Reel
politikle meşguliyetten hazzetmem; çünkü politikanın tabiatını sevmem.
Fakat gerek toplum hâlinde yaşamamız, gerekse toplumun siyasal
örgütlenişini ifade eden bir devlet çatısı altında bulunmamız nedeniyle
sosyo-politik süreçlere büsbütün bihaber olmamız imkânsız. Hâliyle 16
Nisan tarihli referanduma ve bu referandumun sosyolojik yansımalarına
bigâne kalmamız da imkânsız. Geçen haftaki yazıda da değindiğim gibi
referandum sürecinde toplum gözle görünür biçimde kutuplaştı. Prof. Dr.
Yılmaz Esmer’in Türkiye’de kutuplaşmayla ilgili saha araştırmasında
ortaya çıkan bazı sonuçlar son derece manidar. Birlikte yaşama tecrübesi
söz konusu olduğunda, kutuplaşmanın topyekûn huzursuzluk ve
mutsuzluktan başka bir şey vaat etmediği aşikâr.
***
Thomas Hobbes
Leviathan’da toplumsal çatışmayı insanoğlunun “doğa (nature) durumu”
olarak açıklar. Doğa durumunda herkes her şey üzerinde hak sahibidir.
Böyle bir durum “kimin gücü kime yeterse” yahut “kim kimin hakkından
gelirse” sosyolojisini üretir. İki insanın aynı anda aynı şeyi
istemeleri halinde çatışma ve savaş mukadderdir. Kısacası, doğa hâlinde
beşerî hayat acımasız ve vahşidir. Gerek “İnsan insanın kurdudur”
sözünde ifadesini bulan çatışma hâlinden kurtulmak, gerek korkulardan
uzaklaşmak, gerekse güvenli bir hayata kavuşmak amacıyla herkes için
bağlayıcı bir sosyal sözleşmeye ihtiyaç vardır ki bu sözleşmeyle ortaya
çıkan şey devlet denilen tüzel varlıktır.
Hobbes’un devlet
vurgusu önemlidir; fakat “nasıl bir devlet” sorusu çok daha önemlidir.
Çünkü devlet mutlak güç ve otoriteyle temsil edildiğinde, insanlar
devletlû olarak da birbirlerini kemirir ve böyle bir durumda devlet
aygıtı “Leviathan”a dönüşebilir. Gerek “insan devlet için değil, devlet
insan içindir” ilkesini tatbik mevkiine koymak, gerekse insanı insana
kurt değil, refik (arkadaş, yoldaş) kılmak ve farklı olanın ötelenip
örselenmediği huzurlu bir yaşam ortamı sağlamak için devlet adaletten de
ödün vermeksizin özgürlükleri çoğaltmalı yahut özgürlük ilkesi devlet
modelinde esas olmalıdır. J. Stuart Mill özgürlük manifestosu
niteliğindeki On Liberty (Özgürlük Üzerine) adlı eserinde, “Şayet tüm
insanlığın, farklı düşünen tek bir kişiyi susturmasını haklı
buluyorsanız, gün gelip de o tek kişi iktidarı ele geçirdiğinde tüm
insanlığı susturmasına karşı çıkma hakkına sahip olamazsınız” der. Ona
göre birey toplumun temel yapı taşıdır. Toplumsal gelişme ancak bireysel
gelişmeyle mümkündür. Bireysel gelişmenin yolu her şeyden önce fikir ve
ifade özgürlüğünden geçer.
Unutmamak gerekir ki
Allah Teâlâ İblis’e dahi kendini ifade etme hürriyeti vermiştir.
Kur’an’daki İblis kıssasını ister hakiki, ister mecazi, ister temsilî
kabul edin, sonuçta İblis figürü kâfir/nankör olma ve aynı zamanda meram
anlatma özgürlüğüne işaret eder. Bu bağlamda Voltaire’ın,
“Söylediklerinizin hiçbirine katılmıyorum, ama bunları söyleme hakkınızı
ölümüne savunurum” sözünü hatırlatmak faydalı olabilir. Özgürlük fayda
beklentisiyle değil, ahlâkî bir gereklilik olarak savunulması gereken
bir değerdir. Özgürlük güç ve otorite sahiplerince bahşedilen bir lütuf
ve ihsan değil, en temel insan hakkı olarak görülmelidir. Bu bağlamda,
az gelişmiş toplumlarda yahut bizim gibi orta gelir tuzağına yakalanmış
toplumlarda özgürlüklerin bihakkın hazmedilememesi kuvvetle muhtemeldir;
dolayısıyla “özgürlüğün azı karar, çoğu zarardır” gibi bir argüman
geliştirilebilir. Fakat böyle bir argüman ancak az gelişmişliğe razı
olmak veya bunu kader saymak şartıyla geçerli olabilir.
***
Bu mesele bir kenara,
insanı diğer varlıklardan ayıran temel unsur, akıl ve düşünme
kabiliyetidir. Toplumun hem kurucu gücü hem de toplumsal gelişme
dinamiği insan zihni ve zihnin ürettiği düşüncedir. “Özgürlük adını hak
eden tek özgürlük biçimi, diğer insanları kendi doğrularından yoksun
bırakmadan kendi doğrumuzu bildiğimiz yoldan gerçekleştirmektir” diyen
Mill’e göre herhangi bir düşünce çoğunluk tarafından bugün yanlış olarak
kabul edilebilir; fakat yarın bir gün başka bir toplumsal vasatta son
derece yararlı görülebilir. Nitekim tarih kayıtları geçmiş yüzyılların
birinde mahkûm edilen bir düşüncenin sonraki yüzyıllarda genel kabul
gördüğüne dair sayısız örnek içerir. Keza zamanın behrinde düpedüz
tekfir edilen pek çok âlim ve mütefekkirin uhrevi âleme göçtükten birkaç
asır sonra İslam medeniyetinin parlak simaları arasında sayıldığına
dair de sayısız örnek verilebilir. Uzun lafın kısası, toplumsal dirlik
düzenlik için daha çok özgürlük gerekir. Hem devlet çarkımız iyi işlesin
hem de memlekette bahar havası essin istiyorsak, özgürlük alanlarını
genişletmek elzemdir.
Prof. Dr. Mustafa Öztürk - 6 Mayıs 2017
Hocam selam ve saygilar.
YanıtlaSilAllah muvaffak etsin sizi.
Ben 40 yasinda bir muzisyenim. İslam'daki, batiya göre göreceli geri kalmanin suçlusunun islamin kendisi olarak algilanmasiyla kavgaliyim. bunu da anca kendi uzmanlik alanimla yaparsam ya yaparim yada yapayım daha iyi.
Dunyayi ve hayati algilayisiniza hurmetim coktur. o yüzden islamin getirdigi kavramlari müzikte kullanirken özgürlük sinirlari, had nerededir size onu danismak icin asagidaki ornegi yolluyorum. fikrinizi soylermisiniz rica etsem.
https://youtu.be/eG8IHgL3c2Q