"6 yaşında bir çocukla
evlenilebilir."
"Asansörde bir kadınla bir erkeğin
yalnız kalması halvet ortamı oluşturur."
"Yatak, yorgan cinsel dürtüleri
gıdıklayan, rahatsız eden yapıda olmamalı."
"Kocasından dayak yiyen kadınların
sabaha kadar şükretmesi gerekir."
"Kızlarını pantolonla üniversiteye
yollayan babalar kızlarını cehennem ateşine atıyorlar."
Pek çoğumuzu hayretlere düşüren, kızdıran
bu açıklamalar nasıl yapılabiliyor, bunun kaynağı nedir? Cumhurbaşkanı Recep
Tayyip Erdoğan'ın ifadesiyle İslam'ın güncellenmeye mi ihtiyacı var?
Güncellenmeden kasıt nedir? İslam etrafında dönen bu tartışmalarda aklımıza
takılan soruları Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Profesörü Mustafa
Öztürk, Elif Ilgaz'la 'Aklıma Takılan' programında yanıtladı.
Bu
açıklamalar nereden çıkıyor? Kadınları bu kadar dışlayan, aşağılayan ve içinde
şiddet de barındıran bu açıklamalar neden ve nasıl yapılıyor?
Bu açıklamaları maalesef Orta Çağ'ın klasik
fıkıh müktesebatının içerisinde bütün detaylarıyla mevcut olan açıklamalar yani
bu açıklamaların sahibi olan insanların kendi başlarına, kendi zihinlerinde
kurguladıkları izahlar değil bunlar. Öncelikle onun altını çizelim. Yani
gelenekte, dini literatürde, referansları ve karşılıkları var.
Sorun dini
literatürün veya bundan asırlar önce yazılmış İslam hukuku kitaplarının, fetva
kitaplarının içerisindeki yorumların, kanaatlerin, görüşlerin, fetvaların tarih
üstü metinler gibi algılanması. Daha da kritik olanı; bunların din olduğu
zannedilip, bunlara dini değer yükleyerek bugüne taşınması. Dolayısıyla bu
metinlerin okunma tarzında sıkıntı var. İslami düşünce de dinin kurucu
metinlerinin genellikle tarih üstü olduğu kabul edilir yani Kuran'ın
hükümlerinin, Hazreti Peygamber'in sözlerinin… Ama geldiğimiz evre onu
gösteriyor ki sadece bu metinlerin değil, sözgelimi binli yıllarda, beş yüzlü
yıllarda yazılmış İslam hukukuna, İslam fıkıhına dair kitapların içerisindeki
içtihatların, o çağın ihtiyaçlarını karşılamak için üretilmiş fetvaların da tarih
üstü normlar gibi algılandığı ve bugün olduğu gibi uygulandığı, dini bilgi gibi
sunulduğu bir durumla karşı karşıyayız. Vahim olan budur.
Dolayısıyla burada evvel emirde bu İslami
ilimler literatürüne dair okuma biçimimizin, anlama biçimimizin, açıklama
biçimimizin yeniden baştan tepeden tırnağa gözden geçilmesi gerekiyor. Kimse bu
adamların yaptığını sapkınlık falan diye suçlamasın. Bu biraz ucuz bir eleştiri
olur. Bu insanlar bu fetvaları kendi ceplerinden çıkarmıyorlar. Bu fetvalar
sizin bütün dini geleneğinizin içerisinde duruyor.
Bunların tek suçu orada
duranı ifşa etmeleri. Şimdi feveranlar infial konusu oluyor. Oysa ki bu
kitaplarla bir hesaplaşmak gerekir dediğimizde İslâmi geleneğe saldırı, dini
geleneğe saygısızlık gibi telakki ediliyordu. Ama şimdi bu pislik düzeyinde
ortaya çıktığında, artık bununla baş edilemeyince bu sefer ucuz bir yolla bu
açıklamaları yapanları sapkın olmakla itham ediyorlar. Ama o metinler orada
asırlardır duruyordu. Şimdi bunlar sadece dile getirmiş oldular. O zaman hem bunu
dile getirenlerin dine bakış açısını, zihniyetini hem de okuma biçimimizi
masaya yatırmamız gerekiyor.
Son
zamanlarda giderek artan ama yıllardır devam eden bu açıklamalarla ilgili
olarak sonunda Cumhurbaşkanı Erdoğan da tepkisini ifade etti ve 8 Mart Dünya
Emekçi Kadınlar gününde de bu açıklamaları yapanları eleştirerek "Anlamak
mümkün değil. Yani bunlar ya bu asırda yaşamıyorlar çok farklı bir dünyada,
zamanda yaşıyorlar. Çünkü İslam'ın güncellenmesi gerektiğini bilmeyecek kadar
da aciz bunlar. İslam'ın hükümlerinin güncellenmesi vardır. Siz İslam'ı 14-15
asır öncesi hükümleriyle kalkıp bütün de uygulayamazsınız" dedi.
Cumhurbaşkanının bu ifadesini ilk duyduğunuz da şaşırdınız mı, ne düşündünüz?
Ben ilk duyduğumda şaşırdım, hakikaten
şaşırdım. Çünkü Sayın Cumhurbaşkanının dini düşünce biçimine dair önceden bir
kanaatim vardı. Fakat bu söylem biçimi benim için gerçekten sürpriz oldu. Yani
siz İslam'ın 14 asır, 15 asır hükümlerini bugün ayni ile uygulayamazsınız
ifadesi çok çarpıcı bir ifade. 14 asır, 15 asır öncesi hüküm demek Kuran'daki
bazı hükümler demek. Çünkü tarihsel olarak oraya denk düşüyor. Sünnetteki
hükümler de.
Bu şu demek bugün günümüzde tarihselcilik falan diye tartışılan
son derece netameli, tehlikeli sayılan dini düşünce söylemine yakın bir
düşünceyi dile getirmiş görünüyor. Ama muhtemelen benim gibi sayısız insan
için, dindar camiada sürpriz oldu ki, cumhurbaşkanının sözünü birçokları tevil
etmeye çalıştılar. Dediler ki "Yok o temel kurucu dini metinlerdeki
hükümler değil, İslam âlimlerinin ürettikleri görüşler, içtihatlar onlar
güncellenmelidir", yani "Dini metinlere ilişkin yorumlar, metinler,
bakış açıları güncellenmelidir" dediler. Ama nihayetinde sonuç aynı yere
çıkıyor.
Hadise şu, Kuran-ı Kerim'de dönemin reel, olgusal bir sorunu olarak
diyelim ki, bir savaş hukuku var, o dönemin bütün İslam devletlerinde olduğu
gibi Roma devletinde de mevcut olan savaş hukukunun bir parçası sayılan ganimet
hukuku var, esir alma hukuku var, cariyelik hukuku var, kölelik hukuku var.
Bunlar Kuran-ı Kerim'in ayetlerinde de var. Şimdi bu ayetleri 2018'in
dünyasında savaş hukuku bağlamında, aynıyla uygulamaya kalktığınızda ortaya
çıkacak sonuçlardan birisi DAİŞ'in veya cihatçı selefi örgütlerin kuran-ı
okuma, anlama ve uygulama biçimine doğru gider.
Sayın Cumhurbaşkanı böyle bir
algılamanın, böyle bir algılayışın, böyle bir Kuran-ın yorumunun bugün
olamayacağını, dolayısıyla bu gibi konularla ilgili ayetlerin yeniden
yorumlanması ve çağın gerçeklerine uygun, uygulanabilir, olması gereken şekilde
bir yoruma kavuşturulmasını söylüyor. Sen de ki, "Efendim bu reform değil,
şu değil, bu değil" ben orada bir kelime oyunu seziyorum reform desen ne
olur, demesen ne olur. Reform demek…
Reform
kelimesi ürkütüyor mu?
Evet ürkütüyor yani bizim İslamcı entelektüel
kesimin kelime takıntılarını ve kelimelere bir takım kişilikler, kimlikler,
künyeler, tarihsel aidiyetler yükleyerek böyle alerjiler oluşturmasını da
bugüne kadar pek anlayamadım. Peki reform demiyelim de tecdid diyelim. Ne
değişti. Tecdid daha tehlikeli bir kelime, yenileme. Reform deme, renovasyon
de, restorasyon de. Ne dersen de bence en iyisi, reformdur; yeniden bir şekil,
biçim kazandırmak. Tecdid daha iddialı bir kelime yenileme. Ama tecdid bizden
çıktığı için tercih ediliyor. Reform dediğinizde de batıdaki aydınlanma,
kiliseyle hesaplaşma, orayla bir aidiyet kurduğu için oradan tarihsel bir
alerji gelişmiş, kelimeyi böyle şeytanlaştırmışlar.
İlk
açıklamanın ertesi günü Cumhurbaşkanı Erdoğan, "Biz dinde reform
aramıyoruz. Böyle bir derdimiz de yok. Haddimize mi? Asla" dedi ve
herkesin dinle ilgili konuşmaması gerektiğini bunun İslama zarar verdiğini
söyledi. Bu açıklamasını geri adım olarak değerlendirenler oldu. Siz nasıl
değerlendirdiniz? Bu bir geri adım mı?
Dinde reform aramıyoruz cümlesi şu, Sayın
Cumhurbaşkanı, islam dediğimiz din bu haliyle kabul edilemez, bunun üzerine bir
çarpı atalım, yeni bir din üretelim gibi bir maksadımız, öyle bir amacımız,
öyle bir söylemimiz, öyle bir muradımız yoktu demeye getirdi. Dolayısıyla
burada öyle bir saptırmanın, bir yanlış yorumlamanın önüne geçmeye çalıştı.
Yani demek istiyor ki, eğer benim söylediğim sözün maksadını aştığı algısı
varsa, öyle algılamayın. Buradaki reform kelimesindeki amacı şu, "İslam'ı
lağvedelim, yeniden bir alternatif İslam üretelim gibi bir iddianın peşinde
değiliz" demeye getirdi. Ve oradan içtihatların güncellenmesi, yorumların
güncellenmesine geldi. Bu her halükarda tecdid demektir, islah demektir. 19.
yüzyıl, 20. yüzyılın başlarından itibaren İslam dünyasında böyle bir hareket de
güçlü bir damar olarak hep varlığını sürdürmüştür.
Ben geri adım olarak değil de belki ilk gün
söylediği cümlenin biraz daha üzerinde tasarlanmış, düşünülmüş, toplumsal
algıdaki marjları yeniden gözden geçirilerek, yeniden organize edilmiş versiyon
olarak düşünüyorum. Yani ilk günkü sözü toplumsal algıda biraz sarsıntı
yarattı. Onu biraz daha konsantre ve biraz daha organize edilmiş hale getirdi.
Peki
bu fıkıh kitapları fetvalar neden hep kadın, cinsellik ve cinsel hayatın
düzenlenmesi içerikli?
Bakın biraz Freudçu gibi görebilirsiniz ama
birkaç şey söyleyeceğim sami gelenekteki dini yapılar ve kalıplar ataerkildir.
Bu Yahudilik'te de böyledir, Hristiyanlık'ta da. Orta Çağ'da batıda kadınların
insan olup olmadığı, ruhunun olup olmadığının uzun yıllar kiliselerde tartışıldığını
biliyoruz. Bizim gelenekte de bu böyledir.
İkincisi erkek dediğimiz varlığın kendi
iktidarını, daimi nüfuzunu koruma refleksidir, iktidarını paylaşmak istememe
halidir. Eşi de olsa, hayat arkadaşı da olsa ona karşı siyaset yapıyor, din cihazını
kullanarak, onu sürekli olarak hegomanyası altında tutmanın başlıca yollarından
biridir bu. Dini söylem üzerinden kadını ötekileştirmek, kategori dışında
bırakmak…
Üçüncüsü peki niçin ahlak, ahlaksızlık
toplumdaki dini erozyon, sürekli ticarette rüşvetten, şuradan buradan değil de
alış verişten, komşuluk ilişkisinden, toplumsal adab-ı muaşeretten değil de,
hep kadın bedeni üzerinden yapılıyor. Dini kitaplarda, fıkıh kitaplarında biraz
tasavvufun da etkisi var herhalde. Tasavvuf biliyorsunuz dünyaya karşı perhizi
öneren bir dini düşünce tarzıdır. Perhiz nedir? Dünyanın lezzetli şeylerine,
zevk veren, insanı eğlendiren, mutlu eden, nimetlerine karşı perhiz geliştirmek
ve kendini daha uhrevi hale getirmek ve insanın kendi hamlıklarını yontması,
insanın kendini ehlileştirmesi.
Bunun da başında evlenmeme kadına karşı
mesafeli olma işte cinsel ihtiyaçlarını erteleme fakat insanın fıtri, doğal bir
yapısı var. Bu normalde bir ihtiyaç yemek gibi, içmek gibi. Siz bunu haram,
haram, haram, yasak, yasak, yasak üzerinden, sürekli bastır, bastır, bastır ama
bastırırken de çok ilginç paradoksal da bir durum var hem bastırıyorsunuz hem
de sürekli hatırlatıyorsunuz. Yani o yasaktır diyorsunuz ama yasağı da bütün
kışkırtıcılığıyla nasıl yasak olduğunu anlatırken ballandırarak anlatıyorsunuz.
Aklında olmayanın aklına düşüyorsunuz, ondan sonra kendini zapt et diyorsunuz.
Burada patolojik bir durum ortaya çıkıyor. Bir hanımefendinin belediye
otobüsünde oturduğu koltuğa siz oturur da, onun koltukta bıraktığı sıcaklığı hissederseniz
zina etmiş olursunuz diye bir fetva ürettiğinizde, belki yorgunluktan
ayaklarına kara sular inmiş bir adam, bir hanımefendinin kalktığı yere
otururken "Oh şükürler olsun, bir yer buldum" diyecekken, "Acaba
ben zina ettim mi?" moduna geçiyor ve kendini hakikaten psikolojik,
patolojik bir halin içine düşüyor. Yani demek istediğim şu; bastırılmış cinsel
duyguların negatif dürtülenme yoluyla insanların aklına düşürülmesi, o
açlıklarının dillerini de vurması da var bunda.
İlahiyatçıların
bu tür açıklamalarının insanları dinden soğuttuğunu düşünüyor musunuz?
Düşünüyorum, son zamanlarda deizmin yaygın
bir trend haline geldiği yönündeki tespit ve gözlemlerin bununla ilgisi olduğu
görüşündeyim. İnsanlar belli ki bu tür çirkinlikler karşısında eğer kurumsal
din buysa, ben öyle bir yapının içerisinde yokum diyerek, tepkisini sessizden
ve derinden dip dalga gibi koyuyor.
Kendini böyle kurumsal olmayan daha insani,
daha vicdani bir dini tasavvufi düşüncenin içine atarak selamette olmayı bir
hal çaresi gibi düşünüyor. Yani o gittiği yerin Deizim olduğunu tasarlayarak,
planlayarak, okuyarak, "Deizmi teizmle karşılaştırdım, bunun daha makul,
daha tutarlı olduğuna karar verdim" diyerek gitmiyor. Bu yaşananlara, bu
çirkinliklere tepki koymasının sessiz, derinden işleyişinin sonucu vardığı yer
oluyor. Ateizme de sıçrayamıyor çünkü ona da cesaret edemiyor. Kültürel
aidiyetleri, mahalle ortamları, baskıları vesaire o kadar radikal bir sıçrama
yapmaya izin vermiyor. Bir ara durak olarak deizme savruluyor gibi görünüyor. Ben
bu yaşananların etkili olduğu kanaati taşıyorum.
Siz
de şahit oluyor musunuz bu deizme kayışlara?
Ben şahit oluyorum bu kayışa, çok da mail
de alıyorum bu konuda. "Hocam beni ifşa etmeyin, ismimi kimseye vermeyin
ama böyle bir hal içindeyim" diye paylaşanlar var.
Bu gidişat şöyle;
kurumsal müesses yapısı itibari ile din göçüyor gibi görünüyor şu anda. Ve işin
daha kötüsü dinin bizatihi kendisinin vaat ettiği iyiliklerin, güzelliklerin de
artık bu yıkımla, bu çöküşle birlikte o değerlerinin de maalesef gömüleceği
korkusu taşıyorum. Yani giderken siz kendi ürettiğiniz çirkinliğinizle
gitmeyeceksiniz, dine refere etmenizden dolayı söyledikleriniz, dini de
beraberinizde götüreceksiniz.
Oysa din bu toprakların kimyasıdır, mayasıdır,
çimento unsurlarından, asli unsurlarından birisidir. Din dediğiniz şey,
iyiliğin çoğaltılması, huzur ve dinginliğin arttırılmasına yönelik temel fayda
sağlamaya çalışır. Oysa şimdi bir kavganın, dövüşün, çekişmenin, kuru
gürültünün, birbirini dışlamanın, yaftalamanın, kamplaşmanın ve aynı zamanda
dünyevi nüfuz arayışlarının veyahut kariyer basamaklarını tırmanmanın
akreditasyon belgesi gibi kullanılıyor.
Cemaat kimlikleri var, grup kimlikleri
var. Biliyorsunuz FETÖ vakasında yaşadık. Din bir dizi kötülüğün manipülasyon
aracı haline dönüşmüş durumda. Dolayısıyla dinle ilişkileri gayet masum,
sıradan, informal bir çok insanın bu olan bitenden rahatsızlık duyduğunu ve bu
rahatsızlıktan dolayı da bu kurumsal dini yapılara ve dini gruplara, cemaatlere
karşı ciddi bir tepki duyduğunu biliyoruz. Hatta tiksinti düzeyinde tepki
koyuyorlar. Şu anda sessizden yürüse de toplumdaki ciddi bir kesimin dinden
soğuduğunu, dinle arasına mesafe koymaya başladığını çıplak gözle bile gözlem
yapsanız fark edebilirsiniz diye düşünüyorum. Bunun maliyeti, bunun günahı,
bedeli az çok hepimize yazar. Bunun içinde ben de dahilim. Bunun sorumluluğu
hepimizin üstündedir.
Kaynak: Elif Ilgaz'la Aklıma Takılan © Sputnik - 23 Mart 2018
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder