Bu
yazıyı geçen hafta yazmayı planlamıştım; fakat Sayın Cumhurbaşkanı’nın
“İslam’ın güncellenmesi”ne dair beyanları üzerine bir hafta ertelemek
durumunda kaldım. İmdi, burada“güncelleme” meselesinden bağımsız olarak,
Süleyman Hayri Bolay Hoca’nın “Nevzuhur Bazı İlahiyatçı Sahte Tanrılar”
(27 Şubat 2018, Yeni Şafak) başlıklı yazısındaki yersiz/gereksiz
eleştirilerine birazcık satirik bir eleştiriyle mukabelede bulunmak
istiyorum. Hoca mezkûr yazısında, “Tarihsici profların bir kısmı Kur’an
ayetlerinin %90’ının çağımızda geçersiz olduğunu, dolayısıyla metinden
çıkarılması gerektiğini ileri sürüyor” gibi çok büyük bir ithamda
bulunuyor. Özellikle “%90”lık oran belirlemesinin hangi veriye
dayandığını bilmesek de Hoca’nın tarihsellik ve tarihselcilik gibi
kavramları “paşa gönül kriterleri”ne göre içeriklendirdiği kuşku
götürmüyor.
***
Sayın Bolay kıdemli
felsefe hocasından öte, sıradan bir “Haşvî”nin analoji kurma becerisine
mütenasip ifadelerle “tarihsici profları” şöyle eleştiriyor: “Bazıları
da Kur’an’da mü’minler için bildirilen eşsiz köşkler meyanında
kullanılan ‘çadır’ kelimesine takılıyor. Efendim Araplar, çölde hep
çadırlarda yaşadığı için Arapların Müslüman olmasında kullanmak üzere
böyle çadırlardan bahsedilmiş... Ey gâfiller güruhu! Çadır
sadece çöldeki Araplarda mı kullanılır? Orta Asya’da, Sibirya’da, Güney
ve Kuzey Amerika’da, dünyanın her tarafında çadır kullanılmıyor mu?
Onlar neden Müslüman olmamış? Sonra çölde kullanılan çadır ile Sultan
Süleyman Han’ın Otağ’ı bir mi?”
Bolay Hoca -bildiğimiz
kadarıyla- İmam el-Mâtüridî’yi çok sever. Bu yüzden, kendisine İmam
el-Mâtüridî’nin Te’vîlât’ından bir pasaj nakletmek istiyoruz. Mâtüridî,
cennet ehlinin altın bilezikler ve incilerle süslenip ipek elbiseler
giyeceklerini bildiren Fâtır 35/33. ayetle ilgili olarak şöyle diyor:
“Ayette, altın ve inciyle süslenip ipek elbise giymekten söz edilmiştir.
Oysa erkekler -muhtemelen Türk erkeklerini kastediyor [bu ara cümle
bize aittir]- bu dünyada söz konusu nesnelerle süslenmekten
hazzetmedikleri gibi ipek elbise giymeyi de sevmezler. Ama gelin görün
ki Araplar bunları pek severler. Bu yüzden, cennetle ilgili vaat ve
teşvik onların sevdiği takılar ve ipek elbise gibi şeylerle formüle
edilmiştir. Cennetteki çadırlar, kubbe şeklindeki yapılar ve odalar gibi
şeyler için de bu tespit geçerlidir. Çadır gibi eşyalar ancak zaruri
durumda, yolculuk sırasında veya iskâna uygun ev bulunmadığı yahut yer
darlığı söz konusu olduğu zamanlarda kullanılır. Aksi halde kullanılmaz.
Fakat Arap toplumu çadırda yaşamayı sevdiği ve buna değer atfettiği
için, cennette çadırlardan söz edilmiştir...”
Tarihsellik
konusundaki görüşlerimizi hamakat ehlinin dahi kolayca anlayabileceği
şekilde dillendirmemize rağmen özellikle kendi camiamıza meram anlatmayı
bir türlü başaramadık. Daha açıkçası, “Bizim görüşlerimize fikrî nesep
tayin etmek için ikide bir Hegel Megel, Popper Mopper demeye artık bir
son verin, sözde tarihselcilik eleştirisi adına Batılı düşünürlerden
amatörce alıntılar yapmaktan vazgeçin” dememize rağmen bu bizim camiada
“Îcî, Teftazânî” der demez, “Hegel, Kant, Heidegger” deme ihtiyacı da
hisseden pek entelektüel anti-tarihselcilerimizi bu kötü huydan
vazgeçiremedik. Gerçekte tarihselcilik, “Kur’an ahkâmına karşı
alternatif hükümler kurma, Kur’an’ın anlam ve değer dünyasına isyan
bayrağı açıp karşı devrim oluşturma teşebbüsü değil, sadece ve sadece
Kur’an’ın bazı beyanlarıyla içinde bulunduğumuz dünyanın gerçekliği
arasındaki mesafe hakkında yalın bir tespitte bulunmak ya da her
birimizin bilfiil yaşadığı sosyolojik gerçekliğe ad koymaktan ibarettir”
dedik ama maalesef bizimkilere laf anlatmayı bir türlü beceremedik.
***
Öte yandan,
“tarihsellik/tarihselcilik konusunda samimi eleştiri yapmak gibi bir
niyetiniz varsa, o zaman gidin, öncelikle, bütün bir İslam tarihi
boyunca tefsir ve fıkıh ulemasının hemen hepsi tarafından benimsenen
klasik nesh nazariyesiyle hesaplaşın… Şayet “Neshi Allah caiz kıldı”
diyen bir akıldâne çıkarsa, o akıldâneye, ‘Peki, o zaman, hangi ayetin
hangi ayetle nesh edildiği hususunda niçin her kafadan ayrı bir ses
çıkmış?’ diye karşılık verin” tarzında çok basit ve sarih şeyler de
söyledik ama nafile... Sonuç olarak, ta 1990’lı yıllardan beri,
“Tarihselciliğin sorunu, nihayetinde Kur’an’ı Allah’ın bir buyruğu gibi
alıp ona tabi olmak yerine, onu bir metin olarak pasifize ederek geçerli
tarih ve zaman algısı içinden insanın heva ve heveslerine tabi
tutmaktır” gibi teranelerin biteviye tekrarlanmasından -vallahi- ikrah
ettik.
Devamı haftaya…
Prof. Dr. Mustafa Öztürk - 17 Mart 2018
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder