Son
birkaç yıldır kendilerince “en baba Müslümanlar”dan gördüğüm eziyet ve
sayısız hakaretten sonra kanaat getirdim ki laiklik en azından benim
için sanki bir oksijen çadırıdır. Ancak laiklik dediğim şey,
Cumhuriyet’in kurucu kadrosunun adeta yeni bir din olarak Müslüman
topluma dayattığı Fransız usulü laiklikten başkadır. Hoş, bu ülkede
laikliğin Fransız tipinden farklı olanına ve itidalle uygulanan bir
formuna da pek rastlanmamıştır; ama yine de benim laiklikten anladığım
şey, “devlet kendi işine baksın, kimin neye nasıl inandığı meselesiyle
alakadar olmasın, hele hele belli bir dinî yorumu sahiplenip onu
kayırmasın” manası taşır. Ne var ki bu ülkede hem “Laiklik”, hem de
“Diyanet” mevcut olduğuna, yani “sezaropapizm”de karar kılındığına göre
bizim laiklik hakkındaki söylemimiz aslında boş lakırdıdır.
***
Cumhuriyet’i kuran
kadronun Osmanlı döneminde siyasal ve toplumsal hayatın tüm
sektörlerinde şu veya bu şekilde varlığını hissettiren İslâmî
motiflerden arınmış, aynı zamanda Batı’ya göre tanımlanıp yapılanmış bir
toplum ve kültür yaratmayı amaçladığı malumdur. Bu amaca matuf kök
sökücü modernleşme projesi siyasi literatürde Kemalizm diye
adlandırılır. Kemalizm Cumhuriyet Türkiye’sinin ideolojik formatı olarak
İslam’ın yerine radikal laikliği ikame eden bir kültürel kimlik ve
hayat felsefesi olarak algılanır. 1950’li yıllara kadar halka rağmen
halk için tatbike çalışılan Fransız usulü radikal laikliğin yılmaz
bekçileri konumundaki askeri ve bürokratik elitler ile tabandaki
Müslüman kitleler arasında ciddi bir güvensizlik ve hatta kalıcı nefret
oluştuğu kuşkusuzdur. Karşılıklı nefretin en başından beri ülkeyi karpuz
gibi ikiye yardığı ve bu yarılmanın şimdilerde çok daha belirgin bir
hal aldığı da malumdur.
Bu mesele bir kenara,
Türkiye’de katı laikliğin bir taraftan yeni bir din gibi halka
dayatılması, bir taraftan da medrese, tekke ve zaviyelerin kapatılması
neticesinde İslam resmî kurumlarda kendine yer bulamamış; haliyle
âlimler, şeyhler ve kanaat önderleri marifetiyle yer altına çekilmek
durumunda kalmıştır. Buna bağlı olarak “kayıt dışı” dinî yapılar ortaya
çıkmıştır. Sonuçta Nurculuktan Süleymancılığa, muhtelif tarikatlardan
malum paralel yapıya kadar efsunlu, skolastik ve tepkisel din
anlayışlarıyla tebarüz eden irili ufaklı tüm cemaatler laisizmin gayr-i
meşru ya da en azından istenmeyen çocukları olarak vücut bulmuştur.
Cemaat ve tarikat
kalıpları içinde şekillenen popüler İslam, Cumhuriyet’le birlikte dinî
eğitim kurumlarının lağvedilmiş olmasından dolayı hurafeci, köylü ve
arabesk karakterli bir dinî kültür yaratmıştır. Birkaç gün sonra
başlayacak Ramazan ve oruç vesilesiyle bu arabesk İslam kültürünün tipik
örneklerine birçok televizyon programında şahit olacağımız kuşkusuzdur.
Televizyon aygıtının bu ülkedeki en temel işlevinin eğlence ihtiyacını
karşılamakla eşdeğer olduğu dikkate alındığında, arabesk dinî kültürün
bu mevsimde daha da yoğunlaşacağını kestirmek için kâhin olmaya gerek
yoktur.
***
Katı laikliğin bir
diğer istenmeyen çocuğu, 1960-1970’li yıllarda Mısır, Pakistan gibi
İslam ülkelerindeki Müslüman fikir adamlarının tercüme eserlerinden
beslenen ve uzun yıllar boyunca kâh Humeynî’nin İran devriminden, kâh
Mısır’daki İhvan hareketinden ilhamla İslam devletinin(!) Türkiye’deki
Sünnî versiyonuna dair hayaller kuran radikal-siyasal İslamcı akımdır.
Son yıllarda kendisinden pek haber alınamayan siyasal İslamcılık
şimdilerde “Öldü mü kaldı mı?” tartışmalarına konu olacak düzeyde
savrulmuş durumdadır. İslam’la ilgili nihai hedefi devletlû olmaya
bağlayan eski İslamcıların önemli bir kısmı namazlı niyazlı olarak
devletin göbeğinde pozisyon alınca bu yeni durum ve konuma tetabuk eden
bir zihniyet olarak muhafazakârlıkta karar kılmış, böylece radikal
laikliğin istenmeyen çocuğu olmaktan da az çok sıyrılmayı başarmıştır.
Din meselesine
gelince, bugünkü vetirede din XV. yüzyılın ikinci yarısında Fatih
tarafından tam teşekküllü olarak tatbik mevkiine konulan siyasallaşmış
Osmanlı Sünnîliğine bağlanmış durumdadır. Bilindiği gibi Osmanlı
Sünniliğinde bürokrasinin temel eğitim kurumları medreselerden oluşur.
Din referanslı ideolojik düzlemde, Necmeddin Nesefî’ye nispet edilen
akaid risalesindeki dar kalıplı ve müsamahasız dilin de etkisiyle tam
bir dogmatizme dönüşen Osmanlı siyasal Sünnîliği 16-18. yüzyıllar
boyunca yönetim erkinin meşrulaştırıcı aygıtı olarak esnemezlik
özelliğini korumuştur. Gerçi bu dogmatik Sünnîlik zaman zaman
esnetilmeye çalışılmış; ancak bu çabalar Kadızadelilik gibi kaba
softalıklarla maalesef etkisiz kılınmıştır. Bu konuda Ahmet Yaşar
Ocak’ın Türkler, Türkiye ve İslâm adlı eserinin okunması tavsiye olunur.
Prof. Dr. Mustafa Öztürk - 4 Haziran 2016
Kaynak: http://www.karar.com/yazarlar/mustafa-ozturk/radikal-laiklikte-istenmeyen-cocuklar-1254
Kaynak: http://www.karar.com/yazarlar/mustafa-ozturk/radikal-laiklikte-istenmeyen-cocuklar-1254
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder