İslamiyet’in
ilk dönemlerinden günümüze değin sayısız isyan ve darbe vakasında sık
sık din kozuna başvurulmuş, dinî referanslar tıpkı 15 Temmuz ihanetinde
tanık olunduğu gibi birçok isyan ve darbe hadisesinde kitleleri
motive-provoke edici unsurlar olarak kullanılmıştır. Başka bir ifadeyle,
dinî değerler ve semboller, darbe geleneğinde çoğu kez halkı
ayaklandırma ya da darbeyi meşrulaştırma maksadıyla düpedüz istismar
edilip araçsallaştırılmıştır. Denilebilir ki müslüman toplumların on beş
asırlık tarihinde ilk kanlı darbe hadisesi Hz. Osman’ın katlidir. Bu
olay bahane edilerek dönemin halifesi Hz. Ali’ye karşı sergilenen
muhalefet politikası da bir darbe girişimi olarak okunabilir.
İslamiyet’in erken dönemlerindeki bir diğer darbe vakası mehdi fikrine
ve gizli davet stratejisine dayalı olarak hayata geçirilen Abbâsî
ihtilalidir. Abbâsî taraftarlarının otuz yıl boyunca çok gizli şekilde
yürüttükleri propaganda faaliyetleri hicrî 129 yılında siyah bayraklar
açılarak ihtilal aşamasına geçmiş ve bu ihtilal neticesinde Emevî
devleti tarih sahnesinden çekilmiştir.
***
İslam tarihinde din
referanslı isyan ve kalkışma girişimleri çok kere de mesiyanik
hareketlerin marifeti olarak karşımıza çıkar. Uzun tarihî tecrübede
mesihçi dadanma tarzındaki isyan ve darbe teşebbüsleri sayılamayacak
kadar fazladır. Bildiğimiz kadarıyla İslam tarihinde ilk defa mehdi
unvanıyla anılan Muhammed b. Hanefiyye etrafında oluşturulan mesiyanik
mitler gerçekte Emevî iktidarından intikam alma hırsıyla şekillenen bir
darbe ideolojisinden başka bir şey değildir. 1240 yılında Anadolu
Selçuklu Devleti’ne karşı giriştiği büyük siyasî-ictimai isyan
hareketine adını veren ve Anadolu’da ilk gayri Sünnî cereyanların
temelini atan Türkmen şeyhi Baba İlyas’ın mehdi hüviyetiyle ortaya
çıkması da bu bağlamda zikredilebilir.
Osmanlılar dönemine
gelince, bu dönemde de maalesef Genç Osman (II. Osman) vakası, Kabakçı
Mustafa isyanı, Sultan Abdülaziz’in tahttan indirilmesi, Otuzbir Mart
vakası gibi birçok darbe hadisesi vuku bulmuştur. Fakat ne yazık ki dinî
değerler, semboller ve figürler bütün bu darbelerde de maalesef birer
provokasyon aracı olarak kullanılmıştır. II. Osman’ın görülmedik şekilde
katliyle sonuçlanan darbenin önemli aktörlerinden biri Şeyhülislam Esad
efendidir. Kabakçı Mustafa isyanı diye bilinen ve III. Selim’in tahttan
indirilmesiyle neticelenen darbede de yine dönemin şeyhülislamı
Ataullah Mehmed Efendi başı çeken isimlerden birisidir. Şeyhülislam ve
din uleması son dönem Osmanlı padişahı Abdülaziz’e karşı tezgâhlanan
darbenin de başrol oyuncuları arasında teşhis edilebilir. Sultan II.
Abdülhamid’in tahttan indirilmesiyle sonuçlanan 31 Mart darbesinde ise
Hoca Ali Efendi gibi bir grup softa vasıtasıyla, “Şeriat elden gidiyor”
türünden sloganlar devreye sokulmuş, bu arada Derviş Vahdetî gibi
karanlık tipler darbeye çanak tutmuştur.
Osmanlı’nın son
döneminde 31 Mart vakası gibi darbeler sözde şeriat adına hayata
geçirilmiş, Cumhuriyet döneminde ise 28 Şubat gibi kimi darbeler “irtica
tehdidi” adı altında din ve dindarlara karşı gerçekleştirilmiştir.
Cumhuriyet dönemindeki bu durum Kemalist ideolojinin dini tek kelimeyle
irtica olarak kodlayan kök sökücü modernleşme projesiyle ilgili olsa
gerektir. Öte yandan dindar kitleler tarihteki pek çok darbe vakasında
genellikle suskun kalmayı yeğlemiştir. Halkın darbe süreçlerinde olup
bitene seyirci kalmak ve gözle görülür bir tepki koymamak şeklindeki
refleksleri, Osmanlı özelinde konuşmak gerekirse, devletin gazâ ve fetih
devleti olması, devlet ile ordu ya da askerî güç arasında sıkı bağ
kurulması, dolayısıyla darbeler ve darbe teşebbüslerinin devlet
bünyesinde iç hesaplaşma olarak algılanması gibi sebeplere bağlanabilir.
***
Din ve darbe
meselesinde “ülü’l-emre itaat” (Nisâ 4/59) emrinden de söz etmek
gerekir. Askerî erkân ile sivil siyasi iktidar karşı karşıya geldiğinde,
söz konusu emir çok kere asker lehine te’vil edilmiştir. Bu te’vilin
arka planında, asker ocağının Peygamber ocağı kabul edilmesi, askerin
“Mehmetçik” diye nitelendirilmesi gibi sembolik değeri yüksek
telakkilerin mevcudiyetinden söz edilebilir. İslam’ın Sünnî yorumunda
ülu’l-emre itaat anlayışının bir yandan darbeler karşısında tepkisizliğe
kelâmî-siyasi alt yapı oluşturması, diğer yandan da mesihçi dadanmalar
ve kalkışmalarda motivasyon işlevine sahip olması hakikaten ironiktir.
Bu noktada tasavvufî gelenekteki biat ve itaat anlayışının kelâmî ve
siyasi çerçeveli “ülü’l-emre itaat” anlayışına galebe çaldığından söz
edilebilir. Çünkü tasavvuf ve tarikat kültüründe belirleyici kimlik,
genel müslüman üst kimliğinden ziyade, bir şeyhe bağlanmakla edinilen
alt kimlik ve cemaat/grup mensubiyetidir. Buna mukabil FETÖ’nün darbe
girişiminde süreç çok farklı cereyan etmiş, yani müslüman toplum bu defa
dinîlik süsü verilmiş darbe teşebbüsüne topyekûn karşı koyma iradesi
sergilemiştir. Göründüğü kadarıyla toplum bu olayda hem Ali Şeriatî’nin
“dine karşı din” diye tabir ettiği durum uyarınca darbecilerin din
konusunda samimi değil, sahtekâr olduklarını teşhis etmiş, hem de
devletin bekasını aynı zamanda dinin bekası olarak değerlendirmiştir.
Prof. Dr. Mustafa Öztürk - 8 Nisan 2017
Kaynak: http://www.karar.com/yazarlar/mustafa-ozturk/darbe-gelenegi-ve-din-uzerine-birkac-tarihi-not-3723
Kaynak: http://www.karar.com/yazarlar/mustafa-ozturk/darbe-gelenegi-ve-din-uzerine-birkac-tarihi-not-3723
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder