Türkiye coğrafyası kadim zamanlardan beri muhtelif medeniyetlere
beşik olmuş bir coğrafyada yer aldığı için dinî inanç ve yaşantı kültürü
bakımından çok renklive desenli bir görünüme sahiptir. Bu yüzden
Türkiye’deki dinî hayata dair yazı yazmak epey meşakkatli bir iştir.
Dahası, Sünnî İslam’ın dahi çok sayıda modern yorumunun mevcut olduğu ve
hemen her yorumun azımsanamayacak sayıda taraftar bulduğu bir ülkedeki
dinî hayatın tüm karelerini çok kısa bir makale dâhilinde resmetmek
muhaldir. Hâliyle Türkiye’deki dinî hayatı coğrafî yerleşim ve insan
temelinde nesnellik oranı görece yüksek kaba tasniflerlebetimlemeye
çalışmak en makul yol gibi gözükmektedir.
Türkiye’deki dinî
hayat teorik düzeyde İslam ortak paydasında birleşmekle birlikte pratik
açıdan çeşitlilik arz eder. Öyle ki ülke sathında dinî inanç ve
pratiklere hayatın her alanını kuşatacak ölçüde bağlılık gösteren
samimi-ateşli dindarların yanı sıra dinî yaşantının cemaat ve tarikat
gibi müesses yapılar içinde kıvam bulduğuna inanan grupçu dindarlara,
itikadi problemleri bulunmadığı halde dinî vecibeleri eda hususunda zaaf
gösteren alaca dindarlara, dinî ilgisi kolektif dindarlığın
yoğunlaşmasına vesile olan Ramazan ayı, bayramlar, mübarek geceler ile
mevlit ve cenaze törenlerinde kayda değer artış gösteren mevsimlik
dindarlara, dinî yaşantısını fiilî duruma göre düzenleyen idare-i
maslahatçı dindarlara, dine karşı tamamen ilgisiz ve kayıtsız kalan
insanlara, dinî yaşantıyı ilâhî davete iman ve teslimiyetle bir mukabele
olmaktan çıkartıp dünyevî mübadeleye tâbi kılan gösterişçi dindarlara
rastlamak mümkündür. Dinî hayatın tezahürlerini daha genel düzeyde
kategorize etmek de mümkündür. Şöyle ki Türkiye’nin kırsal
kesimlerindeki insanlar ile gelir ve eğitim düzeyi alt ve orta
seviyedeki şehir sakinlerinin dinî hayatları, geleneksel halk dindarlığı
olarak tanımlanabilir. Teolojik konulara ilgisizlik, şekilcilik,
taklitçilik geleneksel halk dindarlığının mümeyyiz vasıfları arasında
zikredilebilir. Folklorik kültür içinde kökleşmiş ve kalıplaşmış
unsurların hâkim olduğu bu dindarlık türünde, Kur’an ve sünnetle
belirlenen hususlardan ziyade İslam ulemasının ürettiği bilgiler,
tasavvufî motifler ve bir kısmı halkın kadim kültürüne kadar uzanan,
diğer bir kısmı da komşu kültürlerden tedarik edilen ve fakat zaman
içinde dinî-İslâmî bir renge bürünen muhtelif inançların tezahürü
olarak, sözgelişi, bir şişe sirkeyle Oruç Baba’yı ziyaret etmek gibi
akla ziyanritüeller de önemli bir yer tutar. Bununla birlikte,
geleneksel halk dindarlığı içinde Sünnî ulema tarafından hurafe ve bâtıl
itikat olarak tanımlanan unsurları mümkün mertebe elekten geçirmeye
çalışan bir dinî düşünce ve hayat tarzı da mevcuttur.
Türkiye’de gözlemlenen bir diğer dindarlık türü de dinin Tanrı ile kul
arasındaki manevî bir bağ olduğu iddiasından hareketle, İslâmî
öğretilerin ahirete müteallik işlere hasredilip umur-u dünyaya müteallik
tanzimin akıl ve bilime tevdi edilmesi gerektiği fikrini savunan laik
ve/veya laikçi dindarlıktır. Konjonktürel durum uyarınca geleneksel
dindarlık ile laik dindarlık arasında gidip gelen kategori
isetranzisyonel dindarlık olarak tanımlanabilir. İlerlemeci görüşle
birlikte işlev kazanan ve farklı toplumların kaderini birbirine bağlayan
modernleşme sürecine bağlı olarak Türkiye’deki geleneksel normların
büyük ölçüde değişmeye yüz tuttuğu görülmekle birlikte, dindarlığın
bilhassa aile, ailevî ilişkiler ve eğitim gibi alanlarda hâlen etkili
bir faktör olduğu rahatlıkla söylenebilir. Buna karşılık dindarlığın
siyaset, ekonomi ve ticaret gibi alanlarda aynı ölçüde belirleyici
olduğunu söylemek pek mümkün değildir. Çoğunlukla müspet bir değer
atfedilen zenginliğin elde edilmesinde sadece çalışmanın yeterli
olmadığı, Allah’ın onu nasip etmesi gerektiği düşüncesi genel kabul
görse de ekonomik ilişkilerde dindarlığın gerekli kıldığı davranış
kodları etkin değildir. Bu yüzdendir ki dindar insanın ticari hayatta
dindar olmayana göre daha dürüst ve güvenilir olduğu fikri günümüz
toplumunda pek fazla taraftar bulmamaktadır.
Köyden kente dinî hayat
Dinin ekonomik ahlak alanında belirleyici unsur olmaktan çıkması bir
yönüyle toplumda fıkıhçı ya da davranış düzeyinde takvadan ziyade
fetvaya itibar edilmesini gerektiren ilmihal dindarlığının egemen
olmasıyla, diğer yönüyle de Türkiye’nin modernleşme tarihinde ortaya
konulan laiklik programıyla çok yakından irtibatlı bir olgudur. Zira
Cumhuriyet’in ilk yıllarında dinîlik ve İslâmîliğin merkezî otoritenin
dışına itilmesiyle başlayan süreçte, en azından halk arasında yaşadığı
şekliyle İslam’ın kamusal alandaki tezahürlerinin bertaraf edilmesi
amaçlanmıştır. Dinîliğin bu alandaki görünümlerini ortadan kaldırmaya
yönelik bir dizi modern yaptırım talebinin daha çok seküler bir yaşam
tarzını hedeflediğinde şüphe yoktur. Bunun içindir ki, laikleşmenin dinî
kurum ve kuralların toplumdaki diğer etkinlik alanlarından izole
edildiği bir sosyolojik süreç biçiminde algılanmasına paralel olarak
İslam’ın özellikle eğitim, ekonomi ve siyasal alandan tecrit edilmesi ve
sadece bireyin vicdanıyla sınırlı bir manevî tecrübe olarak görülmesi
için hayli çaba sarf edilmiştir.
Bu bağlamda laik ve
pozitivist değerler toplumsal ve kamusal alanda dinî değerlerin yerine
ikame edilerek dinden doğan boşluğun doldurulmasına çalışılmıştır. Ne
var ki Cumhuriyet’in kurucu elitine ait bu politika, Ömer Çaha’nın
ifadesiyle, tarihsel olarak çok derin damarlardan beslenen dinsel ve
kültürel kodları çözüp eritmede çok başarılı olamamıştır. Aynı kurucu
elit, kamusal hayattaki geleneksel değer ve sembollerin kendi doğal
evrimi içinde değişmesine müsaade etmeyince, toplumsal bilinçte seküler
normlara karşı bir reaksiyon oluşmuştur. Başka bir deyişle, toplum
seküler normları kolayca özümseyememiş ve bu durum ahlâkî değerler
noktasında toplumsal bir aşınmaya yol açmıştır.
Türkiye’nin
kırsal kesimlerimdeki dinî hayat, kentlerle mukayese edildiğinde
geleneksel formuyla hâlen oldukça canlı ve güçlüdür. Diğer bir deyişle,
kırsal kesimlerde dinin gelenekçi ve muhafazakâr yönünü temsil eden halk
dindarlığı hâkimdir. Dindarlığın bu biçiminde tasavvuf ve tarikat
etkilerinin yanısıra çeşitli hurafeler, folklorik inançlar, ziyaret ve
adak ritüelleri çok önemli bir yer tutmaktadır. Diğer yandan, köy
toplumlarının dinî yaşayışlarında cemaat yapısı ağır basmakta ve bu
küçük dünya içinde birey, birçok toplumsal tutum ve davranışında olduğu
gibi, dinî yaşayışında da cemaatin etki alanının dışına çıkamamaktadır.
Bununla birlikte, şehirleşmenin bir sonucu olarak, toplumun dinî yaşayış
üzerindeki denetim gücünün azalması ve yaşamın giderek bireyselleşmesi
açık köy toplumlarında da belli ölçüde görülmektedir.
Şehirlere gelince, bilindiği gibi modern şehir hayatı, başta
dünyevileşme olmak üzere ilişkilerin kurumsallaşması, akrabalık ve
komşuluk bağlarının alabildiğine zayıflaması, toplumsal çatışmaların
artması ve kitle iletişim araçlarının gitgide daha fazla önem kazanması
gibi olguları ihtiva eder. Yine bu hayata özgü rasyonel planlama ve
örgütlenme, toplumsal ilişkilerin bürokratik kurumlar üzerinden
yürütülmesi, yaygın eğitim ve öğretim faaliyetleri ile kitle iletişim
araçlarının kültürel yapıyı yönlendirmesi gibi faktörler, kişilerin
bilinç ve algı kalıplarında değişime yol açar. Buna bağlı olarak
geleneksel dinî değer ve kavramlar rasyonelleşme, çözülme ve hatta erime
yönünde değişime uğrar. Nitekim dinî yaşayıştaki yoğunluk, toplumsal
yapının üst tabakasında görece düşük olup orta ve aşağı tabakalar ile
bilhassa şehir hayatıyla henüz tam olarak bütünleşememiş gecekondu
muhitlerine doğru gidildikçe artış gösterir. Gecekondu, Şerif Mardin’e
göre karton yerleşimler değil, geldikleri yerin fakirliğiyle mukayese
edildiğinde, bir tür “yukarı hareketlilik” olarak tanımlanabilecek
toplulukların yerleşimidir. Kırsaldan büyük şehirlerin kenar semtlerine
göç edenler, dinin merkezî bir yer işgal ettiği özgün yerleşimlerini
yeniden oluşturdular. Günlük yaşamdaki İslâmî ritmin şehir
merkezlerindekinden daha canlı olduğu bu bölgelerdeki dinî yaşantıyı,
Anadolu’daki geleneksel ve mutedil İslam’ın şehre başarılı bir transferi
olarak görmek mümkündür. Bu noktada, gecekondu semtlerinde yaşayan
insanların şehirde kalış süresine bağlı olarak yaşadıkları göreli
yoksunluk duyguları ile siyasi yöneliş ve tutumları arasında kurulan
ilişkilerin din-siyaset ekseninde manidar karşılıklarından da söz
edilebilir.
Cemaat ve tarikatlar
Şehirlerdeki dinî hayat kapsamında cemaat ve tarikat dindarlığından da
söz etmek gerekir. Kuşkusuz din, bireysel olduğu kadar bireyi aşan
cemaat ya da grup teşkil edici bir özelliğe de sahiptir. Sekülerizasyon
sürecinde dinî inanç ve pratiğin büyük ölçüde kaybolacağı ve/veya
bireyselleşeceği yönündeki modernist öngörüye rağmen toplumun şehirleşme
ve modernleşme pratiğinde müesses dinî yapılar ve grupların hâlen çok
etkili olduğu kuşkusuzdur. Dinî gruplar, cemaatler ve tarikatlar hitap
ettikleri toplumsal tabakalara göre birbirlerinden farklılaşır.
Sözgelimi Nakşibendilik alt gelir gruplarını harekete geçirici yeni
örgütlenme modelleri geliştirmek suretiyle güç ve yaygınlık kazanmıştır.
Nakşiliğin yaygınlaşmasında toplumsal, kültürel, ekonomik ve siyasal
faaliyetlere yönelme eğilimi önemli bir rol oynamıştır. Bunun yanında,
modern hayatın yeni değer ve dinamikleri karşısında klasik üslup ve
tarzını bir kenara bırakıp toplumsal boyutta eğitimden ekonomiye kadar
yeni işlevler üstlenen Nakşî cemaatlerin, şehirleşme sürecinde
geleneksel bağların çözülmesine ve bireyselliğin yaygınlaşmasına yol
açan değişim ortamında, yalnızlık ve yabancılık hisseden bireylerin iç
huzuru, umut, güven ve dayanışma taleplerine cevap verme kabiliyetiyle
de yaygınlık kazandığı söylenebilir.
Sosyolojik analizlere
göre şehir hayatında aile ve diğer küçük gruplar arasındaki samimi ve
sıcak bağların kopmaya yüz tutması, gündelik hayatın çok hızlı ve dakik
bir şekilde akıp gitmesi, insanın birçok menfaat birliği karşısında
bocalaması gibi faktörlerin ürettiği yalnızlık ve bireycilik gibi
tecrübeler, insanları ister istemez bir cemaate aidiyet duygusunu
tatmine yönlendirmiştir. C. Çelik’in tespitiyle muhtelif dinî cemaatler,
modernleşme süreçlerinin başarısızlığı ve bazı alanlarda da aşırılığı
nedeniyle sistem dışı kalanların yönelim ve gereksinimlerini karşılayan
cazip adresler hâline gelmiştir. Bu çerçevede tarikatlar,
müntesiplerinin sosyo-kültürel kimlikleriyle bütünleşme potansiyeli
içeren mistik kültürel kodları sayesinde değişime ve yabancı kültür
değerlerine karşı direnç üretebilmektedir. Dolayısıyla şehir vasatında
tarikat veya cemaate intisap etmek bir bakıma kimliği onarma ve koruma
ihtiyacını karşılama mesabesindedir.
Cemaatler ve tarikatlar
temelde oligarşik bir yapıya sahip olmakla birlikte, dinî inanç ve
pratikler açısından bazı ton farklılıkları içerir. Mesela, kimi
tarikat-cemaat çevrelerinde kusursuz bir dogmatik dindarlık hâkimdir.
Gündelik hayatın manevî surlarla çevrilmiş bir getto içinde devam ettiği
bu çevrelerde hemen her mesele doğru-yanlış, sevap-günah ya da
caiz-gayri caiz biçiminde zıt kutuplu olarak izah edilir. Buna karşılık
bazı cemaatler modernleşme, sosyalleşme ve eğitim düzeyindeki gelişme
gibi faktörlere bağlı olarak muhafazakâr bir çizgiyi temsil eder.
Muhafazakâr dindarlıkta gelişim ve değişime teorik planda karşı
olunmamakla birlikte, “yeni”ye karşı her zaman mesafeli durulur ve
bilhassa geleneksel bidat anlayışından ötürü dinî alanda yeni fikirlere
ciddi rezerv konulur.
Bu mesele bir yana, hâl-i hazırdaki
Türk/Türkiye muhafazakârlığı, maddi ve modern reflekslerle donamış şimdi
üzerinde hâkimiyet sürebilme isteği şeklinde kendini ifade etmektedir.
Muhafazakârlar Kemalizm ve resmi ideoloji karşısında tepkilerini ortaya
koyarlarken kendi kapalı dünyalarını, tek yanlılıklarını hakkıyla
sorgulayabildiklerini söylemek de pek mümkün değildir. Kısa yoldan bütün
günahlar Türk modernleşmesinin sakat ve çarpık gelişimine yüklenmiştir.
Türk muhafazakârları artık mağdur ve muhalif kimliklerinden sıyrılıp
modern dünyanın bilindik sıradan tepkilerini verir hale gelmiştir.
Temelde tasavvufî damarlardan beslenmesine karşın pratikte tarikatlardan
farklı bir örgütlenme, disiplin ve eğitim modeli sunan ve bilhassa
kendilerini Türk-İslam sentezinin devlet severliğinde ifade etmeye
çalışan bazı cemaatleri dinî muhafazakârlık kapsamında değerlendirmek
mümkündür. Üyeleri arasında güçlü bağlar kurmak üzere öğrenci evleri ve
yurtları gibi sivil yaşama alanları oluşturan bu cemaatler özellikle
devlet bünyesindeki müesseseleri kullanarak kendilerine yeni kamusal
alanlar açmaya çalışmakta ve fakat kimi zaman da, 17 Aralık tecrübesinde
görüldüğü üzere, bilindik cemaat kalıplarının dışına çıkarak devlete
tasallut etme düzeyinde arsızlaşmaktadır.
Prof. Dr. Mustafa Öztürk
Kaynak: http://haber.star.com.tr/acikgorus/ramazana-mukaddime-turkiyede-din-ee-hayatin-manzarai-um-fbmiyesi/haber-899154
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder