Bu yazı bana
değil, Enes Kerim Şafak’a aittir. Enes, Haydarpaşa Anadolu Lisesi son
sınıfa geçmiş olan ve aynı zamanda
“https://defterarkasi.com/author/enessfk/” sitesinde öykü, deneme ve
sosyal bilimler üzerine yazılar yazan, çok zeki, sevimli, sempatik bir
kardeşimizdir. Enes sanki ilkin akıl düzeyinde filozof gibi büyümüş,
sonra yaşça küçülmüş bir grup arkadaşıyla birlikte insanın ve toplumun
büyük soruları/sorunları üzerine kafa patlamakla meşguller. Belki
milyonlarca akranları sabahtan akşama kadar cep telefonlarıyla oynarken
bu çocuklar sempozyum programları düzenleyip bu programlarda bildiriler
sunmaktalar... Düşüncenin kuduz it gibi kovalandığı, düşünen insanın
teşvikten öte tedip ve terbiye edildiği bir zaman ve zeminde körpecik
zihinleriyle insanlığın büyük sorunlarını fark etmiş ve bunun derdiyle
dertlenmiş bu gencecik kardeşlerimizi hem teşvik hem taltif etmek
boynumuzun borcudur…
***
Enes’in bu yazısı Ali Şeriati’nin meşhur
“İnsanın Dört Zindanı” isimli eserine dairdir. Şeriati insanın tercih
imkânına sahip özgür iradesini baskı altında tutan, sınırlayan ve insan
adına seçim yapan dört zindanı “tabiat, tarih, toplum ve benlik” olmak
üzere dört kategoride irdelemektedir. Enes bu dört maddeye bir
beşincisini eklemekte ve bu beşinci zindanı “statüko zindanı” diye
isimlendirmektedir. Bizzat Enes’in ifadelerini kısmen özetleyerek
aktarırsak,
Statüko Zindanı… Bu zindanı tanımlamaya
ve önerdiğim kurtuluş yoluna geçmeden önce, söz konusu zindanın zihnimde
nasıl geliştiğine bakmak, sanıyorum daha doğru olur: Ben az önce
sorduğumuz soruyu düşündüğüm zamanlar (Bu dört zindana eklenecek bir
madde var mı?) aklıma pek çok cevap gelirdi. Evet, başka zindanlar
olduğunu hissediyordum ve bazılarını açıkça görüyordum; fakat hiçbiri
tek başına “beşinci zindan” olmayı hak edecek kadar temel bir zindan
gibi gelmiyordu bana. Peki, genel olarak düşündüklerim nelerdi?
Din, Alışkanlıklar, Gelenekler, Kurallar, Yasalar…
Malum, modern dünyada yaşıyoruz, içinde
bulunduğumuz “değişim” furyası inanılmaz boyutlara geldi. Gerçekten de
tarihsel süreçte ele aldığımızda eski çağlara nazaran gündelik hayatımız
çok daha hızlı değişiyor; toplumsal değer yargılarımız, teknolojimiz,
mesleklerimiz ve daha birçok unsurumuz da öyle. Genelde hep bu “değişim”
furyasından bahsedildiği için biz de hep “değişime” odaklanıyoruz. Bir
süre sonra bu öyle bir hâl alıyor ki sanki her şeyin ama her şeyin
değiştiği ve sürekli bir hareket hâlinde olduğu “illüzyonun”una
kapılıyoruz. Hâlbuki değişmeyen olgular da çok fazla! Ancak “statüko”yu
fark etmek, değişimi fark etmeye göre oldukça zor. Bu durum, hayatımızın
neredeyse her noktasında böyledir.
Peki, bu durumda “statüko zindanı” nasıl
bir şey olur? (TDK’ye göre statükonun birinci anlamı, süregelen düzenin
korunması durumu). “Hayatımı etkileyen” bir şey sırf öyle alışılageldiği
için, öyle kabul edildiği için ve öyle süregeldiği için değişime
uğramıyorsa, daha doğrusu uğramama eğilimindeyse, buradan şu sonuç
çıkar: İşte o şey benim için bir zindandır.
***
Din… Tarih ve toplum zindanlarında
kendisini oldukça gösteren bir kavramdır din. Fakat yine aynı din sırf
öyle alışılageldiği ve öyle kabul edildiği için değişime uğramıyorsa
(üstelik diyelim ki uğraması gerekiyor) ve insanların hayatlarını
olumsuz etkiliyorsa, o halde din de statüko zindanının içinde yer alır.
Alışkanlıklar… “Alışkanlıklar” sözcüğünü
“gelenekler”den ayırarak incelemeyi uygun gördüm, bu haliyle bu sözcük
“bireysel” hayatımızda yer alan bir kavramı ifade ediyor. Peki,
alışkanlıklar nasıl zindana dönüşüyorlar? Çünkü bunlar genelde “durduk
yere” devam ederler. Bazılarının “bağımlılık” yaptığı görülür, bunlar
genelde bireye “zarar” da verir. Hal böyle olunca, insan alışkanlıkların
içindeki “statüko”nun esaretine girer ve kim bilir hayatı boyunca da
çıkamaz…
Gelenekler ve Kurallar… Bunlar
“alışkanlık” sözcüğünün “toplumsal” ölçekteki versiyonlarıdır (toplum
zindanıyla da oldukça ilişkili). Toplumun uzun süreli gelenekleri,
koydukları kurallar ve kabul ettikleri “sözlü yasalar” genel olarak
devam eder durur. A toplumunda 25 yaşın üstünde evlenmenin hoş, 25 yaşın
altında evlenmenin yakışıksız görüldüğünü farz edelim. Bu toplumdaki
bir genç -25 yaşın altında evlenmek istiyor olsun- hayatını etkileyen
böylesine önemli bir kararda açıkça “statüko zindanı”nın esaretine
girmiş değil midir?
Prof. Dr. Mustafa Öztürk - 8 Haziran 2019
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder