Beş-altı
gün önce Yavuz Selim kardeşime WhatsApp’tan bir mesaj gönderip sağlık
sorunlarım nedeniyle Karar’daki yazılarıma bir süre mola/ara vereceğimi
bildirmiş ve şahsım adına açıldığı halde bugüne kadar hiç kullanmadığım
Twitter ve Facebook hesaplarından bunu paylaşmasını istemiştim. Sağ
olsun, Yavuz kardeşim her zamanki gibi o mesajı paylaşıverdi. Söz konusu
mesajı yazma gerekçem, sağlık sıkıntılarımdan dolayı kendimi hâlsiz ve
mecalsiz hissetmemdi. Fakat özellikle Karar’daki tüm dostlar ve
arkadaşlar benim bu kararımın isabetli olmadığını, bilakis yazmaya devam
ettiğim takdirde moral ve motivasyonumun canlanacağı hususunda beni hem
teşcii hem ikna ettiler. Doğrusunu söylemek gerekirse, iyi de ettiler.
Çünkü bu aralar beynimin çevrimiçi evreninde dolaşıp dururken imâl-i
fikirde bulunmak, okumak, yazmak gibi zihnî faaliyetlerin beni yorduğunu
hissetmekteydim. Bununla birlikte kendi zihin kabuğuma çekilip dış
dünyadan giderek uzaklaşmanın sağlıklı bir gidişat olmadığının da
bilincindeydim. Fakat şu an itibariyle okuma ve yazmanın hem ferahlık ve
rahatlık hem de moral ve motivasyon kaynağı olduğuna kanaat getirdiğimi
itiraf etmeliyim. Böyle bir kanaate varmamda bana destek olan tüm
arkadaşlara ve özellikle Karar gazetemizdeki can dostlara yürekten
teşekkürü borç biliyorum.
***
Bütün bunlara rağmen
dünyaya ve hayata karşı pesimist (kötümser, karamsar) tavrım ve algımdan
çok fazla ödün vermediğimi de belirtmeliyim. Çünkü bugüne değin hayatta
kayda değer denebilecek her ne yaşadıysam hemen hepsini adeta ziplenmiş
sevinç, mutluluk, hüzün, keder, gücenme duygularıyla yaşayan bir mizaca
sahip olmam ve hayatımın çok büyük bir kısmında sevinç ve mutluluktan
çok daha fazla hüzünle hemdem olmam, melankolik ve pesimistik bir
dünya-hayat algısına râm olmama sebebiyet verdi. Melankoli sebebiyle hem
yalnızlıktan duyulan mutluluk hem de insanların içine karışamamanın
verdiği huzursuzluk… Hep uzak geçmişteki birkaç güzel anının etrafında
dolanıp durmak ve hatta o anıları tıpkı derin bir nefes gibi içime çekip
hiç geri solumadan yaşamayı arzulamak… Yani hep çocukluk çağlarında
kalmayı arzulamak ve şimdiki zamanın ruhundan hiç hoşlanmamak…
Malum, bazı insanların
hayatları büyük ölçüde sağlık, refah ve rahat içinde geçer. Bazı
insanların ömür sermayeleri ise Ziya Paşa’nın, “Bî-baht olanın bağına
bir katresi düşmez; bârân yerine dürr ü güher yağsa semadan”
mısralarında anlatılmak istenen bahtsızlıktan farksız şekilde yaşanır ve
biter. Bârân-ı belâ kimi zaman topyekûn halde hücum edip karabasan
(uyku felci) gibi üstünüze çöker ve sizi adeta kötürüm eder… Yakın
geçmişte birçok insandan, özellikle de birtakım dinî gruplar ve
şahıslardan gördüğüm itham, iftira, tezyif, tekfir gibi olmadık işler ve
zulümler ruhumu büsbütün ezdi. Belki de ben gerçekten kötü bir insan
olduğum için bütün bunları hak etmişimdir yahut kimbilir belki de hayat
imtihanımın biraz ağır geçmesi takdir edilmiştir. Ben bu gaybî işlerin
künhüne akıl erdiremem; gerçekte kimin neyi hak ettiğini ancak Allah
bilir.
***
Kehf suresinde geçen
meşhur kıssaya göre Hızır’ın gemiyi delmesi, günümüz Türkiye’sindeki
birtakım dinî gruplar ve şahısların bize yönelik hayınlıklarını
hatırlatır tarzda muamele gördükleri bir beldedeki yıkılmak üzere olan
bir duvarı onarması gibi, ilk nazarda kötü görünen bugünkü yılgınlık
hâlim -valllâhu a’lem- yarın bir gün ilahi feyiz, bereket ve hayırlara
vesile olabilir ama belki hiçbir hayra da vesile olmayabilir. Bugünkü
kötü durum ileriki zamanlarda hayırlar ve inşirahlara vesile olmadığı
takdirde, mümin ve müslüman kişiye yaraşır tutum, bu durumu dünyadaki
hayatın cilvesi sayıp sabra sarılmak, yani isyana savrulmadan mütevekkil
olmak lazım geldiğine hamletmektir. Çünkü müslüman insanın iman ve
teslimiyet sınavı/kıvamı bu gibi kritik eşiklerde kendini gösterir.
İnsanoğlunun dünyadaki ahlâkîlik ve erdemlilik sınavında zor eşikler
turnusol kâğıdı gibidir. Bu noktada, “Hızır-Musa” kıssasını bizim
camianın, “Hızır idi, İlyas idi” tarzındaki çocuksu anlama ve yorumlama
tarzının aksine, “Hayatta olup biten her şeyin künhüne vukûf söz konusu
olduğunda, insan aklı ve idraki buna kifayet etmez. Neyin iyi neyin
kötü, neyin hayır neyin şer olduğunu ancak Allah bilir ve pek çok
neticeyi de idrak edebildiğimiz kadarıyla mürûr-i zaman gösterir” gibi
derin bir mesajla anlayıp yorumlamak daha isabetli olsa gerektir.
Nitekim bu kıssayı iç dünyamda hep bu minvalde anlayıp yorumlamış,
dolayısıyla kıssanın gerçekten yaşanmış bir tarihî hadise olup olmadığı
meselesiyle pek alakadar olmamışımdır.
***
Hâsıl-ı kelam, şu veya
bu kimse veya sözde herhangi dinî grup beni hayli hırpaladı diye hem
rabbime hem sevenlerime söz verdiğim tefsir çalışmamdan asla
vazgeçmeyeceğime, aklımın erdiği ve bilgimin yettiği nispette, elimden
gelen en güzel şekliyle bu çalışmamı -şayet Allah izin verir, ömür vefa
ederse- tamamına erdireceğime dair söz veriyorum. Aynı şekilde KURAMER
bünyesinde değerli hocalarımızla yürüttüğümüz uzun soluklu ilmî
projelere de tüm gücümle katkıda bulunacağımı taahhüt ediyorum. Çünkü bu
ilmî çalışmaları hayatla bağımı muhafaza eden en sağlam bağ olarak
görüyorum. Ayrıca içinden geçtiğim şu zor zamanlarda sağlık
sıkıntılarımı kendime bahane kılıp bu çok kıymetli hayat bağım ve
tutamağımdan vazgeçmek gibi bir hakkımın bulunmadığını, böyle bir
sorumsuz davranışın hem Cenâb-ı Hakk’a karşı saygısızlık, hem ilme
sadakatsizlik, hem de tefsir çalışmamızı bekleyen ve bizi hasbî olarak
seven onca yârenimize büyük bir vefasızlık olduğuna inanıyorum. Bu
sebeple, ilim yolundan ayrılmama konusunda namus ve şeref sözü
veriyorum. Görelim Mevla neyler, neylerse güzel eyler…
Prof. Dr. Mustafa Öztürk - 11 Ağustos 2018
Selamun aleykum değerli hocam.Rabbim size sağlıklı hayırlı huzurlu uzun ömürler versin. Kitaplarınız ve sohbetlerinizle samimiyetle öğrenmek isteyenler için çok güzel gök sofrası sunuyorsunuz.Hakkını verenlerden olalım inşallah.Sayenizde öğrendiklerimiz bizler içinde hayatla en kuvvetli bağa dönüşüyor. Rabbimizle ilişkimizi doğru zemine oturtuyor. iyiki varsınız. Allah sizde ebeden razı olsun. Allah yar ve yardımcınız olsun inşallah.
YanıtlaSil