Türkiye
Günlüğü, Mustafa Çalık ismiyle özdeşleşmiş üç aylık fikir ve kültür
dergisinin adı. Yayın çizgisi, fikrî temsil kabiliyeti ve daha birçok
yönüyle kalbur üstü bir dergi. Türkiye’deki süreli yayın kültüründe pek
rastlamadığımız türden bir istikrar ve devamlılığın adresi olması
bakımından da çok kıymetli… Bu derginin sahibi ve genel yayın müdürü
değerli dost Dost Mustafa Çalık geçen haftalarda sağlık sorunuyla ilgili
ciddi bir operasyon geçirdi; şimdilerde nekahet hâlinde… Cenâb-ı
Hak’tan kendisine acil şifalar diliyor ve en kısa zamanda Türkiye
Günlüğü’ndeki o coşkulu başyazılarına kaldığı yerden devam etmesi için
dua ediyorum. Bu vesileyle Türkiye Günlüğü Dergisi’nin Orta-Doğu…
Siyasetin Akâide, Akâidin Saltanata, Düşüncenin Keramete, Cinayetin
İbadete İnkılabı…” konulu son sayısında (Sayı: 134, Bahar 2018)
yayımlanan “İslam Düşünce Tarihinde Siyasetin Akâide Evriliş Hikâyeleri”
başlıklı yazımdan birkaç pasaj aktarmak istiyorum.
***
Müesses İslam tarihi
Hz. Peygamber’in vefat ettiği günden itibaren neredeyse on beş asır
boyunca sayısız siyasi niza, kavga ve hesaplaşmaya sahne olan dramatik
bir tarihtir. Başka bir ifadeyle, İslam tarihi özellikle ilk asırlar
itibariyle büyük krizler tarihidir. O kadar çok kriz hikâyemiz var ki
anlatmakla bitmez… Ama sadece birkaç esaslı kriz hikâyemizi muhtasaran
anlattığımızda, din ve akâid diye bildiğimiz muhtevanın bile önemli
ölçüde siyasetten ibaret olduğu gerçeği kendini ifşa eder. Böylece, bin
bir çeşit kutsî menkıbeyle bezeli ilk altın çağların mistik havası
kaybolur gider. Derken, ruhumuza derin bir acı siner. Uzun lafın kısası,
dinî alanda fazla bilgi rahatsız eder; “kocakarı imanı”nından fazlaca
bir şey bilmemek ise gayet keyifli bir zihin konforu ve mutluluk
bahşeder.
Bu girizgâhta İslam
tarihinin serencamına dair hayli karamsar bir tablo çizdiğim
söylenebilir. Hatta insani ve ahlâkî değerler açısından sayısız
güzellikler, faziletler ve numune-i imtisaller de içeren koskoca bir
tarihi tek kalemde kavga gürültü tarihine indirgediğim ileri
sürülebilir. Düşünce tarihine ilişkin araştırmalardaki bilgi, görüş ve
değerlendirmeler hemen her zaman genellemecilik ve indirgemecilik gibi
sorunlardan az çok nasiplenir. Hâliyle, bizim bu yazıdaki bazı
değerlendirmelerimiz de indirgemecilikle muallel görülebilir. Bu
minvaldeki eleştirilerin kısmî haklılık payını teslim etmekle birlikte
bütün bir İslam tarihi boyunca kurumsal dinî nizama şekil veren kritik
hadiselerin dinî olmaktan ziyade, çok büyük ölçüde siyasi rekabetler ve
husumetlere dayandığı iddiasından vazgeçmem pek mümkün değildir. Bu
vesileyle, on beş asırlık bir tarihi sanık sandalyesine oturtup siygaya
çekmek gibi bir hadsizliğe soyunmadığımı da özellikle belirtmem gerekir.
İslam düşünce
tarihinde siyasetin akâide evriliş sürecine dair dört büyük hikâyeden
söz edilebilir. İlk hikâye, Hz. Peygamber vefat eder etmez başlayan ve
tarihsel süreçte Şiilik ve Sünnîlik diye bilinen büyük yarılmaya da
zahirî sebep oluşturan hilafet/imamet tartışmasıdır. Bu tartışma önce
Şia tarafından kelam ve akâid kitaplarında bir inanç esası olarak ele
alındı; İmam Eş’ârî’den itibaren de Sünnîlik bu yaklaşıma misliyle
mukabelede bulundu. Böylece siyasetten devşirilmiş bir itikad bahsimiz
oldu. İkinci hikâye Cemel ve Sıffin vakalarıdır. Basbayağı siyasi
iktidar kavgasından patlak veren ve binlerce müslümanın kanının
dökülmesiyle neticelenen bu iki trajik vaka İslam’ın ilk asırlarından
bugüne kadar tartışılan ve günümüz İlahiyat müfredatındaki kelam
derslerinin de ana muhtevasını oluşturan mürtekib-i kebire meselesi,
iman-küfür sınırı, tekfir problemi, kulların fiilleri gibi tüm çetrefil
meselelerin birer itikad bahsine dönüşmesine vesile oldu. Yani ilk dönem
müslümanların siyasi niza ve kavgaları bize akâid oldu. Başka bir
ifadeyle, tarihî kökleri İslam öncesine uzanan Hâşimî-Emevi rekabeti
ümmete akâid mirası olarak aktarıldı ve üstelik bu siyasi rekabet
vesilesiyle kuyuya atılan taşı çıkarmak bütün ümmete kaldı. Ama o taşı
kuyudan çıkarma işi henüz başarılamadı.
***
Üçüncü hikâye, Emevi
saltanatı ve kader ideolojisiyle alakalı. Kader taşı Emeviler tarafından
kuyuya atıldı ve fakat bu taş da kuyudan henüz çıkarılamadı. Dördüncü
ve son hikâye ise Halku’l-Kur’an tartışması ve Mihne politikası… Bağdat
Mu’tezile ekolü devlet ve iktidar destekli Halku’l-Kur’an sopasıyla
muhafazakâr gelenekçi ulemayı terbiye etmeye kalkıştı ama başlangıçtaki
özgürlükçü teolojisini inkâr anlamına gelen bu akıl almaz faşizan
tavrının bedelini tarihe gömülmekle ödedi. Mu’tezile bu saçma sapan
Mihne politikası yüzünden yok olmakla kalmadı, o günden bugüne kadar
Ehl-i Hadis ve gelenekçi zihniyetin rövanş alma hırsına da bitmez
tükenmez motivasyon kaynağı oldu.
Bu dört meşhur
hikâyenin dördü de temel sebepler ve saikler itibariyle din ve
diyanetten ziyade, siyasetin eseridir. Aslı ve esası siyasi olan bir
hikâyeyi teolojik zeminde yeniden kurgulamak ve kurmaca hikâyeler
oluşturmak çok zor bir iş değildir. Nitekim bu iş müctehid imamlar
devrinden itibaren Kur’an’ın hemen her meselede hukuk kodu gibi
kullanılmasıyla eşzamanlı olarak gayet başarılı şekilde hayata
geçirilmiştir. Ama artık bugün, “Din nedir?” ya da “Din diye
öğrendiğimiz şeylerin ne kadarı gerçekten dindir?” gibi esaslı soruların
tartışmaya açılması ve bu konuya ciddi biçimde kafa yorulması gerekir.
Aksi halde, selefin siyasetini akâid zannetme geleneğini ilelebet
sürdürmemiz kaçınılmaz olduğu gibi, klasik İslam teolojisinin deizm ve
ateizm gibi furyalar karşısında tutunamayacak olması da mukadderdir.
Prof. Dr. Mustafa Öztürk - 23 Haziran 2018
Kaynak: http://www.karar.com/yazarlar/mustafa-ozturk/turkiye-gunlugu-ortadogu-ve-siyasetin-akaide-inkilabi-7307
Kaynak: http://www.karar.com/yazarlar/mustafa-ozturk/turkiye-gunlugu-ortadogu-ve-siyasetin-akaide-inkilabi-7307
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder