Mehmet
Rauf, “Eylül!” der, “öyle bir ay ki geçen her güzel günü için ona
minnettar olmak gerekir. Eylül, esef ve özlem ayıdır, içine birkaç
günlük kış hücumundan acı düştüğü için, insan o güzel havaların, devamlı
yazın artık geçtiğini anlayıp üzülür, özlem çeker… Nazım Hikmet de
Eylül’ü şöyle tarif eder: Ayrılıkların, aşktan büyük yaşandığı, koca bir
ömürdür Eylül. Yağmurdur, hüzündür, kimse bilmesin isterim, Eylül,
Piraye’dir… Eylül, Nazım Hikmet’ten Cemal Süreya’ya, İlhan Berk’ten
Ataol Behramoğlu’na, Turgut Uyar’dan Hilmi Yavuz’a kadar birçok şair ve
edebiyatçıya ilham veren bir ay, bence ayların en güzelidir. Belki
birçok insan, “Ay aydır, biri diğerinden daha güzel değildir” diye
düşünebilir ve hatta bu düşünce müstehzi biçimde de dillendirilebilir.
Böyle bir durumda, “Keyfimin kâhyası mısın?” sözü etkili bir mukabele
olabilir.
Her neyse, istedim ki bu hafta Eylül’e
dair yazayım, yani bu defa suya sabuna dokunmayan bir yazı yazayım
istedim. Çünkü hem teolojik meselelerin yükünü 7/24 taşımaktan hem de
provokatif eleştirilere polemikçi üslupla mukabelede bulunmaktan hayli
yoruldum. Polemik denen şeyin az çok fayda sağlamak şöyle dursun,
söylediğimiz sözü kıymetten düşürdüğünü bizzat yaşararak görünce bir o
kadar daha yoruldum. Bu yüzden, pamuk gibi bir Eylül yazısı yazarak
zihnimi teneffüse çıkarmak istedim. Şimdi sadede gelelim: Kendimi bildim
bileli Eylül ayını çok severim. Hatta miladi on bir ayın sultanı
Eylül’dür, bile derim. Çocukluk ve gençlik çağlarında yaz aylarını daha
çok severdim; ama bu sevginin tatil ve oyundan başka bir sebebi yoktu;
Okulların açıldığı ay olmasına rağmen ben o yıllarda da yine en çok
Eylül’ü severdim.
***
Herhalde hüznü sevdiğim için Eylül’ü de
sevdim. Bir de yaz mevsiminin hoppalık ve şımarıklığına sakin ve
ağırbaşlı tavırla atılan okkalı bir tokat gibi olduğundan sevdim
Eylül’ü… Yaz mevsimini hem nemli sıcaktan hem de zamanın basbayağı
çarçur edilmesine vesile olmasından dolayı hiç sevmedim. Bilindik tatil
kültürüm çok zayıf olduğu için de sevemedim yaz mevsimini. Bu yüzden hem
tabiatın dinginleştiği hem de insanların sakinleştiği Eylül’ün bir an
önce gelmesini beklerdim. Eylül’de hemen her tarafa yayılan kırtasiye
kokusu güzel bir koku olarak algılanmasa da çoğu insanın adeta yüz metre
yarışında koşar gibi koşuşturduğu yaz aylarının ardından biraz durup
soluklanma ihtiyacı duymasına sahne olduğu için, bu ay bir an önce
gelsin isterdim.
Öte yandan, hüznüne yakalandığım bir ay
olarak yaşadım her Eylül’ü. Ama Eylül’deki hüzün insanı içten içe
ezmekten öte, huzur ve sükûn duygusuyla ruhu okşayan bir hüzündü.
Eylül’de ağaçların yapraklarında parlak sarı, turuncu, kırmızı ve
kahverengi tonlardan oluşan renk cümbüşüyle kendini hissettiren hüzün de
yine aynı hüzündü. Hâlbuki Eylül çoğu insan, özellikle şairler
tarafından ayrılık, esef, özlem, solgunluk, yılgınlık, yorgunluk gibi
hisleri davet eden bir ay olarak algılanırdı. Bu algı Eylül’ün insan
hayatında da sonbahar dönemini hatırlatmasıyla alakalı olmalıydı.
Murathan Mungan’ın “Eylül’e girdim, Eylül’e girdim; her ömrün bir
Eylül’ü vardır... Onca yaşadım... Şimdi bildim” dizeleri de muhtemelen
aynı algının yansımasıydı.
***
Mevsimler ve aylar insan ömründeki farklı
dönemleri hatırlatır. İlkbahar çocukluk, yaz gençlik, sonbahar
olgunluk, kış da ihtiyarlık çağını anıştırır. Eylül sonbahardır; ama adı
üstünde bahardır; yani son da olsa bahardır. İnsan hayatındaki sonbahar
olgunluk çağıdır. Bu çağda saç sakal ağarır, yüzdeki kırışıklıklar hem
çoğalır hem kalınlaşır. Çoğu insan bunları aşınma ve yıpranma olarak
algılar; kuşkusuz beden olgunluk çağında hayli aşınmış ve yıpranmıştır;
fakat insan aynı zamanda güz meyveleri gibi olgunlaşmıştır. Kaldı ki
hayatın sonbaharında ya da ömür takviminin Eylül ayında saçlara düşen
aklar tıpkı bu ayda yaprakların sarı, kırmızı, turuncu renk cümbüşüne
dönüşmesi kadar güzeldir. Saç sakaldaki aklar, yüzdeki kırışıklıklar
pörsüme göstergesi değil, sinn-i kemal alametidir.
Eylül sanki hüzün ile huzurun birbirine
karışıp kaynaştığı bir zaman dilimidir. Bu iki naif duygunun Eylül’de
buluşması hoppa, şımarık ve delişmen yaşantıların hüküm sürdüğü yaz
aylarının sona ermesi, ardından sürur verici bir sakinlik ve dinginlik
hissedilmesiyle ilintili olabilir. Eylül’de hissedilen hüzün aynı
zamanda romantiktir. Eylül’ün sakin ikliminde sevmek ve o sevgiyi
yüreğinizin en derin yerinde hissetmek, herhalde çok güzel bir şeydir.
Aşk genellikle ilkbahar ve yazdan beklenir; ayrılıklar ise çoğu zaman
Eylül’le ilişkilendirilir. Tabiattaki yeşil örtünün Eylül’de sararıp
solmaya başlaması ve tabiatın yılgınlaşmış gibi bir hâl alması ayrılığı
çağrıştırmış olsa gerektir. Fakat Eylül demlenmiş, dinginleşmiş ve dahi
Alpay’ın “Eylül’de Gel” diye terennüm ettiği gibi yaz sebebiyle fetret
dönemine girmiş aşkların tazelendiği zamanlar olarak da görülebilir.
Sözün özü, farz edin ki Eylül’le ilgili bütün bu söylenenler depresif
güzellemeler, melankolik vehimlerdir; fakat en azından atopik cildinin
aşırı tepkileri sebebiyle yaz mevsimindeki vıcık vıcık nemli sıcaktan
hiç hazzetmeyen benim gibi insanlar için Eylül serinlik getirdiği ve
daha rahat nefes alma imkânı verdiği için yine güzeldir. Üstelik sadece
güzel değil, biraz yaz biraz güz olduğu için de hayli narindir.
Prof. Dr. Mustafa Öztürk - 21 Eylül 2019