Yazan: Doç. Dr. Nihat Uzun
Ehl-i sünnetçilerin (!) delirdiği bir konu yine gündeme oturmuş görünüyor.
İşi gücü niyet okumak, birilerini alenen karalayıp hedef göstermek,
birilerinden intikam almak, hoşlanmadığı kimseleri bir yerlere
jurnallemek, cahilliklerinin boyutunun farkında olmamak ve bütün bu
çirkin tavırların adını da “dini/ehl-i sünneti korumak” koyan
işsizler tayfası yine bağırıp duruyor.
Bunların bütün derdi her konuda herkesin kendileri gibi düşünmelerini
istemeleri. Birisi bir konuda farklı bir fikre ulaştı mı onu boğmaya
girişmek gibi bir sevdaları var. Mesela istiyorlar ki herkes vahyin
mahiyeti, vahiy-peygamber ilişkisi gibi konularda
bunlar ne düşünüyorsa ona uysun.
Peki neden acaba?
Neden herkes sizin gibi düşünecek?
Sizin gibi düşündüğümde çözemediğim bir sürü sorun kalıyorsa geride niye başka çözümler dillendirmeyeyim?
Zaten en baştan beri yapılan bu değil mi?
Başkasının çözümünü beğenmeyen kendince yeni bir çözüm üretmiyor mu?
Söylenen bazı şeylerin daha önce söylenmemiş olması mı böyle delirmenize sebep?
Görünen o ki vahye dair farklı fikirler ileri süren ilahiyatçıların en
büyük suçu ilahiyatçı olmaları. Başka kesimden olsalar ve istedikleri
gibi konuşsalar ehl-i sünnetçiler (!) hiç ilgilenmeyecek. Zaten olan da
bu. Ortada o kadar fantastik tefsir (!) var,
akla hayale gelmez yorumlar-te’viller havada uçuşuyor, bizim ehl-i
sünnetçilerin (!) oturup bunlarla ilgili tek kelime ettiklerini
duymuyoruz. Ne zaman ki bir ilahiyatçı farklı bir şeyler söylüyor
bunların aklına hemen –babalarının malıymış gibi- dini korumak
geliyor.
Vahyin mahiyeti ve peygamber-vahiy ilişkisi, geleneksel anlatıya göre
bir şekilde açıklanıyor evet. O da şu: Vahiy yani Allah’ın kelamı aynen
ve bizatihi peygambere aktarılmış, o da bunu kendisine nasıl gelmişse
aynen öylece insanlara aktarmış. Bu açıklamaya
göre Allah bizzat 7. asrın Arapçası ile konuşmuş ve bu konuşma
peygamber vasıtasıyla, onun bu konuşmaya hiçbir dahli olmaksızın aynen
insanlara aktarılmış. Bu durumda Allah bizzat Arapça konuşmuş oluyor.
Bu açıklamayı beğenip benimseyenler açısından Allah’ın Arapça konuşması
bir sorun teşkil etmiyor. Mesela desek ki herhangi bir dili konuşuyor
olmak esasen biz eksik varlıkların bir özelliğidir. Dolayısıyla Allah
hakkında böyle konuşmanız ona eksik sıfatlar
yüklemek anlamına gelmez mi?
Bu soruya ya verecek cevapları olmaz ya da her zaman tercih ettikleri
“kudret” zırhına bürünerek cevap verirler: “Neden olmasın ki? Allah’ın
her şeye gücü yeter!” Sanki sorun Allah’ın kudretiymiş gibi!
Ya da derler ki Allah’ın konuşması “harfsiz, lafızsız, sessizdir.” Peki
bu ne demek? Ya “aslında konuşmaz” demek, ya da “ilham eder” demek.
İlham etmek de işte “manası Allah’a aittir” demenin diğer adıdır.
Mesela bizzat ismi zikredilerek Ebu Leheb’in daha yaşarken cehenneme
gireceğini söylemeyi ve onun İslam olmadan ölmesini nasıl anlamamız
lazım diye sorsak, “onun kaderi Allah’ın ezeli ilminde yazılıydı o
yüzden böyle oldu” derler. O zaman demek ki herkesin
kaderi aynı onun gibi Allah’ın ilminde yazılı, yani belirlenmiş ve
karara bağlanmış durumda. İnsan istese de farklı bir yöne gidemeyecek.
Yani her şey önceden belirlenmiş, karara bağlanmış. O halde bütün bu
uğraşmalar didinmeler niçin? Kur’ân diğer muannid
kâfirleri niye kâfir kalıyorlar diye eleştiriyor peki? Hadi onların
isimlerini zikretmediği için “ortaya konuşuyor” diye te’vil ettik
diyelim, Ebu Leheb’i nasıl açıklayacağız?
Suyuti el-İtkan’da “Bazı Sahabilerin Dilinde/Diliyle Nazil Olan Kur’an
Kısımları” diye bir başlık açmış. Bu başlıkta bugün âyet olarak
bildiğimiz bazı ifadelerin aynının önce bazı sahabiler tarafından
söylendiğini sonradan Peygamber tarafından vahiy olarak
tanıtıldığını anlatıyor. Yani sahabiler bazı söyler söylüyorlar, daha
sonra bu sözler Peygamber tarafından vahiy olarak deklare ediliyor. Size
kalırsa bu da mümkün, çünkü Allah’ın sahabe sözünü aynen vahiy olarak
göndermeye gücü yeter! Tabii ki yeter sevgili
ehl-i sünnetçi (!) kesim, çünkü zaten Allah’ın şuna ya da buna gücü
yetmeyeceğini kimse söylemiyor. Ama biraz derin düşününce size ilginç
gelmiyor mu bu durum? Allah’ın başka sözü mü yok da sahabenin
söylediğini aynen aktarıyor diye sormuyor musunuz? Soran
olsa ikna edici bir cevabınız var mı? Ya da bu rivayetlerin hepsi
uydurma mı diyorsunuz?
İşte bazıları diyor ki bu gibi sebepler yüzünden belki de
vahiy-peygamber ilişkisi başka şekilde izah edilmeli. Belki vahyin
mahiyetine yeniden bakmalıyız, yeni bir tanım yapmalıyız. Aslında yeni
de değil. Zaten var olan ama belki detaylandırılmayan bir görüşü
alıp geliştiriyorlar. Kaldı ki o görüşün zamanında detaylandırılmaması
da etrafın mahalle baskısından geçilmiyor olmasından kaynaklanıyor
muhtemelen. Kadızadeliler sonuçta her yerde.
Ey kendilerini dinin, ehl-i sünnetin, en sahih din anlayışının ve daha
bir sürü erdemin (!) muhafızı zanneden bir kısım arkadaşlar! Şunu
hepimiz biliyoruz ki her görüş eleştirilebilir. Herkes aynı düşünmek
zorunda değil. Beğenmediğimiz görüşleri eleştiririz,
reddederiz, hatta hicvederiz. Bunu herkes yapıyor zaten. Fakat eleştiri
ile aforozu, ilmi tenkit ile hedef göstermeyi, fikre fikirle karşılık
vermek ile jurnallemeyi ve din/hakikat tekelciliğini birbirinden ayırmak
lazım. Çeşitli konulara farklı yaklaşıyorlar
diye bazı insanları dinden çıkarmak, işlerinden uzaklaştırmak,
yurdundan sürmek… falan kimsenin haddine değil. Dini bizatihi kendisi
göndermiş gibi davranmak kimsenin haddine değil. Bir hoca “Allah’ın
ahlakiliği” dediği için ona karşı olmadık ahlaksızlığı
sergilemek büyük bir çelişkidir.
Doç. Dr. Nihat Uzun
Harika bir yazı olmuş.
YanıtlaSilSuyuti'nin el-İtkan'da sahabe tarafından söylenen sözlerin aynısı ayet olarak geşmiştir gibi bir iddiası yok, metnin bağlamı tamamen değiştirilmiş. Sahanelerin sorularına ve sözlerine hitaben ayetler gelmiştir diyor, "birebir aynısı gelmiştir" veya "söz söylendikten sonra ayet olarak tanıtılmıştır" gibi bir bahis hiçbir yerde geçmiyor. Buraya şerh düşeyim.
YanıtlaSil