Ölümün
yüzü soğuktur denir; evet, hepimizin bildiği iyi kötü, acı tatlı hayat
macerasında ölüm insanoğlu için genellikle soğuk yüzlü görünür. Fakat bu
mutlak değil, izafi bir görüntüdür. Zira “hayatta yarım kalan çok
işimiz, nice emelimiz ve hedefimiz var” diyen hemen her insanın “Ölüm
soğuk yüzlü de olsa bizim varoluş gerçeğimizdir” demek şöyle dursun, onu
nefretle anıp varlığından neredeyse tiksindiklerini hisseder gibiyim.
Ama nice insanlar da var ki hayattan kendi payına düşen şeylerin
neredeyse tamamı gam, keder, çile, hastalık, ihanet ve hıyanetten
ibarettir. İşte bunlar için ölüm sanki “bir an önce bu gam yükünden
kurtulsak da huzura ersek” gibi çok samimi bir dileğin tahakkuk ve
tecelli hâlidir. İşte böyle bir durumda ölümün yüzü güzel olmasa dahi en
azından çirkin görünmeyeceği de kesindir. Hayat bazen öyle bir hâl alır
ki insanın yaşamaktan ziyade güle oynaya ölüme koşası gelir. Şayet
hayattan payınıza düşen her neyse alacağınızı aldığınıza kani olduğunuz,
kendinizi artık çok yorulmuş, yıpranmış, hırpalanmış ve usanmış
hissetmeye başladığınız, bu arada sizi az çok hayata bağlayan aileniz,
dostlarınız ve sevenlerinizin öz çıkar ve ümit hesaplarındaki cari
açıkları size fatura edip belinizi çatırdatan yük gibi sırtınıza
binmeleri söz konusu olduğunda, hayatı büsbütün kahır olarak
algılarsanız. İşte o zaman bedeninizi dokuz tahta altına yatırtıp onca
yıllık yorgunluğunuzu toprağa emdirme umuduna bağlanırsınız.
***
XIX. yüzyıl Batı
felsefesinde hayat, ölüm, intihar ve kötümserliğe dair en dokunaklı
metinleri yazan Schopenhauer Fransız filozof Voltaire’den şu cümleleri
aktarır: “Yaşamdan hoşlanırız, ama gelgelelim hiçliğin de iyi yönleri
vardır… Sonsuz yaşamın ne olduğunu bilmiyorum, ama bu mevcut yaşam kötü
bir şakadır… Hayata ve yaşamaya bu sınırsız bağlılık bilgiden ve
düşünümden ortaya çıkmış olamaz. Aksine bu bağlılık bilgiye ve düşünüme
aptalca görünür, çünkü yaşamın nesnel değeri pek belirsizdir ve en
azından varoluşun var olmamaya tercih edilmesi gerektiği kuşkuludur.
Aslında eğer deneyim ve düşünüme söz hakkı verilseydi var olmama
kesinlikle kazanırdı. Mezar taşlarının üstünü tıklatsak ve ölülere
yeniden doğmayı isteyip istemediklerini sorsak, muhtemelen başlarını iki
yana sallarlardı.
“Her zaman kolay
ölmeyi umdum” diyen Schopenhauer özel günlüğünde ölümle ilgili olarak,
“tüm hayatlarını yalnızlık içinde yaşamışlar, bu münzevilik hakkında
diğerlerinden daha iyi hüküm verecektir. İki ayaklı insanları zaafa
uğratılmış kapasitelerine göre hesap edilmiş saçmalığın ve budalalığın
ortasında sönüp gitmektense, doğuştan bana ziyadesiyle bahşedilenlerin
gerektirdiği görevimi yerine getirmenin bilincinde olmanın verdiği
kıvançla, başladığım yere döneceğim” demiş ve evine dönmüştür. Yaşamın
sürdürülmesi için mutlaka arzularımızın tatmin edilmesi gereklidir ve
tatmin gerçekleştiğinde bundan duyulan mutluluk kısa süreli olmalıdır ve
belli bir süre sonra tümüyle anlamını ve etkisini yitirmelidir ki
yeniden yaşamımızı sürdürmemize imkân sağlayacak yeni bir arzu kendini
gösterebilsin. Bunu düzenli olarak acıkmamıza benzetebiliriz. Yediğimiz
yemek ne kadar lezzetli de olsa, karnımızı ne kadar doyursa da, belli
bir süre sonra yeniden acıkırız ve önceki yemeğin güzelliği ya da
verdiği tatmin ve tokluk tümüyle kaybolmaya mahkûmdur. Bu bağlamda
sürekli bir gayret, çaba ve didinme hâli olarak tanımlayabileceğimiz
hayat gerçekten kötü bir şaka olarak görünür; ama tüm şakaların sonu
gelir ve bu “kötü şaka”nın da er ya da geç sonu gelecektir ve kötü bir
şakanın bitmesi belki de onun en iyi yanıdır.
Schopenhauer, “şayet
insanların bütün arzuları, dilekleri daha doğar doğmaz yerine getirilmiş
olsaydı, insanlar neyle doldururlardı hayatlarını ve neyle geçirirlerdi
zamanlarını” diye sorar ve bu soruyu şöyle cevaplar: Ya can
sıkıntısından ölürler ya kendilerini asarlar ya da olmadı birbirlerine
düşer, kavga dövüş birbirlerini boğup öldürürler ve böylece kendilerini
hâl-i hazırdaki ıstıraplarından daha büyük bir acı ve ıstıraba
uğratırlardı… Demek ki insan varlığının özünde sıkıntı ve ıstırapla
birlikte yaşaması bir nevi zorunluluktur. Tüm isteklerini
gerçekleştirmiş, arzularını tatmin etmiş, aradığı her tür mutluluğa
erişmiş bir insan düşünsek bile hayat bunun bedelini o insana can
sıkıntısıyla ödetir. Mutsuzlukla başı dertte olmayan insan, çabalayacak
herhangi bir hedefi kalmayacağı için, bu sefer can sıkıntısıyla
karşılaşır ve bu da onun yeni baş belası olur.
***
Esasında Monteigne’in
dediği gibi bütün dertlerin bittiği yere gideceğiz diye dertlenmek
ahmaklık olsa gerekir. Nasıl ki doğuşumuz bizim için her şeyin doğuşu
olduysa, ölümümüz de her şeyin ölümü olacaktır. Öyleyse yüz yıl daha
yaşamayacağız diye sızlanmak, yüz yıl önce yaşamadığımıza hayıflanmak
kadar ahmakça bir şeydir. Biz bu hayata gelirken ağladık, hayat
içerisinde sayısız acı ve kederler yaşadık; o halde başımıza bir kez
gelecek ölüm hiç de büyük bir dert değildir. Bir anda olup bitecek bir
şey için bütün bir ömür boyu korku belasıyla yaşamak akıl kârı olmasa
gerektir. Hayat artık mademki işinize pek yaramıyor, sizi mutlu
kılmaktan ziyade yıpratıp hırpalıyor, o halde böyle bir hayatı
kaybetmekten ne diye ürküp korkalım ki? Bu minvalde beş on yıl daha
fazla yaşayınca ne olacak ki? Niçin hayat sofrasından karnı doymuş bir
misafir gibi kalkıp gitmeyelim ki? Niçin onca yaşanmış zamana bir kez
daha dert, tasa, hastalık içinde yaşanacak, yine beyhude uğraşlarla
geçip gidecek başka günler, aylar, yıllar eklemek isteyelim ki?
Kanımca, hayattan
alacağımızı az çok aldığımıza kani isek, hemen her gün bedenin bir
yerinden patlak veren yeni bir hastalıktan dolayı bezgin/bitkin hale
gelmişsek, artık “Ya Rab! Hüsn-i hâtimeyle bendeki/bizdeki emanetini al”
diye dua ve niyaz vakti gelmiş demektir ki bu safhada en güzel şey
Allah’ın izniyle bu âlemden güle oynaya çekip gitmektir. Ama ardımızda
bedduadan ziyade duayla anılacak bir sicil bırakmak da son derece
önemlidir. Aksi halde, ölüm sonrası korkunç bir gerçeklikle yüzleşmek
mukadder olabilir. Cenâb-ı Hak hepimize af ve mağfiretiyle muamele
etsin, rahmetini bizden esirgemesin. Yüce Mevla kerimdir. Biz müminlere
düşen, ilahi rahmet ve mağfiretten asla ümit kesmemektir.
Prof. Dr. Mustafa Öztürk - 28 Temmuz 2018
Kaynak: http://www.karar.com/yazarlar/mustafa-ozturk/olumun-yuzu-her-zaman-soguk-mudur-7560
Kaynak: http://www.karar.com/yazarlar/mustafa-ozturk/olumun-yuzu-her-zaman-soguk-mudur-7560
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder