Bu
yazı, “Sen neyin peşindesin? Senin bu müslüman toplumla ne alıp
veremediğin var?” diye başlayıp hakaretle son bulması muhtemel birtakım
eleştirilere hedef olacaktır. Ne yazık ki gerek 17-25 Aralık sürecinde
gerek daha öncesinde FETÖ’ye dair yazdıklarımdan dolayı da benzer
eleştirilere muhatap olmuştum. Fakat kim ne derse desin ve nasıl
eleştirirse eleştirsin, şu bir gerçek ki günümüz Türkiye toplumu anomi
hastalığına yakalanmış durumdadır. Bu sârî hastalıkla ilgili
tespitlerimiz hem bir öz eleştiri, hem de emir bi’l-marûf nehiy
ani’l-münker ilkesi uyarınca hisbe bağlamında okunmalıdır. Hisbe kişi,
toplum ve devlet haklarını ihlal fiillerine karşı kamu düzenini ve genel
ahlakı koruma faaliyetini ifade eden bir terimdir. Ancak bizim buradaki
çabamız “ihtisab ağalığı” veya “ahlak zabıtalığı” gibi bir faaliyetten
öte, kendimize çeki düzen verme ihtiyacımız hususunda duyarlılık
oluşturmaya yönelik sivil ve samimi bir gayretten ibarettir.
***
Sistematik olarak ilk
defa Emile Durkheim tarafından kullanılan anomi kavramı toplumsal bir
hastalık olarak kural tanımazlığı ifade eder. Başka bir ifadeyle,
toplumsal yapıdaki normlar ve kuralların işlevini yitirmesiyle ortaya
çıkan başıbozukluk, dengesizlik ve karmaşa durumu anomiye tekabül eder.
Usulsüz imar, ihale gibi sorunlardan kaçak yapı ve kaçak elektrik
kullanımına, devletten maaşın kesilmemesi veya maaş bağlanması için
resmen boşanıp fiilen/dinen(!) evli yaşamaktan, zekâtı vergi borcuna
sayma kurnazlığına değin sayısız kuralsızlık birer anomi göstergesidir.
Bireysel davranışları tanzim edici sosyal ahlak normlarının alt üst
olmasını ve davranışlar üzerinde müessir kuralların bulunmamasını ifade
eden anomi halinde toplumsal dokular gevşer, maşeri vicdan derinden
yaralanır, doğru-yanlış konusunda ahlâkî rehberlik kaybolur ve nihayet
yön yitimi kaçınılmaz olur.
Prof. Ali Çarkoğlu ve
Prof. Ersin Kalaycıoğlu’nun yakın geçmişte yaptıkları bilimsel araştırma
anomi hastalığımızın yaygınlık düzeyi hakkında ürkütücü sonuçlar ortaya
koyuyor. Araştırmadaki, “Nüfusumuzun yüzde 85’i kuralsızlık
ortalamasını aşan tavırlar ve anlayışlar içinde” ifadesi vahim vaziyeti
yeterince açıklıyor. Belli ki toplum olarak kuralsızlığı kural gibi
algılamaya teşne halde yaşıyoruz. Hemen her birimiz her türlü kuralın
esnetilebileceğine veya arkasından dolanılabileceğine dair güçlü bir
inanç taşıyoruz. Kural esnetmeyi ve çok kere de kuralı bertaraf etmeyi
normal bir davranış olarak görüyoruz. Hâl böyle olunca, memleketteki her
on kişiden yedisi memuriyet için torpil gerektiğini, her on kişiden
altısı amaca giden yolda her şeyin mubah olduğunu ve yine her on kişiden
beşi zamana ve mekâna göre ahlâkî normların pekâlâ değiştiğini
rahatlıkla söyleyebiliyor. Diğer müslüman ülkelerde de genel manzara
bizden pek farklı görünmüyor. The George Washington Üniversitesi’ndeki
iki araştırmacının, “Müslüman Ülkeler Ne Kadar İslâmî?” başlıklı
araştırmasındaki sonuçlar halkı müslüman ülkelerden hiçbirinin İslâmîlik
endeksi sıralamasının ilk otuzunda yer almadığını gösteriyor.
Öte yandan, yine
Çarkoğlu ve Kalaycıoğlu tarafından Uluslararası Sosyal Saha Çalışmaları
Programı kapsamında hazırlanan “Türkiye’de ve Dünyada Vatandaşlık”
(2015) başlıklı rapora göre Türkiye insanının yüzde 75’i (dünya
ortalamasında birinci) insanların kendilerinden yararlanmaya çalıştığını
düşünürken, yüzde 86’sı (dünya ortalamasında ikinci) insanları
güvenilir bulmadığını söylüyor. Türkiye’de araştırmaya katılanların
sadece yüzde 14’ü insanlara güvenilebileceğini belirtiyor. Buna mukabil
Danimarka’nın yüzde 77’si, Norveç’in yüzde 73’ü, İsveç’in ise yüzde
66’sı insanlara güvenilebileceğini söylüyor. Demek ki “ruh kökümüz,
gönül coğrafyamız, medeniyet inşası, biz idraki” gibi fiyakalı laflarla
peynir gemisi yürümüyor.
***
Hâsılı, anomi
hastalığı bizi çökertmek üzeredir. İki-üç dünyalı olarak yaşayıp
sadrımızda iki-üç ayrı kişilik taşımamız da anominin tuzu biberi olsa
gerektir. Tanzimat’tan beri parçalanmış bir zamanın yaşandığına atıfla
modernleşme sürecinin yarattığı sancıların psikolojik izdüşümlerine
dikkat çeken Tanpınar’ın söylediği gibi her daim içimizden ikiye
bölünmüş halde yaşıyoruz, yaptığımızın çoğuna tam inanmıyoruz; çünkü
bizim için başka türlüsünün de daima mevcut olduğunu düşünüyoruz. Bundan
dolayı da kendimize birkaç farklı meşruiyet ölçütü oluşturuyoruz. Prof.
Dr. Ali Bardakoğlu’nun Müslümanlığımızla Yüzleşme adlı
eserinde ifade ettiği gibi zihnimizde birkaç farklı meşruiyet ölçütüne
yer olması, birkaç çıkış kapımızın bulunması demektir. Yeri geldiğinde
devletin kanununa, toplumsal nizama sığınırız. Şayet böyle bir imkân
bulamazsak, bu sefer zihnimizdeki meşruiyet ölçütlerini devreye sokarız.
Böylece kendi kendimize verdiğimiz veya başka birinden istimdatla elde
ettiğimiz cevaz fetvasıyla yolumuzu bulmayı başarırız. Hele bir de
cemaat ve tarikat mensubiyetimiz varsa, bu durumda üçüncü bir kapımız
olur. Üç ayrı meşruiyet ölçütü ve bir o kadar da çıkış kapısı bulunan
kişinin “güvenilir insan” (mümin) profili çizmesi mümkün değildir. Çünkü
böyle bir insan üç ayrı kişilik, üç ayrı doğru, üç ayrı çıkış yoluna
sahiptir. Kendimize bol seçenekli meşruiyet ölçütleri oluşturmamızın
asla güven telkin etmeyen, her an farklı ölçütler arasında sörf
yapabilen, dolayısıyla ne zaman ne yapacağı kestirilemeyen bir insan
tipi ürettiği izahtan varestedir.
Prof. Dr. Mustafa Öztürk - 20 Mayıs 2017
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder