Geçen
haftaki yazımda malum evrim tartışması ve dinî açıdan bu tartışmaya
yaklaşım tarzı hakkında farklı bir perspektif ortaya koymaya
çalışmıştım. Konuya girişte, evrim teorisine karşı çıkan kimi
akademisyenlerin meseleyi siyasi ve ideolojik argümanlarla ele
almasındaki sakatlığa dikkat çekmek için, Abdülkâhir el-Bağdâdî’nin hem
sübut hem delalet yönüyle problemli olduğu değerlendirilen “Ümmetim
yetmiş üç fırkaya ayrılacak” rivayetinden hareketle İslam tarihindeki
tüm fırkaları bir şekilde yetmiş üçe denk düşürmek ve bunlardan yetmiş
ikisini cehenneme gönderip yetmiş üçüncüsünü “fırka-i nâciye” (cennetlik
fırka) ilan etmek maksadıyla kaleme aldığı el-Fark beyne’l-Fırak
adlı eserinden bir ifade aktarmıştım. “Ehl-i Sünnet yeryüzünün
hareketsiz/sakin olduğu hususunda icma etmiştir. Bunun aksini savunanlar
materyalisttir” şeklindeki bu ifade, bilimsel bilgi konusu olan bir
mesele hakkındaki siyasi, mezhebî ve ideolojik bir önyargının nasıl da
sahih bir itikat/inanç umdesi gibi sunulabildiğine ve bunun aksini
savunanların nasıl da materyalist diye kodlanabildiğine dair ibretlik
bir örnekti.
Evrim konusundaki
yazımla ilgili yorumlardan anlaşıldı ki birilerine laf anlatmak deveye
hendek atlatmaktan çok daha zordur. Yine aynı yorumlardan anlaşıldı ki
Bağdâdî’nin ifadesiyle örneklendirdiğimiz skolastik zihniyetin bugün de
hayli taraftarı vardır. “Yeryüzü sabit midir, hareketli midir?” gibi bir
meseleyi dine veya din referanslı bir ideolojiye bağlayarak izah
etmenin ne tür bir sonuca müncer olduğu hakkında az çok bir fikir
vermesi için aktardığımız mezkûr ifadenin hiçbir işe yaramaması, bizim
de içinde doğup büyüdüğümüz muhafazakârlığın artık kendi doğrusundan
başka hiçbir görüşe tahammül edememezlik yönünde evrim geçirdiğine
ilişkin bir gösterge olması bakımından kaygı uyandırıcıdır. Ayrıca
“Evrim meselesini materyalizm, pozitivizm bağlamından soyutlayarak ele
almak anakronistlik, basiretsizlik, kifayetsizliktir” şeklindeki
yorumlar kimi okuyucuların “okuduklarını anlayamama” gibi bir sıkıntı
yaşadıklarına işaret etmesi bakımından oldukça manidardır. Okuduğunu
anlamama sıkıntısına ya da sadece kendi bildiğini okuma alışkanlığına
rağmen, “Her şeyin hakikati bizden sorulur” iddiasında bulunmak bizim
muhafazakâr camiada sık rastlanan bir hastalıktır ve bilindik immün
sistem hastalıkları gibi bu hastalığın da asıl sebebi ve radikal
tedavisi maalesef henüz bulunamamıştır. Kanımca her iki hastalık türünün
de yüksek gerilim ve stres kaynaklarıyla ilgili olması yüksek
olasılıktır.
Evrim bahsine
dönersek, bir teori velev ki birileri tarafından pozitivizme payanda
olarak kullanılmış olsun, söz konusu teoriyi bu operasyonel kullanımdan
bağımsız olarak değerlendirme imkânı yok mudur? Kur’an geçmişte
Hâricîler, günümüzde DAEŞ gibi teröristler tarafından “şiddetin kutsal
referansı” olarak takdim edildi diye, “Kur’an şiddet kitabıdır” demek mi
gerekir? Bir teoride ya da materyalist bir bilim adamının bilimsel
birikiminde biz Müslümanlar açısından da kıymet ifade eden bir içerik
bulunması muhal midir? Her şeyi mutlaka bir ideolojiye raptederek
değerlendirmemiz vacip midir? Bir an için kabul edelim ki evrim teorisi
bağlamsal olarak materyalizm ve pozitivizmin değirmenine su taşıma
işlevine sahiptir; peki o halde İbn Miskeveyh’ten İbn Haldûn’a,
Bîrûnî’den Erzurumlu İbrahim Hakkı’ya kadar onca İslam mütefekkirinin şu
veya bu şekildeki evrim lehinde konuşması acaba hangi bağlamda, hangi
ideolojiye hizmet etmiş olabilir? Yoksa onlar da evrim lehinde
konuşmakla materyalizmin tuzağına düşen birer basiretsiz ilahiyatçı(!)
kategorisinde midir? Klasik dönem İslam düşünürlerinin evrim lehinde
konuştuklarından söz etmek, onları modern çağdaki evrim teorisinin
kurucu figürleriyle aynı kadraja sokmak gibi bir anakronizme (tarih
ıskalaması) değil, evrim karşıtlığını din üzerinden temellendirme
çabasının çok yeni bir durum (bidat) olduğunu anlatmaya, dolayısıyla bu
konuda dini dayanak kılmaya çalışanların özellikle Evanjelist
Hıristiyanlarla “kompleksli inanç” noktasında buluştuklarını vurgulamaya
yöneliktir. Bu sebeple, “bağlamsızlık” ve “anakronizm”den dem vuran
“çokbilmişler”in evvel emirde okudukları yazının metin içi bağlamını
anlamak durumunda olduklarını belirtmek gerekir.
Kısacası, evrim
teorisinin ideolojik angajmanlardan bağımsız olarak ele alınması pekâlâ
mümkündür. Bu teorinin kimler tarafından hangi saiklerle kullanıldığı
apayrı bir bahistir. Kendi adıma söylersem, evrim meselesi bağlamında
sürdürülen kısır çekişmeler ve ideolojik didişmelerde taraf olmak
mecburiyetinde değilim. Yine kendi adıma söylersem, Allah’a meydan
okumayı kendine vazife bilen ve “Bilim dinin panzehiridir” diyen
çevrelere karşı “Kur’an’dan bilim fışkırıyor” gibi naif bir iddiayla
ortaya çıkıp milleti din-bilim ilişkisi konusunda birer merak sapkını
hâline getirmeye çalışanların dolmuşuna binmek zorunda da değilim. Din
dindir, bilim bilimdir. Kaldı ki geçmiş asırlarda Kur’an’dan bilim
çıkarmak ve bunu din ulemasının ortak görüşü olarak sunmak gibi
çabaların hem Bağdâdî’nin el-Fark’taki ifadesinde hem de
Fahreddîn er-Râzî ve Celâleddîn Mahallî’nin tefsirlerinde görüleceği
üzere ne tür sonuçlar verdiği iyi bilinmektedir. Son söz olarak
belirtmek isterim ki atadan miras olarak devralıp ideolojik kabullerle
yeniden formatladığımız Müslümanlıktan skolastik bir hegemonya
devşirmeye çalışmaktan vazgeçip hem daha çok okuyup araştırıp düşünerek
hem bütün insanlığın birikiminden istifade ederek ve hem de tüm insanlık
âleminde özgürlük, barış ve huzurun çoğalması için didinerek yeni bir
medeniyet inşa etmekle mükellefiz. İbn Miskeveyh, İbn Haldûn, Bîrûnî
gibi mütefekkirlerimizin bize bıraktığı mirasa yakışan varislik tam da
bunu muciptir.
Prof. Dr. Mustafa Öztürk - 28 Ocak 2017
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder