Lümpen
(lumpen), Marksist literatürde proleterya kavramıyla birlikte
kullanılan, fakat özellikle son yıllarda “kültür” kavramının yakın
komşusu olarak anılan bir kelimedir. Karl Marx’a göre lümpen proleterya
sınıfı devrime sıcak bakmayan, hayatı idamede burjuva ve aristokrasiye
yaslanan kitleleri niteler. Başka bir tarifle, lümpen sınıf, tüketim
alışkanlıklarına esir düşen, başkasının üretimini asalak gibi tüketen,
kendi varlıkları hemen hiçbir anlam ifade etmeyen, iradelerinin üzerine
yatmış halde yaşayan ve hiçbir ilkeli duruşu bulunmayan kitleleri tarif
eder. Daha genel ve geniş çerçevede ise lümpen kimliksiz, ilkesiz,
derinliksiz, seviyesiz, görgüsüz, üslupsuz, kaba, yoz insan tipolojisini
betimler. Lümpen ne köylüdür, ne şehirlidir. Gerçek kimliği, aidiyeti
ve sınıf kategorisi belirsizdir. Lümpen bir bakıma bulanıklık, kaypaklık
ve kural tanımazlık tipolojisidir.
Lümpenlik söz konusu
olduğunda, şayet kendinize güvenmiyorsanız, kuralları eğip bükmeye,
kendinize hak gördüğünüzü başkasına suç görmeye başlarsınız. İsbat-ı
vücudunuzu çalışıp çabalayarak ürettiklerinizle değil, tükettiğiniz ve
harcadığınız şeylerle ortaya koyarsınız. Bu açıdan bakıldığında
lümpenlik ve lümpenleşmenin hemen her alanda cari olduğu söylenebilir.
Nitekim Mustafa Karaalioğlu’nun birkaç gün önce Karar’da yazdığı
“Mecalsiz Söz, Kudretli Racon” başlıklı yazı siyasetten medyaya,
akademiden spor dünyasına kadar lümpenlik ve lümpenleşmenin son derece
güzel bir tasviri niteliğindedir.
Lümpenleşme
muhafazakârlık için de caridir. Şimdilerde Yeni Şafak’ta yazan S. Seyfi
Öğün vaktiyle lümpen muhafazakârlık (Doğu Batı, sayı: 58 [2011])
hakkında şunları kaydetmiştir: “Hayatı rahatlatan her türlü nimetle bağ
kuruyor. (Bunu muhafazakârlık hep başardı, ama bunu başarmak hiç bu
kadar kolay ve sorunsuz olmamıştı.) İlerlemeci damarını, almış başını
giden teknolojizme düzdüğü övgülerde muhafaza ediyor. Düzenciliğini ise
bu nimetlerin tüketilmesiyle elde edilen rahatlamalara düzdüğü övgülerle
temellendiriyor… Yeni muhafazakârlık, burjuva dünyanın içinde, tüketim
kapitalizminin orta sınıf üretme kapasitesi arttığı nispette
derinleşecek, kapsama alanı artacaktır. Bu lümpenleşmedir.
Lümpenleşmedir; çünkü ilkeler, reel politik gerçekçilik, günlük
hayatçılık, hedonizm, eğreti çocukluk, iktisadi akılcılık, teknolojizm
ve benzerlerinden yeni bir hayat kurma iradesi çıkmıyor…”
Lümpen
muhafazakârlığın en son ve en çarpıcı göstergelerinden biri, Mimar
Sinan’ın yüzyıllar önce boğazın kenarına muhteşem bir zarafetle biblo
gibi kondurduğu Şemsi Paşa Camii’nin tam dibine kazık çakma girişimidir.
Nihal Bengisu, “Camisini Muhafaza Edemeyen Muhafazakârlık” başlıklı
yazısında lümpenliğin bu veçhesi hakkında şöyle der: “Her Allah’ın günü
Osmanlı Osmanlı deyip, kendisini dindar-muhafazakâr diye tanımlayıp hem
Osmanlı eseri hem ibadet mekânı olan bir yapıya sahip çıkılmasını ‘bir
avuç elitistin yaygarası’ diyerek mahkûm edenler, ne kadar sakil
göründüklerinin farkında bile değil.”
Lümpenlik kültür ve
estetik gibi değerlerden büsbütün nasipsizliktir. Oysa kültür, N.
Mert’in ifadesiyle, her şeyden önce insanın hamlık ve kabalığından
kurtulup incelmiş insan davranışlarına yönelmesi iddiasını içerir. En
basitinden insan, acı karşısında böğürmeyi aştığı için türkü yakıyor,
senfoni besteliyor. Lümpenlik ve lümpenleşmenin önemli göstergelerinden
biri de ahlâkî seviye kaybıdır. Kendi alanında bir başkasının, özellikle
de az çok tanınmış ve kendinden söz ettirmeye başlamış bir başkasının
üçüncü kişiler tarafından hakarete maruz bırakıldığını görmekten
sadistçe haz duyma eğiliminin toplumsal tabanda yaygınlaşması tam da
lümpenliğe yaraşır bir tavırdır.
İki akşam önce bir
televizyon kanalında canlı olarak yayınlanan “Hadis” konulu tartışma
programı da basbayağı bir lümpenleşme örneğidir. Dahası bu tartışma ilmî
ve akademik alandaki lümpenleşmenin en dramatik örneklerinden biri
olmaya namzettir. Bir tarafta katıksız cahillik ve hoyratlık, diğer
tarafta kabalık ve cellatlık şeklinde ekrana yansıyan ve hem
seviyesizlik, hem nezaketsizlik ve hem de münazara adabından nasipsizlik
itibariyle lümpenleşmenin hemen hemen tüm özelliklerini taşıyan bu
tuhaf tartışma ne yazık ki İlahiyat camiasını istiskalden başka bir
sonuç vermedi.
Ulusal gazetelerdeki
köşe yazıları da lümpenlik ve lümpenleşme konusunda önemli bir
göstergedir. Öyle ki hemen her Allah’ın günü bir cenahta “hergele,
dangalak, salak, yerim sizin…” gibi argoların, diğer cenahta ise
“bademler, gübre kafalılık” gibi çirkin sıfatların kullanıldığına
şahidiz. Karaalioğlu’nun ifadesiyle, medya seviyesizdir, kalitesizdir.
Hatta son devirde epeyi de lümpendir; ama her ne ise akademiden,
spordan, siyasetten, müzikten, iş âleminden, sivil toplumdan ne bir
fazla ne bir eksiktir… Bütün meslekler, bütün müdürler, bütün
direktörler, bütün çalışanlar, bütün elemanlar, tekmili birden bütün
kurumlar bileşik kaplar misali, seviyesizlikte seviye tutturmuş halde
idame-i hayattadır. Birinin kalitesizliği bir diğerinin teminatı,
birinin seviyesizliği bir başkasının mazeretidir. Biri pot kırsa öteki
bundan müstefid, diğeri kepaze olsa beriki bundan memnundur. Yeter ki
seviye yükselmesin, yeter ki kalite avdet etmesin…
Prof. Dr. Mustafa Öztürk - 22 Temmuz 2017
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder