Evvela,
geçen hafta bu köşede yayımlanan “Diskur çeken Tasavvuf” başlıklı
yazımıza Yeni Şafak’ın bir köşesinden hışımla fırlatılan cevap üzerine
iki çift kelam edeyim. Cevap sahibi, “Bir İlmin Nefsi Müdafaası”
başlıklı müdafaanamesinde tasavvuf ilminden kırk yıl ekmek yediğini
belirttiğinden, bizim bu topraklarda da hiç kimsenin ekmeğiyle oynamamak
düsturuna riayet gerektiğinden, reddiyeye reddiye yazmamaya karar
verdim. Kaldı ki aynı konuda ikinci bir yazı yazmaya salahiyetli
olduğumdan pek emin değilim. Ne de olsa İstanbul’a yeni taşınmış ve halk
tabiriyle henüz kırkı çıkmamış “hoca”nın tekiyim…
***
Gelelim bu yazının
konusuna, geçen gün TRT 1 televizyonunda Pelin Çift’in sunduğu bir
programa gözüm ilişti. Daha ilk andan itibaren pek heyecanlı ve bol
hezeyanlı olacağını fark edince üşenmeyip izledim. Program sırasında
İstanbul Üniversitesi Deniz Bilimleri Fakültesi’nde akademisyen olarak
görev yaptığını öğrendiğim Dr. Yavuz Örnek’in söylediklerini duyunca
kendi kendime, “Böyle bir şey anlatılmaz, yaşanır” dedim. Dr. Örnek,
deniz bilimleri alanındaki engin birikimini hemen hiçbir behrem yok diye
itiraf ettiği Kur’an ve tefsir alanına da -muhtemelen ilm-i mevhibe
yoluyla- taşıyarak son dönemde hayli popüler hâle gelen “kamusal
tefsircilik” mesleğine dair üstün başarı sertifikası almaya hak kazandı.
Sayın Hocamız, Hz.
Nuh’un tufan sırasında oğlunu cep telefonuyla aradığını, bu arada
geminin nükleer enerjiyle çalıştığını, Erciyes gibi bir dağın başında
mahsur kalan oğlunu gemiye aldırmak için insansız hava aracı filan
yolladığını söyledi. Bütün bunları söylerken, ağzından çıkan her sözden o
kadar emindi ki adeta bilimdeki tek rakibim Massachusetts Teknoloji
Enstitüsü, Kur’an tefsirindeki tek rakibim ise henüz dünyaya gelmemiş
kuantumcu müfessirlerdir, der gibiydi. Bu yüzden, Dinler tarihi
alanındaki duayen hocalardan biri olan Prof. Dr. Ömer Faruk Harman’ın
aklı başında iki çift söz söylemesine dahi katlanamıyor, kıraathane
jargonuyla, “Kardeşim, bak…” diyerek sürekli müdahale ediyordu.
Özellikle XX. yüzyılın
başlarından itibaren Kur’an metnine sözde bilimsel yorum sondajı yapma
alışkanlığı Batı’nın teknik ve teknolojik üstünlüğü karşısında
hissedilen aşağılık kompleksinin dramatik bir tezahürü olarak maalesef
hâlen devam ediyor. O gün bugündür, Kur’an metninin aynı zamanda
bilimsel bir mucize olduğundan da sık sık dem vuruluyor ama ne hikmetse
bu satırları yazdığımız klavyeden, “Bak, televizyonda bir üniversite
hocası Hz. Nuh’un cep telefonundan söz ediyor” diye birbirimize mesaj
attığımız telefona varıncaya değin gündelik hayatımızda ne kadar
teknolojik aygıt varsa hemen hepsinin keşfi nasıl oluyor da kendisinden
bilim fışkırdığı iddia edilen Kur’an’ın müminlerine değil de muharref
İncil ve Tevrat’ın müminlerine nasip oluyor, diye düşünme ihtiyacı
hissedilmiyor. Bunun yerine kimi zaman bilim, kimi zaman din adına Hz.
Nuh’un cep telefonu gibi boş lakırdılarla ömür tüketiliyor.
Allah kelamı bilimsel
keşifler ve bilimsel işlerden söz etmiyor; bilakis ilâhî kelam hangi iş
olursa olsun o işin ehliyet ve liyakatle yapılması gerektiğinden,
emanetin ehline verilmesinden, adalet ve hakkaniyetin gözetilmesinden,
ahlâkî ilkelerden asla ödün verilmemesinden, kısacası adam gibi adam
olmanın ve adam gibi yaşamanın gerekliliğinden söz ediyor. Bu açıdan
bakıldığında, Nuh’un gemisinin nükleer enerjiyle çalıştığı, o dönemde
cep telefonu ve insansız hava aracı kullanıldığı gibi absürtlükleri dinî
terminolojiye ulayarak konuşmanın sadece ve sadece çocuksu bir ruhun
teolojik tahayyüllerine karşılık geldiğini söylemek gerekiyor. İşin bu
kara mizah boyutu bir kenara, Dr. Örnek’in Hz. Nuh ile oğlu arasında dağ
gibi dalgalar varken yüz yüze konuşmaları mümkün olmadığına göre baba
ile oğul arasındaki bu konuşma ancak cep telefonuyla gerçekleşmiştir,
şeklindeki mantıksal çıkarımı Kur’an’ın dil ve kavram dünyasına ilişkin
kapkara cahillik olarak kendini fâş ediyor.
***
Örnek’in yürüttüğü
mantık esas alındığında, Sâffât suresi 50-57. ayetlerdeki temsilî
kıssadan da cep telefonu veya telsiz yoluyla görüşme/konuşma sonucu
çıkarmak mümkün olabilir. Çünkü bu kıssada, biri cennette nimetler
içinde yaşayan, diğeri cehennemde yanan iki arkadaştan ve cennettekinin
cehennemdekiyle konuşmasından söz edilir. Cennet ve cehennemin iç içe
geçmiş mekânlar olduğunu düşünmek pek makul görünmediğine göre bu
konuşma facetime gibi bir teknolojik bir imkânla gerçekleşmiş olsa
gerektir… Her neyse, vakıa şu ki Kur’an özellikle inkârcılar zümresinin
zihniyet yapılarından ve acıklı sonlarından söz ederken kimi zaman
illüstrasyon yoluyla tasvirleri anımsatan temsilî, hatta Zemahşerî’ye
göre tahyilî anlatımlar sunar. Kur’an’daki bu tür anlatımlar olgusal ve
fiziksel gerçeklikle birebir örtüşen anlatımlar olarak algılanıp bu
minvalde yorumlandığında, Hz. Nuh’un cep telefonu gibi absürt iddialar
ortaya çıkar. Hâsıl-ı kelam, Dr. Örnek vakası bir kez daha gösterdi ki
cehalet, konuşan kişiyi müthiş cesaretlendirir, dinleyen kitleyi de çoğu
kez eğlendirir.
Prof. Dr. Mustafa Öztürk - 13 Ocak 2018
Ne yalan söyliyim ben de izlerken gülmüştüm, Ömer Faruk Harman hocamı doğru dürüst konuşturmamıştı bile.
YanıtlaSil