İlahiyat,
Cumhuriyet Türkiye’sinde hem çok fazla ilgi çeken, hem de birçok kez
kriz odağı haline gelen kritik bir alan ve kurumdur. İlgi çekicilik
vasfı halkla, kriz odağı hâline gelme vasfı ise rejimin ideolojik
kodlarıyla alakalıdır. Türkiye’deki nüfusun kahir ekseriyetle Müslüman
olması ve bu ekseriyetin hatırı sayılır bir kısmının dinî meselelere
alaka duyması İlahiyat alanını cazip kılmaktadır. Bu ülkede, bir şişe
sirkeyle Oruç Baba türbesini ziyaretten, “elif-bâ”yı okuma tecrübesi
dahi olmaksızın Kur’an meali yazma cür’etine değin, genelde din, özelde
İlahiyat alanıyla ilgili çok renkli ve çeşnili bir ilgi/alaka bulunduğu
malumdur.
Mademki İlahiyat
yediden yetmişe hemen herkesin ilgi alanındadır; o takdirde herhangi bir
ehliyet şartı bulunmaksızın bu alana burun sokmak caiz olmalıdır. Bunun
için yeterli şart sadece Müslüman olmaktır. Hâl böyle olunca, din ve
İlahiyat alanında kayıkçı kavgası kaçınılmazdır. Rivayete göre eski
zamanlarda Eminönü-Karaköy arasında yolcu taşıyan kayıkçılar müşteri
beklerken kendi aralarında kavgaya tutuşur, bu esnada kürekler havaya
kalkıp sağa sola savrulurmuş. Kavga vesilesiyle bir araya toplanan
insanlardan bir kısmının kafasına kürekler iner; ama her ne hikmetse
kavga eden kürekçilerin hiçbirinin başına değmezmiş. Bu düzmece kavga
zaman içerisinde denizden karaya taşınmış ve yankesici taifesi Yeni
Camii önünde kayıkçı kavgasına benzer gürültü patırtılar vesilesiyle
halkı toplayıp soymayı âdet edinmiştir.
***
Kayıkçı kavgasının
İlahiyat versiyonu şöyle formüle edilebilir: Hemen herkesin İlahiyatla
ilgili kritik konularda kendini söz sahibi görüp ulu orta konuşması ve
iddialı görüşler ortaya atması, buna mukabil başka çevrelerden
itirazlarda bulunulması ve sonuçta bu durumun kısır bir kavgaya yol
açmasıdır. Bu kavgaya karışanların pek çoğu için esas amaç hakikati
aramaktan öte, kendi bildiğini okumaktır. Ama gelin görün ki kayıkçı
kavgasına bilfiil katılanlar genellikle bu kavgada pek hasar almazken
kavgayı seyreden birçok insanın dinî düşünce ve duyarlılıkları
hırpalanmaktadır. Son bir-iki yıldır ekranlarda sık görünür olmam
sebebiyle kısır kavgalara maalesef ben de karıştım; ama artık hiçbir
kavgada yokum.
İlahiyat alanındaki
kayıkçı kavgalarının bir diğer varyantı Kemalist laikçiler ile
mütedeyyin kitleler arasındaki kan uyuşmazlığıyla ilgilidir. Nitekim
Türkiye’de patlak veren birçok siyasi krizin küçük veya büyük çaplı bir
İlahiyat operasyonuyla neticelendiği bilinmektedir. Ne yazık ki bu
ülkede İlahiyat ilmî ve toplumsal bir gereklilik olarak değil, siyasi
bir lütuf olarak görülmekte, hâliyle, Ömer Özsoy’un çok güzel
ifadesiyle, İlahiyatçılar toplumun ihtiyacına cevap veren saygın bir
ilmiye kadrosu olarak değil, tabir caizse “sığıntı” ya da “besleme”
olarak telakki edilmektedir. İlahiyatlar ve İlahiyatçılara ontolojik hak
lütfedilmesinin ardındaki siyasi mülahaza şu veya bu şekilde değişse de
“besleme” telakkisi maalesef değişmemekte ve bu durum İlahiyatları
“lütuf sahibi”nin her türlü müdahalesine açık hale getirmektedir.
***
Bu müdahalelerin en
dramatik örneklerinden biri, 28 Şubat sürecinde İmam-Hatip okullarının
yanı sıra İlahiyatların da budanmasıdır. İkinci bir dramatik müdahale
ise AK Parti döneminde enflasyon kavramını hatırlatacak tarzda sayısız
İlahiyat Fakültesi açılmasıdır. Bütün bunlar olup biterken hem
İlahiyatla ilgili ciddi konuların kayıkçı kavgalarına kurban gitmesi,
hem de kurumsal düzeyde İlahiyatın, “Filler tepişir, çimenler ezilir”
sözünde ifadesini bulan neticeden fazla bir şey elde etmemesi gerçekten
acıdır. Bu ülkede, sözgelimi, eczacılık veya diş hekimliği gibi bir
fakülte mezunu olmak herhalde büyük bir bahtiyarlıktır. Zira diş
hekimleri ideolojik temelli siyasi kriz ortamlarında dahi diş
tedavisiyle meşgul olmakta, üstelik hiçbir lütuf sahibinin beslemesi
olarak algılanmamaktadır.
Prof. Dr. Mustafa Öztürk - 11 Haziran 2016
Kaynak: http://www.karar.com/yazarlar/mustafa-ozturk/ilahiyat-alani-ve-kayikci-kavgalari-1318
Kaynak: http://www.karar.com/yazarlar/mustafa-ozturk/ilahiyat-alani-ve-kayikci-kavgalari-1318
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder