Bakara
2/2. ayette geçen “müttakîn” nitelemesi hem dinî terminolojide hem
gündelik dilde “dinî emirler ve yasaklara riayet hususunda titizlik
gösteren, samimi ve duyarlı dindar” anlamında kullanılan bir
sıfat/isimdir. Fakat “müttakîn” lafzının medlulü bu ayette öncelikle
mü’minler ve muvahhidlere karşılık gelir. Çünkü ayet ilk planda
Kur’an’ın Allah kelamı olduğunu vurgulamakla inkârcılar zümresine cevap
verir mahiyettedir. Buna mukabil İslami gelenekte, özellikle tasavvuf
kültüründe takvâ ve müttakî kelimeleri “derin dindarlık” denebilecek
özel bir anlam kazanmıştır. Özellikle Medenî surelerdeki bazı ayetlerde,
mesela Bakara 2/177 ve 189. ayetlerde takvâ ve müttakî kelimelerinin
“gerçek dindarlık” ve “samimi dindar” manasına geldiği söylenebilir. Bu
noktada “takvâ”nın inanç düzeyinde şirk ve küfürden sakınmayı,
dinî-ahlâkî yaşantıda ise titiz ve samimi olmayı ifade ettiği tespitinde
bulunmak mümkün olabilir. Dolayısıyla “takvâ” ve “müttakî” kelimelerine
İslâmî gelenekte yüklenen hususi anlamın temelsiz olmadığı
söylenebilir. Fakat özellikle Mekkî surelerde “mü’min” ile “müttakî”nin
medlul yönünden birbirine muadil şekilde kullanıldığını da belirtmek
gerekir. Medenî surelerde ise durum biraz değişmektedir. Bu yüzden,
“müttakî” ile “mü’min” lafızlarının birbirinden farklı dindarlık
tecrübelerini ifade edip etmediği meselesine açıklık kazandırmak
gerekir.
***
Bize göre “müttakî”
ile “mü’min” sıfatlarının özellikle Mekkî surelerdeki anlam ve
kullanımları nezâir kabilinden, yani “cennet”in dâru’s-selâm,
dâru’l-mukâme gibi farklı isimlerle anılması kabilindendir. Kaldı ki
bazı ayetlerde, sözgelimi Sâffât 37/81, 111, 122, 132. ayetlerde Hz.
Nuh, Hz. İbrahim, Hz. Musa, Hz. Harun ve Hz. İlyas’tan tek tek söz
edilir ve bu peygamberlerden her biri, “O bizim mü’min kullarımızdan
idi” şeklindeki ifadeyle “mü’min” diye nitelendirilir. Peygamberlerden
her biri “mü’min kul” diye anıldığına göre “mü’min” aynı zamanda
“müttakî” demektir. Kaldı ki Bakara 2/180. ayette, ölüm vakti yaklaştığı
zaman örfe (maruf) uygun şekilde anne-baba ve yakın akrabaya vasiyette
bulunmanın müttakîler için bir vecibe olduğu bildirilir. Ayetteki
“müttakîler için bir vecibedir” ifadesinin “vasiyet ortalama mü’minler
için vecibe değildir” şeklinde bir anlam taşımadığı izahtan varestedir.
Müttakî lafzının Mekkî
sureler ve ayetlerde çoğu zaman cennet vaadiyle birlikte zikredilmesi
dikkat çekicidir. İlgili ayetler, Mekke döneminde şirkten sakınmak ve
muvahhid olmak uğruna ödenen ağır bedellerin ancak cennet mükâfatıyla
telafi edileceğini belirtir ve aynı zamanda tevhid davasına sadakat ve
sebatkârlığa dair teşciî/teşvik mesajı içerir. Buna mukabil müttakî
lafzının Medenî sureler ve ayetlerdeki kullanımları cennet vaadinden
ziyade pratik hayatta dinî, ahlâkî ve insani duyarlılıklara davet
mesajları içerir. Mesela, örfe/marufa uygun şekilde anne-babaya ve yakın
akrabaya vasiyette bulunmak (Bakara 2/180), karşılıklı olmak şartıyla
haram aylar ve savaş hukukuna riayet etmek (Bakara 2/194), boşanmış
kadınlara örfe/marufa uygun şekilde bir tür nafaka olarak maddi destekte
bulunmak (Bakara 2/241), ahde vefa göstermek (Âl-i İmran 3/76), hayırlı
ameller işlemek (Âl-i İmrân 3/115), antlaşmaya sadakat göstermek (Tevbe
9/4), dürüst davranmak (Tevbe 9/7) gibi hususlarla ilgili emirler ve
tavsiyelere uyan kimseler “müttakîn” diye nitelendirilir.
Öte yandan,
“mü’minler” nitelemesi Medenî surelerde, “Ey iman edenler” mealindeki
müvâcehe hitaplarının doğrudan muhatabı olan ilk müslüman toplumun
geneline yönelik bir isim/isimlendirme olarak vaat ve mükâfattan ziyade,
mükellefiyetler bağlamında zikredilir. Bu durum, Medine döneminde nazil
olan surelerde “müttakî” nitelemesinin dinî ve ahlâkî duyarlılığa
işaret meyanında kullanıldığı, dolayısıyla genel “mü’min” kategorisinden
az çok farklı bir dindarlık kategorisine işarette bulunduğu yönünde bir
tespit yapmamıza imkân tanıyabilir. Müttakî nitelemesinin Medine
dönemine ait surelerdeki birçok ayette ahlak temelli dindarlığa atıfta
bulunur şekilde kullanılması, bu dönemde müslüman toplumun ganimet gibi
dünyevi nimetlere kavuşup rahatlaması, buna bağlı olarak Mekke
dönemindeki sıkı dayanışma, fedakârlık ve diğerkâmlık ruhunun azalmaya
başlaması ve aynı zamanda toplumsal yapıda birtakım ahlâkî sorunların
ortaya çıkması gibi sosyolojik olgularla irtibatlandırılabilir. Enfâl
suresinin ilk ayetlerine konu olan ganimet tartışması, Cuma suresinin
son ayetine konu olan dünyevileşme sorunu, Hucûrat suresindeki birçok
ayete konu olan fasıklık, iki mü’min grup arasında kavga ve çatışma,
alaya alma, lakap takma, sû-i zan, gıybet, tecessüs (ayıp ve kusur
arama) gibi sorunlar “müttakî/müttakîn” nitelemesinin Medenî sureler ve
ayetlerde niçin ahlâkî ve insani duyarlılığa davet bağlamında
kullanıldığı hakkında az çok fikir verir.
***
Diğer taraftan,
Hucurât suresinin 13. ayetinde “Allah katında en değerliniz, daha
takvalı olanınızdır” ifadesiyle Allah katındaki değer/kıymet ölçütünün
dinî-ahlâkî duyarlılık olarak belirlenmesi ve surenin “ancak ve ancak”
anlamındaki hasr edatıyla başlayan 15. ayetinde gerçek manada
mü’minlerin, “Allah’a ve elçisine yürekten inanıp güvenen, inançlarında
şüpheye mahal vermeyen, Allah yolunda mallarıyla canlarıyla cihat eden
kimseler var ya işte gerçek müminler onlardır. İşte onlardır iman
hususunda özü-sözü bir olanlar!” diye tanımlanması, müslümanlık
pratiğindeki gevşeklik sorununun daha nüzul döneminde baş gösterdiği, bu
yüzden “takvâ” ve “müttakî” gibi lafızların “ihlaslı mü’min” manasına
bu dönemde evrildiği yönündeki tespitimizi destekleyici karineler
içerir. Sonuç olarak, İslâmî gelenekte “müttakî” kelimesine yüklenen
“samimi dindar” manasının Medenî surelerde karşılık bulduğu
söylenebilir. Kanaatimiz o ki bilhassa tasavvufî gelenekte “müttâkî”
kelimesine çok özel anlamlar yüklenmesinde, tarihî süreçte ortaya çıkan
sorunlu ve sakat müslüman tipolojisi önemli rol oynamıştır. Ehl-i Sünnet
kelamında kabul gören “amel imandan cüz değildir” anlayışının da
etkisiyle ahlakî/amelî açıdan gevşek müslümanlıkların yaygınlık
kazanmasına bağlı olarak, sıkı ve samimi dindarlık ile mevsimlik ve
alaca dindarlık arasında kategorik ayrıma gidilmesi, ayrıca geniş
kitlelerce çok önemsenen fıkıh ve ilmihal dindarlığında formalizmin ağır
basmasından dolayı “derin dindarlık” açığının kapatılmak istenmesi gibi
saiklerle “takvâ” ve “müttakî” kelimeleri çok özel kavramsal içerikler
kazanmıştır.
Prof. Dr. Mustafa Öztürk - 8 Eylül 2018
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder