Mevlana,
“Köyde bir gün kalan kişinin aklı bir ayda yerine gelmez” der. Bu
negatif anlamıyla köylülük (gundilik) toprağa ve kırsala bağımlılıktan
çok farklı bir kategoriyi ifade eder. Daha açıkçası, köylülük kırsalda
yaşama tecrübesine indirgenebilecek bir olgu değildir. Zira kadim bir
şehrin göbeğinde de pekâlâ köylü olunabilir, köylülük şehir vasatında da
baki kalabilir. Değişmeyen bir ezber olarak köylülük kendini sürekli
tekrar eden, yeniliğe direnen, farklılıklara tahammül edemeyen ve
alışkanlıklarından vazgeçmeyen bir kapalı cemaat topluluğu olmayı imler.
Köylü tipolojisi ise bilgisizlik, görgüsüzlük, hamlık, kabalık,
katılık, inatçılık, kurnazlık gibi özelliklerle tebarüz eder. Köylülük
medeniliğin (şehirlilik) zıddı olarak ciddi bir toplumsal sorundur ve bu
sorun özellikle muhafazakâr çevrelerde daha yoğundur. Bu son ifademiz,
“Kestane kabuğundan çıkmış da kabuğunu beğenmemiş…” bağlamında
değerlendirilip kınanabilir. Fakat şunu belirtmemiz gerekir ki köylülük
sorununun arız olduğu toplumsal kesim, şahsen kendimi de dâhil ettiğim
kesimdir; dolayısıyla eleştiri babında zikrettiklerimiz apaçık bir
özeleştiridir. Yani problem bizim problemimizdir.
***
Köylülük Kur’an’da da
zemmedilir. Birçok ayette geçen “el-a’râb” kelimesi “köylüler”
(bedevîler, ehl-i bâdiye) anlamına gelir. Arap kültüründe köylülük
çöller ve vahalarda develeriyle birlikte konar göçer olarak yaşamayı
ifade eden “bedâvet” kelimesiyle ifade edilir ve bu kelime “yerleşik
hayat, şehirlilik, medenilik” anlamına gelen “hadâret”in mukabilidir.
Tevbe 9/90, 97, 98, 101, Feth 48/11, Hucurât 49/14 gibi ayetlerdeki
ifadelere göre Hz. Peygamber’in çağdaşı olan bedevîler/köylüler/gundiler
zümresi adap, usul, nizam tanımamak, sosyal terbiye ve disipline karşı
koymak, alışkanlıklarına körü körüne bağlı olmak gibi hususiyetlerin
yanı sıra cahillik, görgüsüzlük, kabalık, kurnazlık, fırsatçılık,
menfaatçilik gibi vasıflarla da ön plana çıkar.
Geçmişte köylülük
sorununa sık sık parmak basan isimlerden biri olan Çetin Altan’a göre
köylülüğün belli başlı özellikleri şu şekilde sıralanabilir: (1) Aile
içinde bile ortak bir dayanışma yerine otoriter olmayı yeğleme; (2)
Rahat bir diyalog yerine “Dediğim dedik” türü tartışma ve didişmeyi
yeğleme; (3) Övünmeyi ve olduğundan fazla görünmeyi yeğleme; (4)
Aksaklık durumunda özeleştiriye yanaşmadan, başkasını suçlamayı yeğleme;
(5) Toprak ağasına yakınlık gibi, ünlü bir siyasetçiyle olan
yakınlıktan sık sık söz etmeyi yeğleme; (6) Hukuk, adalet, saygı,
nezaket gibi soyut kavramların tanımlamalarını yapmaya yanaşmadan, soyut
kavramları taş, toprak, bardak, bıçak, ev, araba gibi somut sözcüklerle
eşdeğer tutarak konuşmayı yeğleme; (7) Meslek sahibi olmak yerine makam
sahibi olmayı yeğleme; (8) Meslekî bir kimlik yerine doğuştan edinilen
etnik ve dinî bir kimliği benimsemeyi yeğleme; (9) Bir an önce sıradan
bir sokaktaki vatandaş sayılmaktan sıyrılıp şöhret ve zenginlik
açısından sıra dışı biri olmayı veya en azından öyle görünmeyi yeğleme;
(10) Bir an önce sonuca gitmek yerine zamanı değerlendirmeye boş vererek
üşenmeyi ve yumurtanın kapıya dayanmasını yeğleme…
Günümüz Türkiye
toplumundaki yaygın ilişki biçimi köylülük kültürü içinde
şekillenmektedir. O kadar ki bu kültür siyaset, ekonomi ve akademik
hayat dâhil hemen her alanda belirleyici olabilmektedir. Özellikle
merkez sağ siyasi partiler köylülüğü, köylülük de bu partileri
beslemektedir. Burada söz konusu olan besleme bir tür alışveriş ilişkisi
olduğundan, köylülük siyaset alanında başat bir unsur olmakla tebarüz
etmektedir. Köylülük bir zihniyet tarzı olarak dinî düşünce ve söylemi
de büyük ölçüde domine etmektedir. İslam’ın parlak bir medeniyet dini
olduğu hepimizin ittifakla kabul ettiği bir gerçektir; fakat ne yazık ki
İslam dininin çağdaş müntesipleri medeniyet üretmek şöyle dursun,
şehirli olabilmeyi bile becerememektedir.
***
Tasavvuf dinî düşünce
ve pratikte köylülüğü törpüleyip şehirlilik kodlarını güçlendirecek bir
imkân olarak görülebilir. Fakat günümüz Türkiye sosyolojisi dikkate
alındığında özellikle Nakşibendî geleneğin bu imkânı köreltici bir
işleve sahip olduğu söylenebilir. Hatta Nakşibendîlik sosyal taban
itibariyle tasavvufî köylülüğün temsilcisi gibidir. Tasavvufun şehirli
ve medenî versiyonu Mevlevîliktir. Genel dinî düşünce yapısı itibariyle
Mevlevîlik elbette tartışılabilir; temel dinî kaynaklar açısından
Mevlevî gelenek pekâlâ sorgulanabilir; ancak konumuz bu değildir.
Konumuz şehir kültürüyle incelmiş tasavvuf ekolünün Mevlevîlik olduğuna
dikkat çekmekten ibarettir. Osmanlılar döneminde İstanbul’daki hemen her
mevlevihanenin birer musiki mektebi ve güzel sanatlar akademisi gibi
bir işlev gördüğü, dahası Zekai Dede, Itrî Efendi gibi klasik Türk
musikisinin en parlak simalarının Mevlevî geleneği içinde birer İstanbul
efendisi olarak yetiştikleri bilinmektedir. Sözün özü, “İstanbul
beyefendisi” vasfına yaraşır biçimde, yani tam anlamıyla şehirli/medeni
bir müslüman profiline sahip olabilmek en azından benim için büyük bir
idealdir.
Prof. Dr. Mustafa Öztürk - 5 Ağustos 2017
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder