesinde
bir taraftan sorumlulukların ezici hale gelmesi, sukût-i hayaller ve
kederlerin üst üste binmesi, diğer taraftan yıpranmış bünyemizin sık sık
alarm vermesi, hastalıkların yakamızı bırakmaz hale gelmesi, keza yaş
kemale erdikçe algı kadrajımıza yeni ve güzel şeylerin pek girmemesi ve
her yeni günün adeta usandırıcı bir tekrar haline gelmesi gibi durumlar
da hayat memnuniyetinin azalmasında önemli rol oynar. Fakat yine de en
başat faktör çocukluk çağındaki masumiyetin kaybolması ve bu büyük
kaybın heyhatlar, nedametler eşliğinde derin bir mutsuzluğa yol
açmasıdır.
***
Hâl-i hazırdaki
yaşantımızda mutluluk azalınca kimi zaman gizli bir ah çekerek
çocukluğumuzu hatırlar ve geçmişten bugüne mutluluk taşımaya çalışırız.
Bunun yaparken de algıda seçici davranır, çocukluk çağındaki kötü
anılarımız ve travmalarımızı ayıklar, sadece güzel yaşanmışlıklar ve
katıksız mutluluklarımızı hatırlamaya çalışırız. Bayramlar hep iyilik ve
güzellikler yaşanması dileğiyle idrak edildiği için, geçmişe özlemi
belki de bu yüzden bayram vesilesiyle yoğun yaşarız. Bizim kuşak, yani
çocukluk ve gençlik çağlarını 1970-1980’li yıllarda yaşamış kuşak için
çocukluk demek saklambaç, birdirbir bir, yakar top, misket (Giresun’daki
tabirle “mile”), körebe vs. gibi sayısız sıcak oyunun ama daha çok da
mahalle aralarındaki gazozuna futbol maçlarının hüküm sürdüğü, bir dilim
yağlı ekmeği kaptıktan sonra sabahtan akşama kadar eve barka
girilmediği bir dönem demektir. Bu dönemin gündelik hayat manzarası ise
büyük ölçüde Seksenler dizisinde temaşa ettiklerimiz gibidir. Evet, o
yıllardaki bayramlar bize “Nerede o eski bayramlar” dedirtir ve bu söz
gerçekten derin bir hasretin ifadesidir. Ancak bu sadece bizim kuşaklar
için böyledir. Yani demem o ki eski zamanlar ve bayramların güzelliği
sadece bizim için çok güzeldir. Bugünkü çocuklara göre ise en güzel
zaman şimdiki zamanın ta kendisidir.
***
Sözün özü, yaş kemale
erdikçe “Nerede o eski bayramlar” deyip durmamıza yol açan duygusal hal
Cemal Süreya’nın, “Çocuk olsam yeniden. Bir tek düştüğüm için acısa
içim. Ve kalbim, çok koştuğum zaman çarpsa sadece.” dizelerinde
ifadesini bulur. İhtimal ki bu dizelerin ardında da Aşık Veysel’in şu
dizelerine yansıyan bir idrak düzeyi bulunur: Dünyada tükenmez murad var
imiş; ne alanı gördüm ne murad gördüm… Meşakkatin adını murad
koymuşlar; dünyada ne lezzet ne bir tat gördüm… Ölüm var dünyada, yok
imiş murad; günbegün artıyor türlü meşakkat… Kalmamış dünyada ehl-i
kanaat; insanlar arasında pek fesat gördüm…
Prof. Dr. Mustafa Öztürk - 2 Eylül 2017
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder