İhtimal
ki birçok okuyucu yazının başlığını görür görmez, “Yine mi din, vallahi
bıktık usandık; din, din, din… Siz dinden başka bir şey bilmez
misiniz?” diyerek bu yazıya peşinen tepki koyacaktır. Bu muhtemel
tepkinin başlıca sebeplerinden biri, toplumun epey zamandan beri
özellikle kadın eksenli ve cinsiyetçi dinî retorik bombardımanına maruz
kalması ve bu yüzden son zamanlarda “din yorgunluğu” diye tabir edilen
bir travmatik durumun ortaya çıkmış olmasıdır. Dolayısıyla yazının böyle
bir gerekçeyle peşin tepkiye konu olması karşısında söyleyecek fazla
bir sözüm yoktur. Ancak bu yazının, tabir caizse “din ile yatıp din ile
kalkan ve fakat dinin telkin ettiği insani/ahlaki değerlerden pek
nasiplenmemeye yeminli gibi davranan zevatın -ki bu arada bilindik vaaz
ve vaiz üslubunca “siz” diliyle konuşmak yerine “biz” dilini kullanmayı
yeğliyorum, dolayısıyla kendi şahsımı da söz konusu “zevat”ın zümresine
dâhil ediyorum- dikkatine” gibi bir maksatla yazıldığını da belirtmem
gerekir.
***
Yazının başlığına,
“Allah’ın ahlakı da ne demek?” diye tepki koyacak sözde entelektüel
kimseler de çıkacaktır. Nitekim geçmişte, İlhami Güler Hoca’nın
“Allah’ın Ahlâkîliği Sorunu” başlıklı eseri yayımlandığında, birçok
İlahiyat akademisyenin daha kitabın kapağını bile açmadan ve kitabın
hangi soruna parmak bastığını hiç umursamadan, “Niye Allah demedin de
Tanrı dedin…” şeklindeki bilindik itirazdaki sığlıktan hallice
denebilecek bir sığlıkla ortalığı velveleye verip bir kaşık suda fırtına
kopardıkları hatırlandığında, bu yazının başlığını fırsat bilecek
birçok “örgütlü dindar”ın Cimer-Bimer başvurusu için yeniden kolları
sıvayacak olması da kuvvetle muhtemeldir.
Her neyse, “Allah’ın
ahlakı” tabiri İslâmî kaynaklarda Kelâbâzî, Gazâlî ve İsmail Hakkı
Bursevî gibi meşhur mutasavvıflar ile Fahreddîn er-Râzî ve Nizâmüddîn
en-Nîsâbûrî gibi müfessirler tarafından hadis olarak nakledilen
“Allah’ın ahlakıyla ahlaklanın” (tehallâkû bi-ahlâkillâh) mealindeki
rivayete dayanır. Bu rivayet klasik-sistematik Selefîliğin babası İbn
Teymiyye ve öğrencisi İbn Kayyim el-Cevziyye tarafından “uydurma hadis”
kapsamında değerlendirilir ve “Allah insan mı ki ahlakı olsun?!” diye
özetlenebilecek bir gerekçeye istinaden oldukça sığ ve sathî bir
mantıkla eleştirilir. Ancak bu eleştiri mantığı esas alındığında, birçok
ilâhî isim ve sıfatla ilgili olarak, sözgelimi “Allah insan mı ki
teşekkür etsin ya da şükranla karşılık versin (şekûr)” veyahut “Allah
insan mı ki çok sevsin (vedûd) veya öfkelenip beddua etsin (gazab ve
lanet)” gibi itirazlar da gündeme gelebilir. Kısacası, söz konusu
rivayet sübut/senet açısından kritik edilebilir ve hadis olmadığı
söylenebilir; fakat muhtevaya yönelik itirazlar yersiz görünmektedir.
Kaldı ki Allah’ın eli (yedullah), gülmesi (dahik/dahk), gelmesi
(ityan-meci), yeryüzüne inmesi (nüzul) gibi haberî sıfatlarla ilgili
birçok ayet ve hadisi yorumsuz anlamak gerektiğini savunan İbn Teymiyye
ve İbn Kayyim’in “Allah’ın ahlakı” konusunda bu denli huysuzlanmaları
pek ironiktir.
***
“Allah’ın ahlakıyla ahlaklanmak” ne
demektir? Fahreddîn er-Râzî bu meseleyi hikmet kavramıyla
ilişkilendirerek “Allah’ın ahlakıyla ahlaklanma” tabirini hikmet sahibi
olmak, yani hem söz hem fiilde doğruyu yakalamak ve her zaman
tutarlı/ilkeli olma hususunda Allah’ın hakîm sıfatını örnek almak diye
açıklamıştır. Mutasavvıflar ise konuyu dindarlık tecrübesinde iyilik,
lütuf, ihsan, rahmet, şefkat, hilm, af, mağfiret gibi ilâhî sıfatları
örnek alma ve dindarlığı derin ahlaki tecrübe olarak yaşama çabasına
bağlamışlardır. Ancak Mâlikî fakih İbnü’l-Hâc el-Abderî Allah’ın
ahlakıyla ahlaklanma konusuna çok farklı bir zaviyeden bakmış ve konuyu
“İlim ehli (âlim) kendisine eza/cefa edenlerden dolayı sızlanmamalı”
şeklindeki ilginç bir başlık altında ele almıştır. Buna göre ilim ehli
kendisine eziyet edenlerin eza ve cefalarından yakınmayı bırakıp nefsini
hep rıza (hoşnutluk) hâlinde tutmaya, eza/cefa edenlere affedici ve
hoşgörülü davranarak engin gönüllülükten ayrılmamaya çalışmalıdır.
İyilik, af, mağfiret gibi değerler Allah’ın ahlakındandır. Allah
kendisini Rab/İlah olarak tanımayan ve sayısız ihsanına nankörlükle
mukabelede bulunan sayısız insana rağmen yine Ekrem, yine Rezzâk, yine
Rahmân’dır.
Prof. Dr. Mustafa Öztürk - 2 Haziran 2018
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder