İki hafta önce Star Açık Görüş’te Cemal Aydın imzasıyla “İyi bir Kur’ân Mealinin Hazırlanması için Goethe’nin Dirilmesi mi Lazım?”
başlıklı ilginç bir makale yayımlandı. Bu makaledeki ana tema ve tez
bizzat yazarın ifadesiyle şuydu: “Ülkemizde 300 civarında mealin
bulunduğu söyleniyor. Bu furyanın asıl sebebi elimizde kolay kolay boy
ölçülemez, takdire şayan, enfes bir Türkçeyle yapılmış bir mealin
olmayışıdır. Bozuk bir Türkçe ile yapılan Diyanet Vakfı’nın meali gibi
bir meali görenler, ‘Ben bundan iyisini yaparım!’ diyerek kaleme
sarılıyorlar. Ortalığı öyle mealler ve öyle mealciler sardı ki hayret
ediyorsunuz. Rahmetli Muhammed Esed bir meal için otuz yıl emek veriyor,
ama bizimkiler çok kısa bir zamanda bir meal yapabiliyorlar! Kimi
Arapça biliyor, fakat Türkçeyi bilmiyor. Ama ne acıdır ki bildiğini
sanıyor! Kimi de hâşâ Allah’ı sözünü bilmez, söyleyeceğin en veciz bir
şekilde anlatamazmış gibi görerek, kalkıyor Yüce Yaradan’ı hâşâ geveze
bir varlığa dönüştürüyor. Edebe aykırı davrandığının farkında bile
değil!”
Uzun yıllardan beri tefsir
sahasında çalışan ve aynı zamanda bir meal çalışması (Mustafa Öztürk,
Kur’an-ı Kerim Meali: Anlam ve Yorum Merkezli Çeviri, Ankara Okulu
Yayınları, Ankara 2014) bulunan bir âdemoğlu olarak, Sayın Aydın’ın
mütedavil meallerle ilgili bu eleştirilerine katılıyorum. Bununla
birlikte Aydın’ın aynı konuyla ilgili bir röportajındaki, “Keşke Kur’an
mealini Nâzım Hikmet veya Hikmet’ten daha üstün biri varsa o yazsaydı”
teklifine ve yine aynı röportajda Türkiye Diyanet Vakfı mealiyle ilgili
olarak dile getirdiği, “Bu meal Allah kelamına, Allah’a saygısızlık;
gerçi bilerek, istenerek yapılan bir saygısızlık değil bu. Lakaytlık,
ilgisizlik, boş vermişlik, üzerine titrememe, ‘ben ne yaptım’ diye
bakmama” şeklindeki tespit ve tenkidi ile kendisinin üç yüz diye
belirttiği mütedavil meallere dair genelleyici eleştirisine iştirak
etmediğimi belirtmek istiyorum.
Estetik asli problem değil
Öncelikle şunun bilinmesi gerekir ki Kur’an meallerinde edebî ve
estetik ziyan, temel problem değildir. Dahası, söz konusu ziyan,
meallerle ilgili birçok problemden sadece birisidir. Mealler konusunda
en temel problem Kur’an ayetlerine aslî manaların hangi ölçüde
yansıtılıp yansıtılamadığı meselesidir. Çünkü biz bugün ısrarla aksini
söylesek de bu ülkedeki sayısız insan temel dinî düşünce ve tasavvurunu
çok kere doğrudan doğruya Kur’an meallerinden hareketle oluşturmakta,
hatta elindeki mealden kimi zaman asırların derin ilmî müktesebatına
dayalı hükümler ve uygulamaları tersyüz edecek sonuçlar çıkarmaktadır.
Bu durum ister istemez birçok kişiyi çağdaş müslümanların ihtiyaç, arzu,
istek ve beklentilerini karşılamaya matuf operasyonel mealler
hazırlamaya sevk etmekte, bunun neticesinde de birçok ayetine çağdaş
anlamlar giydirilmiş “çağdaş Kur’an mealleri” tedavüle girmektedir.
Hâlbuki meal, içine doğduğumuz modern çağın sorunlar ve ihtiyaçları
hakkında Kur’an’ı konuşturma vasıtası değildir. Meal Hz. Peygamber’in
bizzat içinde bulunduğu tarihsel ve toplumsal vasatta Kur’an hitabında
ilk muhatap kitleye ne söylendiğini esas alarak ayetlerdeki ilk anlam ve
içeriği mümkün mertebe ziyansız olarak kendi dilimize aktarma faaliyeti
ve aynı zamanda bu faaliyetin semeresidir. Aslında bu faaliyet tercüme
denen şeyin ta kendisidir. Hâl böyleyken dinî ıstılahımızda tercüme
yerine meal kelimesi tercih edilmiştir. Bu tercihin sebebi Cumhuriyet’in
ilk yıllarında dayatma yoluyla tatbik mevkiine konulmaya çalışılan
radikal modernleşme projesinin din ayağıyla ilgili dramatik bir hikâyeye
sahiptir; dolayısıyla konumuz açısından bahs-i diğerdir.
Kur’an’ı her çağla çağdaş kılmanın yolu meal olmadığı gibi, tefsir de
değildir. Tefsir Kur’an’ın ilk ve aslî anlamını ortaya koymakla ilgili
olup temelde rivayet ve tarihî bilgi malzemesine dayalı bir anlama ve
açıklama faaliyetidir. Müslümanların içinde bulundukları modern zamanla
Kur’an’ı buluşturma ve onun mesajını bugünkü tarihe taşıma faaliyeti
“te’vil” diye isimlendirilir. Çünkü te’vil geleneksel anlam ve kullanım
itibariyle Kur’an’daki aslî anlamı yorumlamanın ismi olup her zaman ve
zeminde ihtiyaç duyabilecek bir faaliyettir; dolayısıyla da ucu açık bir
süreçtir. Ancak te’vil ile tahrif kimi zaman birbirine karışabilmekte
ve bu durum ikisinin birbirinden tefrik/temyiz edilmesini mümkün kılacak
sağlam bir ölçüte ihtiyaç hissettirmektedir. İşte bu ölçüt tefsir
marifetiyle araştırılıp bulunduktan sonra meal olarak ortaya konulan ilk
ve aslî anlamla özdeştir. Bu anlam her yeni yorum için bir röper
noktası olarak da değerlendirilebilir. Sonuç itibariyle denilebilir ki
çağdaş olan ve çağa uyarlanan içerikler tefsir ve mealin kendisi değil,
te’vilin semeresidir. Bu sebeple, çağdaş durumu önceleyen her türlü
operasyonel mealden titizlikle sakınmak gerekir.
İyi bir Kur’an meali için...
Gelgelelim, iyi bir meal için Goethe’nin dirilmesi ve “Keşke Nazım
Hikmet bir meal yazsaydı” temennisine, Nazım Hikmet gibi Türk dilinde
mahir olan birçok şair ve edebiyatçının hazırlayacağı mealin dil ve
üslup estetiği bakımından mütedavil meallere göre çok daha güzel olacağı
söylenebilir. Ancak mesele sadece Türk dilini ustaca kullanmakla ilgili
değildir, hatta mesele Türkçe ve Arapçayı çok iyi bilmekten ibaret de
değildir. İyi bir mealin ortaya çıkması için Türkçe ve Arapçayı üst
düzeyde bilmek ve bu iki dili ustaca kullanabilmek ön şarttır, ama asla
yeterli şart değildir. Bu bağlamda hangi Arapçayı bilmek gerektiği
meselesi de son derece önemlidir. Dil canlı bir organizma gibi sürekli
olarak değişen bir fenomendir; hâliyle iyi bir meal için gerekli olan
Arap dilinin öncelikle ve özellikle Kur’an’ın nazil olduğu vasatta
kullanılan dil olduğu bilinmelidir. Ayrıca dil sadece insanlar arasında
iletişim sağlayan bir araç değil, Heidegger’in ifadesiyle “varlığın
evi”dir. Dilin varlığa mesken olması, o dili kullanan toplumun eşyaya
bakışı, duyuş ve kavrayış tarzı, kısaca bütün dünyası demektir.
Bu açıdan bakıldığında Kur’an diline ilişkin Arabîlik vasfının
lafız-mana ilişkisinden çok daha engin ve derin bir içermeye sahip
olduğu idrak edilir. Kısaca, iyi bir Kur’an meali için dil bağlamında
Hz. Peygamber ve çağdaşlarının Arabî kültür ve geleneklerine vukuf
gereklidir. Aksi halde, mücrimlerin/müşriklerin uhrevi âlemde “gökgözlü”
olarak diriltileceklerini bildiren Tâ-hâ 20/102. ayetteki sembolik ve
semiyotik anlamın Türk diline aktarılması pek mümkün değildir. Aynı
husus Kur’an’daki deyimsel ifadeler için de geçerlidir. Netice
itibariyle, faraza Goethe’nin dirilmesi ya da Nazım Hikmet’in dirilip
meal işine girişmesi iyi bir meale sahip olacağımızı garanti etmez.
Sayın Aydın’ın Türkiye Diyanet Vakfı mealine atıfla, “Bu meal Allah
kelamına, hatta Allah’a saygısızlık” şeklindeki kışkırtıcı eleştirisinde
vurgulanmak istenen dil kusuru meselesini onaylamakla birlikte,
eleştirinin formüle ediliş tarzına katılmadığımı belirtmeliyim. Evet,
Diyanet Vakfı mealinde kuru ve yavan bir Türkçenin hâkim olduğu, hatta
bu yönüyle Kur’an meallerine mahsus diyebileceğimiz ikinci bir Türkçenin
teşekkülüne az çok katkıda bulunduğu söylenebilir. Ancak söz konusu
mealdeki bu kusuru “boş vermişlik, ciddiyetsizlik” gibi sebeplere
bağlamak pek isabetli görünmemektedir. Bize göre bu kusur temelde
Elmalılı Hamdi Yazır ve Hasan Basri Çantay gibi isimlerin öncülük ettiği
harfî/literal tercüme tarzına sadakat anlayışıyla ilgilidir. Klasik ve
modern dönem İslam âlimleri Kur’an metnini harfî olarak eksiksiz biçimde
tercüme etmenin imkânsızlığında hemfikir olmalarına rağmen, birçok meal
çalışmasında adeta imkânsızı mümkün kılmak istercesine harfî tercüme
tarzının benimsenmesindeki ironi, haddi zatında i’câz kavramına
lisânîlikten öte kelâmî (teolojik) bir içerik yüklenmesi, haliyle “zat
ve sıfatlarında dengi ve şeriki bulunmayan Allah’ın mu’ciz kelamının
beşer tarafından eksiksiz çevirisi muhaldir” şeklinde teolojik görünümlü
romantik bir önerme üretilmesi ve bu önermenin zihinlerde kaziyye-i
muhkeme gibi yer etmesi ile ilgilidir. Bunun yanında, mealleri
yavanlaştıran bir diğer önemli faktör, Allah kelamına beşerî yorum katma
endişesidir ki özünde saygı duyulması gereken bu endişe Kur’an’daki her
kelimeyi, hatta her edatı ziyadesiz ve noksansız olarak Türkçeye
aktarmanın dinî bir vecibe olduğu algısını beslemektedir.
Öte yandan, hem Allah kelamına indî kabullerimizle memzuc yorum katma
hususundaki kaygımız, hem de Kur’an’la yazılı bir metin olarak buluşup
tanışmış olmamız, ister istemez onu masa başında bir yazar tarafından
tasarlanıp satırlara dökülmüş bilindik bir kitap gibi algılama ve bu
algıyla meal hazırlama gibi bir sonuç doğurmaktadır. Hâlbuki Kur’an aslî
hüviyetiyle edebî hitap tarzında bir kelamdır. Bu ilahi hitap ve kelam
ilk olarak Hz. Peygamber tarafından canlı ve dinamik bir diyalog
ortamında şifahi olarak jestler, mimikler, tonlamalar ve başka birtakım
vurgularla birlikte tebliğ/tebyin edilmiş, ayrıca birçok ayet doğrudan
doğruya nüzul vasatında hazır bulunan ve orada olup bitenlere tanık olan
insanlara hitaben inmiştir. Bu itibarla, bir mealin “iyi meal” olması
için mutlaka göz önünde bulundurulması gereken hususlardan biri de
Kur’an’ın aslında şifahi bir hitap olma keyfiyetinin göz önüne
alınmasıdır ki bu keyfiyetin ünlemler ve devrik cümleler gibi dilsel
araçlarla belli ölçüde meale yansıtılması pekâlâ mümkündür.
İyi örnekler de var
Bütün bunların yanında Kur’an gibi kutsal bir kitabın çevirisinde
ifadelerin ağır, ağdalı ve okkalı kelimelerle formüle edilmesi gerektiği
yönündeki hâkim anlayış da gözden geçirilmek durumundadır. Ancak bizim
bu ifademiz, gündelik dildeki amiyane tabirlerin Kur’an mealinde
kullanılmasını tecviz ettiğimiz şeklinde anlaşılmamalıdır. Bilakis
mealde kelimeler Kur’an’ın saygınlığına mütenasip biçimde seçilmeli,
sözgelimi “kâle” (dedi) lafzı Allah’a atfen kullanıldığında “buyurdu”,
firavuna atfen kullanıldığında “dedi” şeklinde çevrilmelidir. Mealde
ağır ve ağdalı kelimelerin kullanılmaması gerektiğine ilişkin tespit ve
teklifimiz, Kur’an’ın şanını yüceltmek maksadıyla onun aklımızdan çok
kalbimize seslenen ve derunumuza işleyen çarpıcı beyanlarını kupkuru
kanun metnine benzer ifade kalıplarına dönüştürme riskiyle ilgilidir.
Son olarak, Sayın Aydın’ın, “Türkiye’de bulunduğunu ve iyi olmadığını
söylediğiniz 300 meali okudunuz mu?” sorusuna, “Hayır, ama pek çoğu
zaten birbirinin kopyası. Üç ayda yapılan meal, meal olmaz. Bu işe en az
5-6 senesini harcayan 5 kişi ya vardır, ya yoktur. Bu iş paraya dönmüş”
şeklinde cevap vermesinin maalesef acı bir gerçeğin ifadesi olduğunu
teslim etmek gerekir. Bununla birlikte mütedavil mealler arasında Türkçe
dil ve üslup yönünden ciddi emek harcandığına tanıklık eden iyi
örneklerin de bulunduğu, dolayısıyla “mütedavil meallerden al birini vur
ötekine” tarzında bir eleştirinin genellemeci olduğu belirtilmelidir.
Bu bağlamda, kendi meal çalışmamızın “iyi” denebilecek nitelikte olup
olmadığı kuşkusuz okuyucuların takdirindedir; ama en azından Aydın’ın
Diyanet Vakfı mealindeki dilin edebî ve estetik fakirliğini göstermek
maksadıyla zikrettiği ayet meallerini reklamcılık ithamına maruz kalma
riskine rağmen kendi çalışmamızdan aktarmamız, “genelleme” tespitimizin
gerekçesi hakkında az çok bir fikir verebilir.
Sayın Aydın bahsi geçen yazısında şöyle der: “Sorarım size, şu âyeti
okuyan acaba bir şey anlar mı? “Bir toplum diğer bir toplumdan (sayıca
ve malca) daha çok olduğu için yeminlerinizi, aranızda bir fesat aracı
edinerek ipliğini sağlamca büktükten sonra, çözüp bozan (kadın) gibi
olmayın” Nahl, 16/92. Aynı mealdeki şu ayetin ikinci kısmından ben bir
şey anlamıyorum, acaba sizler ne anlıyorsunuz? “Kıyamet günü mutlaka
gelecektir. Herkes peşine koştuğu şeyin karşılığını bulsun diye
neredeyse onu (kendimden) gizleyeceğim” Tâ-hâ, 20/15. Bu meâlden bir şey
anlıyor musunuz? “İnsanı (yüzyüze geleceği nice) zorluklar içinde
yarattık”, Beled, 90/4. Şu ifade ne kadar kaba ve yavan bir ifade:
“Allah onları herhalde memnun kalacakları bir girilecek yere
sokacaktır”, Hac, 22/59”
Bu pasajda kötü örnek olarak zikredilen ayet meallerinin bizim çalışmamızdaki karşılıkları da şöyledir:
Nahl 16/92: İçinizden bir grubun diğerinden daha güçlü ve nüfuzlu
olması, [dolayısıyla gerek güçlünün baskısı, gerekse kârlı çıkma
düşüncesi] sebebiyle yeminlerinizi aranızda bir aldatma aracı olarak
kullanmayın. İpini kuvvetlice eğirip sardıktan sonra onu bozmaya çalışan
kadının bu [aptalca] durumuna benzer bir duruma düşmeyin.
Taha 20/15: Hiç şüphe yok ki kıyamet günü mutlaka gelip çatacaktır.
Onun vaktini gizli tutmayı diledim, zira herkes dünyada yapıp ettiğinin
karşılığını o gün görsün istedim.
Belde 90/4: Biz insanı zorluk ve sıkıntılarla boğuşabilecek güçte yarattık.
Hac 22/59: Allah onları memnun ve mutlu olacakları bir yere, cennete yerleştirecektir.
Prof. Dr. Mustafa Öztürk
Kaynak: http://haber.star.com.tr/acikgorus/goethenin-dirilmesi-bize-iyi-bir-kuran-meali-bahseder-mi/haber-1014983#.VRf4yjZS5JM.twitter
mealller arasındaki anlam uçurumu ben böyle çevirdim denilerek gizliden devam eden bir enaniyet savaşını gösteriyor. bazı insanların uslübü çok itici geliyor. elbette mazruf önemli ama bir konuyu ele almak isteyen herkes önce zarfa dokunur.
YanıtlaSilÇOK ÖNEMLİ!!! MUTLAKA OKUYUNUZ!!!
YanıtlaSilBu yorumumun yayınlanacağını pek sanmıyorum ama inşaallah yayınlanır ve şayet yayınlanmazsa bile Mustafa hocaya mutlaka ulaştırılsın isterim. Zira amacım hakaret değil bir gerçeği ortaya koymak ve hocamızı uyarmak. Hocam kusura bakmayın ama sizin mealiniz de kopyala-yapıştır meallerden biri! İspatı mı? işte yukarıda verdiğiniz ve bir nevi "benim mealim birçok mealden daha iyi" demeye getirdiğiniz ayetlerden sadece 2 tanesi:
sizin olduğunu iddia ettiğiniz meal:
Nahl 16/92: İçinizden bir grubun diğerinden daha güçlü ve nüfuzlu olması, [dolayısıyla gerek güçlünün baskısı, gerekse kârlı çıkma düşüncesi] sebebiyle yeminlerinizi aranızda bir aldatma aracı olarak kullanmayın. İpini kuvvetlice eğirip sardıktan sonra onu bozmaya çalışan kadının bu [aptalca] durumuna benzer bir duruma düşmeyin.
kopyala yapıştır yaptığınız asıl-kaynak meal:
Nahl 16/92: Bir topluluğun diğerinden daha güçlü olması (gerek güçlülerin baskısı, gerekse kârlı çıkma düşüncesi) sebebiyle yeminlerinizi aranızda bir aldatma aracı olarak kullanmayın. İpliğini kuvvetlice eğirip sardıktan sonra geri çevirip bozan (ahmak) kadın gibi olmayın.
sizin olduğunu iddia ettiğiniz meal:
Hac 22/59: Allah onları memnun ve mutlu olacakları bir yere, cennete yerleştirecektir.
kopyala yapıştır yaptığınız asıl-kaynak meal:
Hac 22/59: Allah onları memnun ve hoşnut olacakları bir yere; cennete yerleştirecektir.
Daha bunun gibi nice ayet aynı böyle kopyala yapıştır. Bu mealiniz resmen başka bir mealin gözden geçirilmiş ve genişletimiş ikinci baskısı görünümde. Tamam başka mealden "istifade" edebilirsiniz ama sizinki istifadeyi geçmiş, büyük oranda "istinsah" olmuş! üstelik bir de burada "benim mealim daha iyi" demeye getiriyorsunuz! Lafı fazla uzatmyayım ama bu konuda çok büyük bir vebal altındasınız. Kopyala yapıştır yaptığınız mealin 3 yazarının 8 yıllık emeğini bu şekilde sömürmeniz çok büyük vebal! Söz konusu meal halk nezdinde neredeyse hiç bilinmiyor olabilir ama inceleyen herkes daha da önemli Allah olan biteni gayet iyi biliyor. O nedenle Allah'tan korkun ve hak sahiplerinin hakkını verin!
NOT: Merak edenler için: Musatafa hocanın yüzlerce ayeti kopyala yapıştır yaptığı asıl-kaynak meal: İzmir ilahiyattan 3 prof hocanın kaleme aldığı YÜCE KURAN - AÇIKLAMALI YORUMLU MEALİ
Saygılarımla
Yorumun yayınlandığına sevindim. Öztürk hocaya da haksızlık etmek istemem. mealinde epey emek vermiş ama mukayeseli bir okuma yapıldığında ciddi oranda kopyacılık olduğu da aşikar. bir iki örnek daha:
YanıtlaSilkıyamet suresi:
yorumlu meal:
16. (Amel defteri eline verilip, "Oku!" denilecek,
2 korku ve şaşkınlıktan okurken dili dolaşacak.
0 zaman denilecek ki ona:) "Amel defterini okurken
telâşla dilini dolaştırıp durma!"3
17. "Bütün yaptıklarını bir araya toplamak ve
onları sana okumak Bizim işimiz."
18. "Biz sana o defterden neyi okumuşsak, bu
okuduklarımızı kabul et."
19. "Sonra (bir itirazın olursa) bil ki, onları tek
tek açıklamak Bize aittir."
öztürk meali:
1 6- 1 9 . [Mazeret bildireyim derken, korku ve dehşetten dili dolaşacak. İşte o zaman
kendisine şöyle denecek] : 'Telaşla dilini dolaştırıp durma. Bütün yaptıklarını
[amel defterinde] toplamak ve şimdi onu sana okumak bizim işimizdir. Amel
defterini sana okuduğumuzda, ondan ne okunduysa kabul et. Şayet [bir itirazın
olursa] bil ki onları açıklamak da bizim işimizdir. "
insan suresi:
yorumlu meal:
1. Gerçek şu ki insanın, kendisinden "insan"
olarak söz edilmeye değer bir varlık halini
alıncaya kadar üzerinden uzun bir zaman geçmiştir.
2. (Ve nihayet üreme safhasına geldiğinde)
Biz insanı katışık bir sudan (döllenmiş yumurtadan)
yarattık
öztürk meali:
1 . Gerçek şu ki kendisinden "insan" olarak
söz edilmeye değer bir varlık haline
gelinceye kadar insanın üzerinden uzun
zaman geçti.
2. [Nihayet üreme safhasına geldiğinde] biz insanı katışık bir sudan yarattık
daha bunun gibi niceleri var. Acaba buradaki kopyacılığı bir ben mi fark edebiliyorum?
Saygılar