Günümüz
Türkiye’sinde kendilerini dinî alanda konuşmaya salahiyetli gören
birçok kişi ve grup belli ki şeytan taşlamaktan tavaf etmeye vakit
bulamıyorlar. Öyle ki bu zevat dinî-ahlâkî kemâlâtın kendilerince şeytan
addedilen kişiler ve kurumları taşlamakla kaim olduğunu zannediyorlar.
Bu yüzden de kendi işlerini avukata havale edip sürekli olarak
başkalarının ne yapıp ettikleriyle ilgileniyorlar. Sözgelimi, profesör
unvanlı birisi çıkıyor, İlahiyat ve Diyanet hakkında, “Bunlar akrep”
diyor. Vaktiyle Fethullah Gülen’i, “veli, veliyullah” (Allah dostu) diye
nitelendiren ve o gün itibariyle Gülen alçağına yağ çeken bu şahıs
bugün de benzer bir yağcılıkla, “Cumhurbaşkanımızı ve hükümetimizi
sokacak dört akrep” diyor ve bu dört akrepten birini İlahiyat ve
Diyanet’le özdeşleştiriyor. Profesör unvanlı bir başka şahıs çıkıyor,
dinî anlayış ve kavrayış tarzı kendi zihnindeki sahih din anlayışından
farklı olan İlahiyatçılara “Misyoner İlahiyatçılar” gibi son derece
çirkin bir yafta yapıştırdıktan sonra, olanca gıybet ve nemimeyi boca
ediyor. Yine profesör unvanlı bir diğer şahıs çıkıyor, hem Diyanet’e
aklı sıra nizam veriyor hem de Kur’an merkezli ilmî faaliyetleriyle
tanınmış bir kurumu “Kur’an’ı yıkmak”la itham edip hedef gösteriyor.
***
Bu tablo çok ağır bir
ahlaksızlık problemiyle karşı karşıya olduğumuzun vesikalık
fotoğrafıdır. Problemin en yakıcı tarafı, ahlaksızlığın dinî hamiyete
refere edilerek yapılıyor olmasıdır. İşin can yakıcı başka bir tarafı da
İlahiyat ve Diyanet hakkında konuşup din alanında kimin sahih kimin
sapkın bir anlayışa sahip olduğu hakkında ahkâm kesen eşhasın pek
çoğunun İlahiyat ve Diyanet dışından olması, dolayısıyla hariçten gazel
okunmasıdır. Kur’an’da ve sayısız hadiste gıybet, nemime, iftira gibi
rezîletler çok kesin bir dille yasaklanmasına karşın, sözüm ona dinî
hamiyetle İslam’ı savunmayı kendine vazife bilecek kadar “duyarlı
müslümanlar”daki(!) gıybet ve nemime şehvetinin bu denli yüksek düzeyde
olması hakikaten trajik bir durumdur.
Yıllar boyunca
kürsüler ve minberlerlerden gıybet, yalan, nemime, iftira, sû-i zan gibi
ahlâkî arızaların onarımıyla ilgili sayısız vaaz ve hutbe dinleyen bir
millet olmamıza rağmen ahlâkî planda bu kadar ahlaksız tipolojisi
üretmemiz en azından benim izah edebildiğim bir şey değildir. Bunca
çirkin fiilin çirkinliği her birimiz tarafından gayet iyi bilinmesine,
üstelik Hucurût suresinde müslüman toplumun bu tür çirkinliklerden uzak
durması emredilmesine rağmen içimizdeki birileri sevap işler gibi
gıybet, dedikodu üretebiliyor ve üstelik bunu din adına yapabiliyorsa, o
zaman burada “örtük tekfircilik” var demektir. Çünkü Kur’an ve
Sünnet’teki onca açık ikaza rağmen bir müslümanın başka bir müslüman
hakkında gıybet, yalan, iftira, nemime üretmesi söz konusu değildir. Ama
ortalık gıybet, yalan ve iftiradan geçilmiyorsa, o zaman birileri din
konusunda kendileri gibi düşünmeyen müslümanları “müslüman” olarak
görmüyor demektir. Ne var ki gıybet etmemek, yalan konuşmamak, iftira
atmamak sadece müslümanların kendi iç hukuklarında geçerli olan ahlak
kuralları değildir. Bilakis bunlar farklı din, inanç ve inanışlardan
bağımsız olarak insanlık ve adamlık vasfı kazanmanın olmanın olmazsa
olmaz kurallarıdır. Sonuç olarak, en temel sorunumuz müslümanlıktan
ziyade, insan ve adam olamama, yani “derin ahlaksızlık” sorunudur.
Bu sorunla başa
çıkmanın en etkili formüllerinden biri ve belki de ilki, şeytan
taşlamaktan tavaf etmeye vakit bulamama modundan çıkıp herkesin kendi
şeytanını (hırs ve ihtiraslarını) taşlama moduna girmesidir. Kişinin
kendi şeytanını taşlamasının tavaf yerine geçeceği kesindir. Bunun
manevi katma değeri ise erdem ve erdemliliktir.
***
İlahiyat, Diyanet ve
İlahiyatçılar hakkında biteviye gıybet, iftira, nemime üreten zevata
tavsiyem, son yılların Türkiye sosyolojisinde hayli rağbet gören
“durumdan vazife çıkarma mesleği”ni kendilerine kariyer kapısı kılmaktan
derhal vazgeçip kendi şeytanlarını taşlamakla meşgul olmalarıdır. Yok
eğer bu zevat kendilerini ismet sıfatıyla muttasıf gibi görüp sürekli
olarak başka müslümanların müslümanlıkları ve İslam anlayışları hakkında
pervasızca konuşup dedikodu üretmeyi sürdürürlerse, o zaman günün
birinde kendilerini de siygaya çekecek bir Molla Kasım çıkagelir.
Tarihin bir döneminde beşerî ihtiyaçlar ve çabalar neticesinde ortaya
çıkıp kendine az çok taraftar bulmuş belli bir din yorumunu tek hakikat
gibi sunmak ve başka yorumları benimsemiş kesimler üzerinde faşizan
baskı kurmaya çalışmak gibi operasyonların bu topraklarda geniş taban
bulmayacağını da bu vesileyle not etmek gerekir. Yani bu topraklarda
Hanefî kılıklı Talibanvârî bir İslam yorumu ergenler ve cahil
kesimlerden az çok alıcı bulabilirse de maşeri vicdanda kesinlikle
mahkûm edilir.
Prof. Dr. Mustafa Öztürk - 11 Kasım 2017
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder