Paralel akademisyenliğin ne anlama geldiği merak konusu olabilir. Bu bağlamda, kendi uzmanlık alanım olan İlahiyat üzerinden söz konusu akademisyenlik hakkında şunlar söylenebilir: Her şeyden önce İlahiyat dinî-ilmî bir faaliyet alanı olmanın ötesinde paralel yapıya alan açma, iyi yetişmiş eleman kazandırma vasatıdır. Bu vasat aynı zamanda paralel yapının üst düzey eğitim kurumlarında yuvalanması için çok büyük bir fırsat ve imkândır. Paralel akademisyenlikte, YÖK’e bağlı bir kurum olanİlahiyat çatısı altında yürütülecek en esaslı faaliyetlerden biriFethullah Gülen’in Kur’an-ıHakîm’e Yaklaşımı, Fethullah Gülen’in Sünnet Anlayışı, Fethullah Gülen Hocaefendi’nin Tefsir Anlayışı, Fethullah Gülen Hocaefendi’nin Fıkhını Anlamak, İki Çarpıtma Örneği: Hocanın Okulları, Kim Bu Fethullah Gülen gibi kitaplar telif etmek suretiyle, bilhassa 17 Aralık’tan bu yana bedduayla yatıp sözüm ona mülaaneyle kalkan, böylelikle hoşgörü ve toleransın en güzel temsilini yapan(!) “paralel başı”nın ruhani kimlik karizmasını güçlendirmek, kimi zaman onun mistik hezeyanlarla memzuç görüşlerini dinî metinlere atıfla temellendirmek, kimi zaman da dinler-arası diyalog meselesinde olduğu gibi, Müslüman kamuoyunu rahatsız eden fikir ve tezlerini yer yer Bâtınîliğin sınırlarını zorlayan te’villerle kabul edilebilir hâle getirmektir.
Paralel yoldaşlar
Bütün bunlar mesai saatlerini hakkıyla değerlendirip semerelendirmekle
eşdeğer aslî ve kutsî vazifelerdir. Boş zamanlarda ise akademik kariyer
basamaklarını en çabuk şekilde tırmanmak için, kimi zaman imece usulüyle
sözde bilimsel çalışmalar yapmak, bunun yanında -vülgarize tabirle-
suya sabuna dokunmayan ve incir çekirdeğini doldurmayan konularda,
sözgelimi Kur’an-ı Kerim’de Besinler ve Şifabaşlıklı kitaplar
yayımlamak, böylece ilmî-akademik çalışma yapıyor “muş”gibi davranmak,
hâliyleİslam ilim ve düşünce tarihinden günümüze intikal edenve hall-i
fasl edilmeyi bekleyen hiçbir ciddi mesele üzerine kafa yormamak, bu tür
meselelerdezinhar kalem oynatmamaktır. Zira paralel akademisyenlikte
temel gaye, İslam ilim ve medeniyetine az çok katkı vermek değil,
paralel yapının din, ahlâk, eğitim sütreli siyasi emellerine ve bilhassa
devletin her biriminde kolonileşme faaliyetlerine hizmet etmektir.
Dahası, bu hizmette devlet imkânlarını farklı meşrepteki hemen hiçbir
Müslüman evladıyla paylaşmamaya, sırf kendi paralel yoldaşlarına arka
çıkma ve tıpkı metastaz yapan kanserli hücre gibi yandaş sayısını
alabildiğine çoğaltmaya yemin etmektir. Çünkü ne de olsa paralel yapı
keşf, ilham ve rüya gibi yollarla gelen ilahi ve nebevi referanslarla
tebcil ve tebşir edilmiştir(!) Bu sebeple bütün himmetler/hizmetler
millet ve ümmetten öte sırf cemaat için seferber edilmelidir.
Göründüğü kadarıyla, paralel akademisyenlerin kahir ekseriyeti, çok iyi bildikleri ve öteden beri mükemmel biçimde tatbik ettikleri tedbir/takiyye prensibince 17 Aralık’tan bu yana korunaklı bir mevzide sipere yatıp çıt çıkarmamayı akıllıca buldular ve o gün bugündür kâh paralel savcıların külhanbeyi üslubuyla siyasi iktidara parmak sallamasına, kâh paralel kanallar ve imkânlar vasıtasıyla gizli görüntü ve ses kayıtlarının ortalığa saçılmasına, kâh 30 Mart ve 10 Ağustos seçimlerine ümit bağlayarak her yeni güne hükümetin devrilmesi ve bilhassa Recep Tayyip Erdoğan’ın kaybetmesi hayaliyle uyandılar.
Ne varki Erdoğan’ın çok kararlı bir şekilde dile getirdiği “inlerine girme” tehdidinin giderek ciddileşmesi ve paralel yapı soruşturmalarının genişleyip derinleşmesi üzerine bir tür mafyatik çete gibi öbeklenip işgal ettikleri üniversiteler ve fakültelerden usulca ayrılmayı, bu sayede bir nevi kalabalıkların arasına karışıp gözden kaybolmayı yeni bir strateji olarak benimsediler. Bu stratejinin kanserli hücrelerin kendisini yok etmeye matuf her kemoterapik müdahaleyi başkalaşım/metamorfoz yoluyla savuşturma ve ilk fırsatta yeniden nüksedip vücudun başka bölgelerine sıçrama kabiliyetine benzediği söylenebilir.
Bugünlerde
paralel yapının üniversite ayağında hayata geçirilmeye çalışılan yeni
hareket fıkhı, belki de “topyekûnfaş olup etkisiz
kılınmayalım”düşüncesiylehâl-i hazırdaki kolonilerinden geçici bir süre
ayrılıp farklı yerlere dağılma ve imkân elverdiği ölçüde toplu halde
göze batmama hedefine matuf görünmektedir. Bu strateji sayesinde paralel
akademisyenler bir yandan belli ölçüde kendilerini korumaya alacaklar,
bir yandan da onca zamandan beri yuvalandıkları fakültelerdeki
tohumlarının yok olmayıp kendilerinden sonra filizlenip boy salmasına
imkân sağlamış olacaklar.
İşbu yeni tedbir ve takiyye stratejisi uyarınca, paralel yapıya mensup
bazıakademisyenlerin hâl-i hazırda mensubu bulunduklarıüniversitelerden
başka üniversitelere nakil yolunda çaba sarf ettiklerine dair ciddi
duyumlar alınmaktadır. Duyum almanın de ötesinde, söz konusu
akademisyenlerin nakil konusunda -tıpkı 28 Şubat sürecinde CHP
milletvekillerinin kapısınıçalıp onların tavassutuyla işlerini yoluna
koymaları gibi- bazı AK Parti milletvekillerini devreye soktuklarına ve
bu milletvekillerinin tavassutuyla üniversite rektörlerine ve fakülte
dekanlarına ulaşmaya çalıştıklarına şahit olunmaktadır.
Kıtmir-muti-mütevazı
Bu noktada tarifi gerçekten zor bir pişkinlik ve yüzsüzlük söz
konusudur. Zira mensubu ya da müntesibi oldukları hareket, 17 Aralık’tan
bu yana özellikle yargı, emniyet ve medya vasıtasıyla dört koldan AK
Parti hükümetine savaş açtığı ve en başta Recep Tayyip Erdoğan’ı
bitirmeyi amaçladığı halde, paralel yapıya mensup akademisyenler sanki
hiçbir şey olmamış, hiçbir şey yaşanmamış gibi, çok rahat ve pişkin bir
tavırla AK Partili milletvekillerinden istimdatta bulunabilmektedir.
Kuvvetle muhtemeldir ki paralel akademisyenler istimdatta bulunurken
-tıpkı liderleri gibi- gayet “kıtmir” ve aciz, aynı zamanda pek muti,
mütevazi ve muttaki bir profil çizmektedir. Oysa bu yapı mensuplarının
güçlü ve kudretli olduklarında herkese diz çöktürmeyi vazife bildikleri
ve hariçteki insanlara yardım eli uzatmayı umursamadıkları, hatta bunu
faydasız ve anlamsız bir iş saydıkları gayet iyi bilinmektedir. Bu
ikiyüzlülük, paralel yapının rezilet düzeyi hakkında yeterli fikir
verecek mahiyettedir.
AK Parti milletvekillerinin paralel akademisyenlere ait nakil talepleri konusunda gerekli ve yeterli soruşturmada bulunmaması, dahası bu konuda müteyakkız davranmaması, affedilebilecek bir kusur olmasa gerekir. Hele de bu milletvekillerinin kendilerine talep ileten akademisyenlerin paralel yapıya mensubiyetlerini az çok bildikleri varsayılırsa, söz konusu talepleri dikkate alıp gerekli merciiler nezdinde tavassutta bulunmaları, her şeyden önce kendi partilerine, hükümetlerine ve liderlerine ihanetle eşdeğerdir.
Bütün bunlar bir yana, paralel yapının 17 Aralık’tan bugüne kadar
alenen sergilediği bunca çirkefliğe rağmen, gözle görülür bir zaafa
uğramamış gibi davranması, her fırsatta basın-yayın yoluyla
kabadayılanması, hatta sıradan bir paralel savcının twitter üzerinden
başbakana tehditler savurması, bu ülkedeki milyonlarca insan içinçok ama
çok rahatsız edicidir. Bunun yanında, paralel saldırının ana hedef
noktasını oluşturan AK Parti ve hükümet bünyesindeki birçok siyasi
figürün kör, sağır, dilsiz kesilip bütün bu olup bitenler karşında
nemelazımcı bir tavır sergilemesi de maalesef ibret vericidir.
Diğer taraftan, YÖK’ün özellikle bazı İlahiyat ve İslâmî İlimler fakültelerinde öbeklenen, tabir caizse bu fakülteleri işgal eden paralel yapı mensuplarının faaliyetlerine ciddi denebilecek bir müdahalede bulunmaması, en azından geçmişte bu yapının gadrine uğramış ve canı yanmış birçok akademisyen için gerçekten üzüntü vericidir. Ayrıca ÖYP diye bilinen mekanizmanın hâlen işletilmesi, bu sayede birçok anabilim dalına gökten meteor taşı düşmesi gibi sözde araştırma görevlilerinin yerleşmesi ve bunların arasına çok sayıda yeminli paralel akademisyen namzedinin girmesi YÖK’ün mutlaka gözden geçirmesi ve yeniden değerlendirmesi gereken ciddi problemlerden biri olarak not edilmelidir.
Prof. Dr. Mustafa Öztürk - 16 Ağustos 2014
Kaynak: http://haber.star.com.tr/acikgorus/paralel-akademisyenlik-ve-17-aralik/haber-926502
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder