Kıymetin “nedret”e (azlık/kıtlık),
kıymetsizliğin “vefret”e (çokluk, bolluk) tabi oluş ilkesi aslında
hayatın hemen her alanında geçerlidir. Mesela, söz ya da kelamda kıymet
ölçütü az ve öz oluşa tabidir. Söz çoğaldığı, laf kalabalıklaştığı zaman
kıymetsizleşir. Çalçenelik, gevezelik, lafazanlık, boşboğazlık gibi
tabirler, çok sözün kıymetsizliğini gösterir. Hâlbuki “söz” bizatihi çok
değerlidir; hatta “Âdem rabbinden kelimeler/sözler öğrendi [ve o
sözlerle af diledi]” mealindeki ayete (Bakara 2/37) bakılırsa söz
insanın belki de en kadim değeridir. Söz sadece değerli değil, çok da
güçlü bir şeydir. “Söz tohumdur” şeklindeki Anadolu özdeyişi sözün
duygu, düşünce, eylem ve oluşa dönüşme gücünü belirtir. Derler ki söz
tohumdur, ekmeyeceksin; madem ektin, dikkat edeceksin… Bütün bunlar bir
yana, İslam’ın en temel kaynağı olan Kur’an da bir “söz/kelam”dır; Sünnî
anlayış ve inanışa göre “kelam-ı kadîm”, hatta Sünnî gelenek
içerisindeki bir telakkiye göre varlığının üzerinden yokluk geçmeyen bir
“kıdem-i zamani” ile kadimdir. Yuhanna İncili’nin başındaki “Önce söz
vardı” cümlesi ise -Hıristiyan teolojisindeki kavramsal içeriğinden
bağımsız olarak- sözün hem ilahi menşeini hem de varlık sahnesindeki
kıdemini belirtir.
Ne var
ki söz bizatihi ya da kendinde bu kadar kıymetli ve kudretli olmasına
rağmen bugün artık kıymetten ve kudretten düşmüş, hem de amiyane tabirle
“ayağa düşmüş” haldedir. Gerçi sevgili Ömer Erdem’e göre “bakmayın siz
‘sözün düşüşü’ aldatmacalarına. Doğrudur, söz düşmüştür düşmesine, ama
bu ebedi bir düşüş değil sadece çağdaş bir durumdur. Eğer öyle olmasaydı
konuşmak için hiçbir gerekçe kalmayacak, insan dil öncesi ilkelliğine
geri dönecek ve dille yaratılmış ne kadar değer varsa rafa
kaldırılacaktı. Bugün söz konusu olan, sözün temsil meselesidir ve söz,
temsil krizi yaşamaktadır. Sözün gücü, ne söylendiğine değil asıl onu
temsil edene göre can bulup değer kazanmak zorundadır. Düşen, kolektif
sözün gücüdür. Ayağa kalkacak olan ise yeni özneye bağlı özgür sözdür.”
(Ömer Erdem, “Sözün Gücü Şimdi Nereden Gelir?”, Karar Gazetesi,
29.01.2019).
Erdem’in bu
bakış açısı hayli optimisttir. Kanaatimce söz artık tümüyle kıymetten
düşmüş, sadece kolektif sözün gücü değil, tekil özneye bağlı özgür sözün
gücü de tükenmiştir. Sözün kıymetten düştüğü alanların başında maalesef
din ve din? alan gelmektedir. Daha açıkçası, dinî alan bugün itibariyle
“söz” ve “konuşma”nın genel toplumsal planda ikrah ve istikrahla
(tiksinti) karşılandığı bir platform haline gelmiştir. Çünkü bu alanda
gevezeliğin sınırları çoktan geçilmiş, lafazanlık limitsizleşmiştir.
Twitterde on binlerce takipçisi bulunan bir akademisyenin, “İmam Ebû
Yusuf, Hz. Peygamber’in kabak yemeğini sevdiğini zikretti. Bir adam da
‘Ben sevmiyorum’ dedi. Bunun üzerine Ebû Yusuf o kimsenin dinden
döndüğüne hükmetti” şeklinde bir paylaşım yapması, din? alanda sözün
neye karşılık geldiğine dair az çok fikir verebilir.
Toplumun
genel havasına dair gözlemler ve izlenimlere istinaden kişisel algım ve
anlayışım olarak söylüyorum ki din alanında söz/kelam temsil gücünü
tümden yitirmiştir. Temsil gücü şöyle dursun, bu alanda sarf edilen
hemen her söz faydadan ziyade zarar üretmektedir. Özellikle fiyakalı ve
sloganik sözler üzerine inşa edilen dinî aidiyetlerin çoğu ise ne yazık
ki saldırganlık, intikamcılık, iftiracılık, tezviratçılık gibi
habisliklerden nemalanan “ahlaksız aidiyetler” olarak karşımıza
dikilmektedir. İşte bu yüzden, içinde bulunduğumuz zaman ve zeminde
“din”e dair söz söylemek, kendi namıma gevezelikten başka bir şey
değildir. Bunca yıldır “belki bir faydası vardır veya az çok bir faydası
olur” düşüncesiyle din alanında kendimi paralarcasına konuşmamın da
“gevezelik”ten başka bir şey olmadığına kanaat getirmiş durumdayım ve
bugün bu acı itirafımdan dolayı onca yıllık gevezeliğimin mazur
sayılacağını umarım.
En
başta da belirtiğimiz üzere kıymet nedrete tabidir; yani söz ne kadar az
olursa o kadar kıymetli, ne kadar çok olursa o kadar kıymetsizdir. Bu
kural sadece din, siyaset, bilim gibi alanlarda değil, özel insani
ilişkilerde de geçerlidir. Çok laf hem sözün gücünü hem de söz sahibinin
değerini düşürür. Bugünkü toplumsal vasatta sözün değeri düşüp temsil
gücü tükendiğine göre ne yapmak lazım gelir, diye düşünülebilir. Görünen
o ki -Thomas S. Eliot’un ifadesiyle-, “Çevrendeki insanlar susacağı,
konuşacağı ve duracağı yeri bilmiyorlarsa, sen fazla adım atmışsındır
onlara. Biraz geri çekil” diye düşünmek ve biraz değil, epeyce geri
çekilmek lazım gelir. Söz insani bir yüksek değer olarak tekrar
kıymetlenir mi ya da eski gücünü yeniden kazanabilir mi, bilmiyorum; ama
sözün kıymetinin beş paralık olduğu şu zaman diliminde konuşmak yerine
susmanın, görünür olmak yerine ortalıktan kaybolmanın en azından kendi
ruh sağlığımız için çok isabetli bir karar olduğuna inanıyorum…
Prof. Dr. Mustafa Öztürk - 15 Şubat 2020
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder