İnsan
hayatında mutlu zamanlar azdır. Hayat insanın çehresine çok kere küçük
tebessümler kondurur; ardından bunun karşılığını bitmez tükenmez
meşakkatler olarak geri alır. Âşık Veysel’in, “Dünyada tükenmez murat
varımış, ne alanı gördüm ne murat gördüm, meşakkatin adını murat
koymuşlar…” şeklindeki muhteşem sözleri tam da bu durumu anlatır. Genel
hayat bilançosu, Bedri Rahmi’nin bir tür şathiye tarzındaki, “Bir can
verdi bize bin alır; gideriz gözümüz arkada kalır” dizelerini
hatırlatır. Hayat macerasındaki nadir mutluluklardan biri, beklenmedik
bir zaman ve mekânda karşılaştığınız bir insanı derinden sevdiğinizi
fark ettiğiniz ve hayatınıza anlam kattığını hissettiğiniz zamanlardır.
Sevgilerin eriyip dostlukların tükendiğini, zihninizin ve gönlünüzün
sürekli olarak eski günlerde dolanıp bugüne gelmek istemediğini
hissettiğiniz anlar ise ömür galerisindeki en berbat anılar arasında yer
alır.
***
Hayat hikâyelerine
hemen hiçbir fırtınada yıkılmayan, ömrün son demine kadar bir gıdım
muhabbet kaybına uğramadan varlıklarını koruyan çok değerli dostluklar
sığdırma bahtiyarlığına erişmiş insanlar vardır. Bunlar gıpta edilesi
insanlardır. Zira uzun yıllar boyu böyle kadim dostlukların refakatinde
yaşamak, yolda yürürken kaşıkçı elmasına rastlama ihtimali kadar düşük
olur. Nedendir pek bilinmez, ama hayatta kopmaz dostluk bağları kurmak
ve bu dostlukları sonuna kadar saklayıp korumak hakikaten zordur;
ölümsüz olduğu zannedilen nice dostlukların ansızın tükenip bittiğine
tanık olmak ise çok sıradan bir vakadır. Bunun böyle olması belki de bu
dünyanın aslî kimyasıyla, yani basbayağı yalan dünya olmasıyla
alakalıdır.
Hamdolsun ki ben kırk
yıllık dostlukları yaşatma bahtiyarlığına ermiş kullardanım. Fakat aynı
zamanda ölümsüz görünen kimi dostlukların güneş vurmuş çiy gibi bir anda
eriyip gitmesine şahitlik etmenin acısını da yaşayan insanlardanım.
Şimdi şu yakıcı sorunun cevabını aramaktayım: “Sevgi niçin söner,
dostluk neden tükenir? Bu sorunun cevabı bin bir çeşit olabilir; her bir
insan kendi yaşadıklarına binaen çok farklı hikâyeler anlatabilir.
Kendi payıma söylersem, sevginin eriyip dostluğun tükenmesinde en temel
sebeplerden biri, muhabbette iktisatsızlık, yani sevgide israftır. Hz.
Ali’nin, “Sevdiğin insanı ölçülü sev. Yoksa gün gelir o insandan nefret
edebilirsin; kızıp öfkelendiğin insana da ölçülü kız. Yoksa gün gelir o
insanı sevebilirsin” (ahbib hâbîbeke hevnen mâ asâ en yekûne bağîdake
yevmen mâ ve-ebğız bağîdake hevnen mâ asâ en yekûne habîbeke yevmen mâ)
şeklindeki muhteşem sözü tam da bunu anlatır.
Bitmez tükenmez
sanılan sevgi ve dostluklar kimi zaman öz çıkarlarla çatıştığında eriyip
tükenir. Öz çıkar denen şey insanda çok esaslı bir dürtüdür. İnsan
öncelikle kendi öz çıkarını düşünür. Sevgi ve dostlukla ilgili
beklentiler öz çıkarları karşılamadığında hayal kırıklıkları yaşanmaya
başlar; ardından yılgınlık, bıkkınlık, umutsuzluk ve ruhsuzluk duygusu
insanı sarar. Bu arada sevgi ve dostluk da yavaş yavaş erimeye başlar.
İlk zamanlar sevdiğiniz insanın hoyrat davranışları dahi size pek şirin
görünürken, bu sevginin öz çıkarları karşılanmadığını fark ettiğiniz an
itibariyle o kadim dostunuz ve sevdiğinizin hemen her davranışı size
batmaya, kusurları çoğalmaya başlar. Çünkü gelinen noktada alınan karar,
öz çıkarlar uğruna bu muhabbet ve dostluğun sonlandırılması kararıdır.
İşin içine öz çıkarlar girdiğinde geri dönüş pek mümkün olmaz, “geri
dönüş yok” kararının temyizi de olmaz. Bilakis karar verildiği andan
itibaren bu kararı tahkim edecek birçok delil bulunur, sebepler icat
olunur, bahaneler abartılır ve böylece çekip gitmenin gerekliliği
hususunda vicdan rahatlatılır.
***
Sevgi ve dostluk kimi
zaman sigara alışkanlığı gibi bir hâl alır. Normal şartlarda insanın bu
tür alışkanlıklarından kopması hayli zordur. Ama günün birinde bir grip
veya nezlenin sizi kırk yıllık sigaranızdan nefret ettirmesi de pekâlâ
mümkün olur. Tıpkı bunun gibi gün gelir, hiç beklenmedik bir zuhurat
sebebiyle sevgi ve dostluk ipi birdenbire kopar; artık çare yoktur, geri
dönüş çok zordur. Ölmüş sevgiye, tükenmiş dostluğa suni teneffüslerle
can vermeye çalışmak artık nafile bir uğraştır. Sevgi eridiğinde
içinizde bir şeyler ölür. Hemen hiç kimse böyle bir kaybedişi, bir
zamanlar asla kopmaz sanılan bağın birdenbire kopuvermesini kolay
kaldıramaz. Üstelik hiçbir sevgi ve dostluk kaybı başka bir sevgi ve
dostlukla telafi olunamaz. Çünkü hiçbir sevgi ve dostluk bir diğerinin
yerini tutamaz.
Eriyip giden her
sevgi, tükenip sönen her dostluk yürekte bir yara izi bırakır. Kayıp
çoğu zaman yakıcı bir acı olarak yaşanır. Bu durumda hayat binanızdan
bir parça koptuğunu peşinen kabullenmek kaçınılmazdır. Duygusal göçükten
en az hasarla çıkmanın yolunu aramak lazımdır. Bu gibi hallerde pek çok
insan umuda tutunmaya çalışır. “Şöyle şöyle olursa eski günler geri
gelir, sevgiler ve dostluklar tazelenir” gibi düşüncelerle kendini
avutur. Fakat bunlar ne yazık ki boş avuntulardır. Hatta bunlar acıyı
daha da çoğaltan beyhude umutlardır. Bu gibi hallerde “yola devam” demek
sanki daha akıllıcadır. Kaldı ki insan sanıldığı kadar kolay yıkılmaz,
hayata çok kolay havlu atmaz; evet çok yıpranır, hırpalanır; kimi zaman
düştüğü yerden bir daha kalkamam sanır ama sonunda bir vesileyle yeniden
ayağa kalkmayı başarır. Ne pahasına olursa olsun, düşünce kalkmak,
ayakta kalmayı başarmak ve hayata yeniden tutunmak lazımdır.
Prof. Dr. Mustafa Öztürk - 14 Temmuz 2018
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder